Makale: İmanın Alâmeti farikası Hayat Prensiplerinde Özgün Olmaktır.

سْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيم

İmanın  alâmeti farikası, hayat prensiplerinde özgün olmaktır.

Zaman, insanların “yalnızlaştığı” ve bireyselleştiği bir yaygınlık doğrultusunda ilerliyor. Gönlü Allah’tan yana olmayanlar için dilediğini dilediği gibi gerçekleştirmek doğrultusunda bireysellik anlaşılabilir bir kaçış olarak görülebilir. Lakin değerleri olan, değerlere bağlılığını dile getiren, hele hele “iman edenlerdenim” ifadesini dile getirenler için bu “yalnızlık” ve bireyselleşme anlamlı olmadığı gibi kabul edilebilecek bir hal de değildir. Ferdi boyutu ayrı bir dert, ailevi boyutu ayrı bir dert, toplumsal boyutu ise apayrı bir dert olarak bizleri çevrelemektedir. İşte öyle bir zeminde; hayat prensiplerinde farklı olmak ve farklılığımızı ortaya koymak zorundayız. Allah Rasûlü'nün hidayet çağrısını kabul etmek, şirk ve küfre ait olan işlevlerden (boş ve yararsız işlerden) yüz çevirmek ile mümkündür. “Boş ve yararsız şeylerden yüz çevirmek” iman edenlerin bir vasfı olduğu gibi, iman etmiş olmanın da bir gereğidir.

Rabbimiz, iman edenleri överek ve müjdeleyerek, sahip oldukları ilkesel bir vasıf ile gündemleştirmektedir;

“Muhakkak ki müminler kurtuluşa ermişlerdir!(gerçek başarıya ulaşacak olanlardır)  ‘’Onlar ki, boş ve yararsız (lağv) şeylerden yüz çevirenlerdir.” (Mu’minun, 23/1-3)

“İfadeler zıttı ile kaimdir” anlayışından yola çıkar isek; Mü’min olmayanların işleri boş ve netice itibarı ile (dünya hayatında maddi gelişmişlik ve aldatıcı bir ihtişam sağlasa dahi) fayda vermeyecektir. Âyetin indiği ortamda Allah, insanlığa başarı ve başarısızlığın gerçek ölçüsünün onların kafalarındaki gibi olmadığını anlatılıyor ve öğretiyordu. Muhammed'in (s.a.v.) izleyicileri ise gerçekten başarılı olanlardı ve her daim böyle olmalı…

“Boş ve yararsız şeylerden yüz çevirenler”,  iman ettikleri değerler gereğince, yararlı ve yerinde olan anlamlı ve yüzü faydaya dönük, hedefi olan işler ile meşguldürler. İki hayat arasındaki denklemi iyi kurmak zorunda olduklarını bilenler ve örnekleyenlerdir.

“Boş ve yararsız” diye çevrilen “lağv” kavramı, Allah indinde fayda vermeyecek olan ”Tüm meşguliyetleri ve de hayat tarzlarını içerdiği gibi” Allah’ın kullarında görmek istemediği her türlü boş ve yanlış (bâtıl) tutum ve davranışları da ifade etmektedir. Ayetin indiği ortamdaki muhataplara yapılan hitap düşünüldüğünde “lağv” kavramı; küfre ve şirke ait olan hayat tarzları ve değerlerinden yüz çevirirler anlamında bir örnekliği, şâhidliği vurgular.

“Yüz çevirirler” (mu’ridun) ifadesi ise; iman edenlerin bağlı oldukları değerlerin dinamizmine vurgudur. İlâhî egemenlik eksenli olmayan zan ve haz ile kurgulanmış değer ölçütlerine, inanç sistemlerine, üretilen kutsallara, münker içerikli geleneklere de karşı duruş ve bir reddiyedir.

 Yüz çevirmenin kişiliğe kattığı üstünlük ve örneklik mü’min kimliğin anlam ve değerler üzerine inşa edildiğini ve böylesi kişiliklerden oluşacak bir toplumun, ıslah temelinde gelişmeye ve huzura dönük olduğunu ve de “olaylara” kayıtsız kalınmadığını canlandıran bir eylemliliktir. Hem dünyadan değerince istifade eden hem de bir sonraki hayatta “kurtuluş ile müjdelenme.” hâli tasvir edilir.

