Akıl, insana verilmiş en büyük nimetlerden birisidir. İnsan bu nimet sayesinde doğru ile yanlışı kavrayabilmektedir. İnsanı diğer canlılardan farklı kılan en önemli özelliklerden bir tanesi de akıl nimetidir.
Akılın, doğru bir şekilde çalışabilmesi için bir takım donelere, köşe taşlarına ihtiyacı vardır. Bu doneler olmadan aklın kendi başına doğruyu tam olarak tespit etmesi söz konusu değildir. Tarih, aklın bir takım doneler olmadan tek başına, doğruyu bulmada yeterli olmadığının delidir.
İnsana verilen akıl ve düşünce yetileri de kirletilebilmektedir. Hatta bir kişinin aklını, yani düşüncesini/inancını kirletmesi, namusunu kirletilmesinden çok daha büyük olumsuz neticelere sebebiyet vermektedir. Namusunu kirleten birisinin o durumdan arınması, zihnini kirletmesinin sebep olduğu kirlilikten arınmasından çok daha kolaydır. Düşüncenin kirliliği, dinin şirk olarak ifadelendirdiği hususların kişinin düşüncelerine sirayet etmesi anlamına gelmektedir. Allah’a şirk koşanların pislik olması, onların düşüncelerini kirletmelerinden kaynaklanmaktadır: اِنَّمَا الْمُشْرِكُونَ نَجَسٌ “Müşrikler ancak pisliktir” (Tevbe, 28).
Kur’an’ın “kalpleri pas tutmuş” dediği kimseler akıllarını dumura uğratan kimselerdir: كَلَّا بَلْ رَانَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُون “Hayır! Bilakis onların kazanmış oldukları (kötülükler) kalplerini kirletmiştir.” (Mutaffifin, 14)
“Allah’ın murdar kıldığı” kimseler, akıllarını hakkıyla kullanmayarak düşüncelerini kirleten kimselerdirler: وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يَعْقِلُونَ “O, akıllarını kullanmayanları murdar kılar.” (Yunus, 100) Her türlü şirk anlayışı, insanın düşüncesini kirleterek onu, pislik çukurlarında ki pisliklerden daha da pis olan fikirleri benimsemesine sebebiyet verir.
Düşüncelerini kirletenlerin tüm amelleri boşa gider: وَلَقَدْ اُو۫حِيَ اِلَيْكَ وَاِلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكَۚ لَئِنْ اَشْرَكْتَ لَيَحْبَطَنَّ عَمَلُكَ وَلَتَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ “Şüphesiz sana da senden öncekilere de şöyle vahyolunmuştur ki: Andolsun (bilfarz) Allah'a ortak koşarsan, işlerin mutlaka boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun!” (Zümer, 65)
Allah kendilerini asla af etmez: اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدِ افْتَرٰٓى اِثْمًا عَظ۪يمًا “Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse büyük bir günah (ile) iftira etmiş olur.” (Nisâ, 48)
Ebedi cehennemlik olur: اِنَّهُ مَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ حَرَّمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ وَمَأْوٰيهُ النَّارُۜ وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ اَنْصَارٍ “Biliniz ki kim Allah'a ortak koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar; artık onun yeri ateştir ve zalimler için yardımcılar yoktur» demişti.” (Mâide, 72)
Zihin dünyamıza nüfuz etmiş hastalıklar bir hayli fazladır. Bu hastalıklardan bir tanesi de ırkçılık hastalığıdır. Irkçılık: Kendi ırkını öteki ırklardan üstün sayma ve siyasal tutumunu buna dayandırma eğilimidir. İslâm dini, tarihin birçok döneminde insanların düşüncelerini kirletmelerinin bir neticesi olarak içerisine düştükleri bu hastalıktan, insanları kurtarmak için bu anlayışı bâtıl bir yaklaşım olarak görmüş ve onunla mücadele etmiştir.