İnanç bağlamında “ayrı iki kişilik, ayrı iki kimlik” ile karşı karşıya kalıyoruz. İçinde bulunulan her toplumda aynilik arz eden “ayrı iki kişilik- iki kimlik” ve iki ayrı beslenme kaynağı, iki ayrı değerler, iki ayrı sisteme tabi olma hali. Birinde belirleyicisi ve hesap görücüsü Allah iken, ötekinde belirleyicisi insandır.

İnsanın hayatı üzerinde söz söyleme (yasa koyma) hakkı Allah’a aittir. Bu tartışmaya açılamayacak kadar açık bir konudur, bu nedenle Allah ve Resûlü bir işe hükmeder, artık bu iman edenlerin tercihidir. Başka tercihleri söz konusu olamaz.

Aciz ve muhtaç olan insan, karşılaştığı en küçük problemde bile Allah’a direk veya dolaylı bağlıdır. Muhtaç olan insanlar açıktan bir reddiye yapmazlar, yani; “hayır! Allah’ın söz söyleme (yasa koyma) hakkı yoktur, bu insana ait bir yetkidir!” deme cüretti ile pek karşılaşmayız. Genelde te’viller yapılarak bu hak gaspı yorumlanır. İşte burada en yumuşak tevil bile şirktir[1] inkardır.[2] Sözümüz anlaşılsın diye çağdaş sistemler ve tahrif edilmiş dinler bağlamında, gerek Amerika, Rusya, İngiltere, Yunanistan… örneğinde, sistem ve Hristiyan mezhepler arasındaki ilişkisi ve Vatikan pozisyonu dikkate değerdir. Tanrılarının! Hakkı tanrılarına Sezar’ın hakkı Sezar’a.

Birde tahrif edilmekten beri, Allah tarafından korunma altına alınan İslâm ve kendisini İslâm’a nispet eden ülkelere baktığımızda; Türkiye de din laikliğin ”beşerin kanun koyma yetkisinin” hizmetinde kullanılsın diye diyanet kurumu; Arabistan da, bu durum bayrağa, bir kılıç kralın gücünü ve yetkisini diğer kılıç ise dini kurumun gücünü ve yetkisini ifade için konulmuş! Yani Sezar’ın gölgesinde bir konsil, bir diyanet kurumu! Ve böylece, kılıcın gücünü elinde bulunduranlar halklara “boş ve yararsız” olanı sunar ve dayatırlar, çünkü son sözü söylem yetkinliği her daim kendilerindedir.

İslâm ise kendisine ortak kabul etmeyen, hayatın prensiplerini Allah’ın belirlediği dinin adıdır. Beşer ve sistemlerin kontrolünü ve himayeyi kabul etmediği gibi kendi kontrolü dışında kendini konumlandıran hayat ve sistemlere İslâm ismini verilmesini dahi kabul etmez. Evet, bu dinin emri gereği, iman edenlerin “boş ve yararsız” olanlardan yüz çevirme özgünlüğü vardır. İslâm’ın verdiği renk ile renklenmek iman edenlerin boynuna borç olduğu gibi “Allah’ın boyamasından” başka boyamalara sıcak bakmazlar ve rızada gösteremezler.

Bizleri kendi değerleri doğrultusunda dönüştürmek isteyen (bâtıl) Batı değerlerine teslim mi olacağız? Veya onun değirmenine su mu taşıyacağız? Yoksa, yalnızca Allah’a kulluğu temsil eden kişilik doğrultusun da özgün mü’minler topluluğu yolunda cehd edip “örnek mi” olacağız?

Mü’minler içinde bulundukları sistemlerin kuşatmasının etkisinde kaldığı ve yüz çevirmeleri gereken, din misyonu kazandırılmış birçok alan vardır. Bunlardan bir alan, spora ilişkin durumdur! Ben ne yapıyorum diye düşünmeli ve insan kendini gözden geçirmeli, birde küresel yansıması vardır bu sporun…

Aslında kendi çamurlu sahalarına çekip orada bizlerle güreşmeyi çok severler. Yani ürettikleri aktivitelere dâhil olmamızı, onların koyduğu kurallara tabi olmamızı istemeleri gibi. Düşününki Katar’da düzenlenecek dünya spor aktivitesi ve konu ile ilgili medyada ön plana çıkanlara, cinsel sapkınlığın kendisi ile spor arasında ne ilişki var ki! Evet mesele açılan gedikleri devasalaştırmak… Çünkü istenen tam bir dönüşüm elde etmek! Takım kaptanları cinsel sapıkların simgelerini kollarına da takacaklarmış! Katar emirliğinin diğer alanlardaki serbestiyelerine ilişkin yaptığı açıklamalarda ayrı bir eziklik… Onların her ortaklık (Avrupa birliği…UEFA…) ve beraber faaliyetlerinin temelinde, kendi benliğini onların eline vermen talebi var, yani “ğassalın elindeki meyyit” benzeri bir durum. Velayet ilişkisinde talepleri her geçen gün artmakta.

Ama iman erleri, aldıkları emri; ‘’Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirenlerdir, şâhidliğini icra etmişlerdir  ve edeceklerdir. Bedir’deki iman erleri gibi! Bir atın olmayabilir! Bir çift ayakkabın olmayabilir! Yalın ayak kal! Ama bağlandığın üstün değerlere sadık kal ve hedefin olsun, “Boş ve yararsız işlerden yüz çeviren bir bilinçle.” İşte o zaman Allah, boş ve yararsız işlev içinde olan Bizans ve Pers imparatorluklarını altına binek, ayağına aya kabı kılar! Yani bugünkü küresel istikbarı da gerektiğinde ayaklarının altına paspas yapar.

“Bedir ehli gibi olanlardan kıl bizi Alah’ım!” diye her gün namazda “nimet verdiklerinin yoluna” talepte bulunan insanlarımızın, hedefsiz veya net olmamalarını nasıl izah edeceğiz.

Çamurlu sahalarına çekip orada bizlerle güreşmeyi çok severler demiştik ya, Müslüman’ım diyenlere sirayet etmesi var ki bu sporun, Futbol dalı mesela. Sporun birçok çeşidinde sıhhatli bir beden için dostlar arasında Mü’mince bir örneklik ile, müsabaka ve faaliyetler yapılmasına bir engel yoktur. Çevredeki insanların hiçte alışık olmadıkları kardeşlik ve dostluğu pekiştiren, şiddet içermeyen eğlenceli bir şekilde ifa edilen, hatta bu spor faaliyeti, kalplerin ısındırılması doğrultusunda dâvet sahası için kullanılabilir.

Lakin, din formu kazandırılmış olan bir futbolun(spor) hakimiyeti söz konusu olduğu bir zeminde, futbolun hayattan çaldıklarını düşünmek bile insanı yorar, insanları peşinden sürükleyen, mabedi stadyumlar olan, gidemeyenlerin ayağına (ücretle) götürülüp yayınlar yapılan, öncesi ve sonrasındaki tartışma programları ve gündemleri katmaz isek, asgari yüz beş dakika zamandan çalan bir hırsız, hayatı futbol kılan ve her şey ile ilişki kestiren boyutu bir yana, bu spor için ortaya çıkan sermaye ve harcamadaki devasalık (toplumsal ıslah ve iyilik için akması gerekir iken) mutluluk zinciri misyonu ile kulübü mü, teknik direktör ve teknik kadroyu mu, futbolcuyu mu, futbol yorumcuları ve programları mı? Bunlar üzerinden, gençlik üzerinde yapılan korkunç tahribat ve örnekliğini ele alsak! Yazık değil mi körpecik zihinlere, sahip olacakları güçlü ve değerli bir şahsiyet olma niteliklerini kazandırmak yerine “özenme zaafları” kullanılarak, saçıyla, dövmesiyle, fuhşiyat içeren hayatları ve örneklikleri ile… Arabasının ne olduğu, ne giydiği, dilediğini nede rahat yaptığı! Bu ve benzeri konularda durmadan medya tarafından ısmarlanan “özendirme” üzerinden yapılan yıkım ve tahribat, dünya hayatını üst tutup ahireti boş verme şeklinde, boş ve yararsız olan işlevler değil de nedir?