Peygamberimiz, vahiyden aldığı talimatla bu anlayışlar mücadele etmiştir. Kureyş kabilesinin kendilerini diğer kabilelerden üstün görme eğilimlerini bâtıl bir anlayış gördüğü gibi Arap olanın olmayanlardan üstün olduğu anlayışını da bâtıl görmüştür. Veda hutbesinde: "Ey insanlar! "Rabbiniz birdir. Babanızda birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Arap'ın Arap olmayana Arap olmayanında Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi kırmızı tenlinin siyah üzerine siyahında kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, yani Allahtan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız Ondan en çok korkanınızdır. "Azası kesik siyahi bir köle başınıza amir olarak tayin edilse sizi Allah'ın kitabı ile idare ederse onu dinleyiniz ve itaat ediniz.” Yine Yahudilerin kendilerini diğer toplumlardan üstün göreme eğilimlerini bâtıl görmüştür. İslâm üstünlük ölçüsü olarak sadece takvayı belirleyici kılmıştır: يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَٓائِلَ لِتَعَارَفُواۜ اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.” (Hucurât, 13)
Müslümanların tarihinde Emeviler dönemi hariç tutulursa ırkçılığın Müslümanlar arasında neşvü nema bularak toplumsal düzeni etkileyecek boyutlara ulaştığı görülmemiştir. Ta ki 19 yüzyıla gelinceye kadar.
19 yüzyılda Müslümanlar arasında ulus devlet fikri yerleşmeye başladı ve bunun içinde ulusun üstünlüğü fikri tek çözüm olarak görüldü. Bu fikir her ne kadar bazı düşünürler tarafından çözüm olarak görüldüyse de aslında Müslümanların arasındaki bağların çözülmesine hizmet eden bir anlayışa hizmet ettiği fark edilmedi. Beklenen çözüme değilse de çözülmeye hizmet etti.
Bu ülkede Cumhuriyetle birlikte, binlerce yıldır çok farklı etnik kimlikten oluşan insanları bir arada tutan İslâm’a dayalı bağlar ortadan kaldırılarak bunun yerine bir etnik kimliğin üstünlüğünü esas alan ve bunu diğer etnik kimlikler üzerinde belirleyici kılamaya çalışan bir anlayış benimsendi. Bunun neticesi olarak da, daha düne kadar dost ve kardeş olduğumuz, birbirimizi korumak için öldüğümüz bir süreçten, birbirimizi katledecek bir başka sürece evrildik.
İçinde yaşadığımız ülke İttihat ve Terakki cemiyeti ve onun bakiyesi olan cumhuriyetle birlikte üstün kimlik olarak Türk ırkına dayalı kimlik oluşturuldu ve özellikle baskı yapılan kimlikle, Kürt ve Arap kimlikler oldu. Geldiğimiz noktada da aynı zihin kirliliğini oluşturduğu erozyon devem ediyor. Bu ülkede söz gelimi Kürt diline karşı gösterilen tepkiler, batı dillerinin hangisine gösteriliyor? Arapça tabelalara gösterilen tepkilerin hangisi İngilizce, İtalyanca, Almanca tabelalara gösteriliyor? Neden bu ülkede hemen hiç batılılar yaşamadığı halde Türkçeden sonra İngilizce okutulur da en azından Kürt kardeşlerimizin yaşadığı yerlerde ikinci dil olarak Kürtçe anadil olarak öğretilmez.
Bu ülkede, zihni kirlenmiş veya kirletilmiş zihniyetin bir futbol müsabakaları üzerinden nasılda bir paradokssun içine insanları ittiğini üzülerek de olsa görmekteyiz.
İki futbol takımın ortaya koydukları yüz kızartıcı bir durumun –yapılan protokole uyulmaması, sporla alakası olmadığı halde bir sloganla maça çıkma inadının ortaya koyulması- nasılda ırkçı söylemler üzerinden adeta kahramanlığa dönüştürülmeye çalışıldığı aymazlığını hep beraber gördük.
Irkçı söylemleri kullanmanın bir gerekçesi haline getirilerek bir baskı aracına dönüştürüldüğünü gördük: Tevhid bayrağı taşıyan bir şahsın yumruklanması bu paradokssun öne çıkan görünümlerini arz etmektedir.