En küçük boyutu ile ilgi ve destekte bulunmak yapılan tahribata ortak olmaktır.

Ya hayatı diziler üstü olması gerekenler! Dizilere konu olması gereken her bir Mü’min, dizilerin esiri olarak hayatın kendisi ve bir parçası haline gelmesi anlaşılabilecek izah edilebilecek bir durum mudur? Televizyon ve telefon hayatımız için ilaç olması gereken iki araç iken, zamanımızın vebası gibi yakaladığını bırakmayacak şekilde esir alıyorsa! Boş ve yararsız bir hayatın çanları çalıyordur demektir. Evet, iki araç televizyon ve telefon bizleri telef etmesine kendi ellerimiz ile fırsat mı vereceğiz?

Hayat prensiplerinde farklı olmak ve farklılığımızı ortaya koymak zorundayız. Allah Rasûlü'nün hidayet çağrısını kabul etmek, şirk ve küfre ait olan işlevlerden (boş ve yararsız işlerden) yüz çevirmek ile mümkündür.

 Allah (c.c.); “Onlar, boş söz (lağv) işittikleri vakit ondan yüz çevirirler ve ‘Bizim işlediğimiz bize, sizin işlediğiniz sizedir. Selam olsun size, cahillerle arkadaş olmaz/ benimsemeyiz derler.’” (Kasas, 28/55)

Hayat prensiplerinde farklı olmak ve farklılığımızı içeren alan ve işlevler çok yönlülüğe sahiptir; Mü’minler, zamanın ve geleceğin hırsızına geçit vermemek üzere hareket eden kullardır. İmtihanın ciddiyetini bilen bir öğrenci gibidirler. Sorumlulukları vardır; kendini inşa etme, toplumu ıslah etme, emri bil ma’ruf ve nehyilânil münker sorumluluğu gibi. Hayra davet etme, İslâm dinini tüm dinlere üst kılma faaliyetinde bulunmak gibi, görevleri vardır. Mazlumlara, yetimlere, fakirlere ilişkin görevleri vardır. Hayatları meydandır/sofradır, güzel söz söyleme, salih ameller ile adaleti ikame etme, Allah’ın tek ilâh ve yöneliş makamı olduğuna tanıklık yapmak gibi. Hayat tarzında yerine getirmesi gereken sorumlulukları, imanın öngördüğü yüce hayat düzeyini koruma çabaları vardır. Bunlar hiçbir zaman bitmeyen, sonu gelmeyen sorumluluklardır. Mü'min, bunları görmezlikten gelemez, kendini bunlara karşı sorumsuz sayamaz. Bunların hepsi de farzdır. Bütün bu görev ve yükümlülükler insanın tüm emeğini, tüm ömrünü kaplayacak yeterliliktedir.

Allah Resûlü (a.s.v.); “Allah’a ve âhiret gününe inanan kişi ya hayır söylesin yahut da sussun!” diye buyurmaktadır.

Allah, insanlığa başarı ve başarısızlığın gerçek ölçüsünün onların kafalarındaki gibi olmadığını anlatılıyor ve öğretiyordu; ‘’Onlar ki, boş ve yararsız (lağv) şeylerden yüz çevirenlerdir”, (Mu’minun, 23/3) Muhammed'in (s.a.v.) izleyicileri ise gerçekten başarılı olanlardı ve her daim böyle olmalıdır.

Evvelinde ve âhirinde, hamd Allah’a, salat ve selam önder ve rehberimiz olan Muhammed (a.s.v.) şahsında tüm resûllere ve iman erlerine olsun.

 

[1] Kendini veya sistemleri veya… Allah’a yasa koyuculukta eş tutmaktır. Allah’ı yasa koyucu kabul eder görüntüsü vererek ortaklar üretmektir.

[2] Küfürdür; Allah’ın belirleyicilik, Egemenlik hakkını yok sayma ve örtme faaliyetidir.

Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

Yorum yapın

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuzdan emin olun. HTML kodları kullanılamaz.