Doğru ile yanlışı birbirinden ayıran unsurlar birbirine karışmış durumdadır. Eğer siz insanları iyi veya kötü olarak sınıflandıracağınız ölçüler sağlam bir temele dayandıramazsanız bâtıl bir takım unsurlar üzerinden bunu yapmak zorunda kalırsınız. İslâm, insanları hak ile batıl, iman ile küfür, adalet ile zulüm, salih amel ise su-i emel üzerinden ayrıştırmaktadır. Müslümanların kırmızı çizgilerini; Allah, kitap, peygamber vb. unsurlar oluştururken, buralarda ise İslâm’a ve Müslümanlara düşmanlık yapan birisi, kırmızı çizgi olarak kabul edilmektedir. İçinde yaşadığımız bu ülkede kurulduğu günden biridir bir kişi üzerinden toplum kamplaştırılıyor. Son yıllarda bunun çok daha ileri boyutlara taşınmak istendiğine şahit oluyoruz.
Sahi bu ülke Osmanlının bakiyesi değil mi? Batılılar neden şu anki topraklar üzerinde bir Türk devletinin kurulmasına müsaade ettiler? Neden daha önce Osmanlıya bağlı oldukları halde başka toraklar üzerinde değil de şu anki toraklar üzerinde bir devlet kurulmasına müsaade ettiler? Neden Yunanlılar işgal ettikleri bu ülkenin batısından çekildiler ve İngilizler, İstanbul’dan tek kurşun atılmadan çıkıp gittiler? Bunun sebebi acaba bizlerin o gün, İngilizleri yenecek kadar büyük bir güç olduğumuzdan dolayı, bizlerden korktukları için mi çekildiler? Cevap: Tabi ki hayır. Esasında buralar, Osmanlı devletinin üzerinde kurulduğu topraklardır da ondan. Peki Türk kimliği üzerinden ismi yüceltilmesi gereken birisi varsa o Osmanlı devletinin kurucusu Osman Bey mi olmalı, yoksa Mustafa Kemal mi olmalı? Ya da Türklere Anadolu’nun kapılarını açan Sultan Alpaslan mı olmalı, yoksa Mustafa Kemal mi olmalı? Şu an içinde yaşadığımız İstanbul’u feth eden Fatih Suntan Mehmet mi olmalı, yoksa Mustafa Kemal mi? Peki neden onlar değil de Mustafa Kemal? Mustafa Kemal’in başarısının onların başarısından daha büyük olduğundan mıdır? Tabi ki hayır!
Nedenini ben size söyleyeyim: Gerek Sultan Alpaslan, gerek Osman Bey ve gerekse de Fatih Sultan Mehmet, hepsinin Müslüman kimliği, tüm kimliklerinin önünde olan birileri olduklarından dolayı onlar üzerinden insanlar ayrıştırılmıyor. Tümü, hiç mi hiç Türk kimliğini, Müslüman kimliğinin önüne geçirmemişlerdir. Mustafa Kemal’in ise İslâmî kimliği yoktur. Laiktir ve dini söylemlere karşı mesafeli hatta yer yer düşmanca tavırları olan birisidir. Kısacası dini kendine referans almadığından, bunun yerine batılıların ürettiği anlayışları tümüyle benimseyen birsisi olduğundan dolayı bu gün onun üzerinden insanlar kamplara ayrıştırılıyor.
Biz Müslümanlar olarak, eğer toplumla ayrışma yaşayacaksak ancak ve ancak dinin belirlemiş olduğu kırmızı çizgiler üzerinden yaşarız. Bizlerin kırmızı çizgilerimizi, tüm âlemlerin ve bizlerin Rabbi olan Allah belirler. Bizler suni olan bir takım kırmızı çiğiler edinerek, insanlarla, onlar üzerinden ayrışım gerçekleştirmeyiz ve geçekleştirilmesini de doğru görmeyiz. Zihnini ve düşüncelerini kirletmiş anlayışların ürettiği bu batıl anlayışları, tümüyle reddediyoruz. Bölge insanları için kurtuluşun ancak ve ancak İslâmî temeller üzerine bina edilmiş bir düşünce ve hayat nizamından geçtiğine inanıyoruz. Zihni ve düşüncesi kirlenmiş insanların, toplumu, kaosun içerisine sürüklemek dışında bir işlev görmeyeceğini yeniden hatırlatıyoruz. Hem dünyevi kurtuluşun hem de uhrevi kurtuluşun ancak ve ancak Rabbimizin biz kulları için belirlediği kırmızıçizgilerde olduğuna inanıyoruz.