ZİHİN KODLARIMIZLA KİM BU KADAR OYNADI!

Bizler, bir zamanlar aynı dinin müntesipleri, "sizin ümmetiniz tek bir ümmettir" (Enbiyâ, 92) ifadesinde kendisini bulan aynı ümmetin fertleri olarak hayata bakar ve düşmanlarımızı da bu inanç üzerinden beller ve tavırlarımızı da buna göre belirlerdik. Bu konuda tekbir istisnamız vardır o da kendilerini İslâm’a nispet ettikleri halde esasında kafir olan münafık karakterli insanlardı. Bu yapıya sahip olan insanlar bizden görünmeye çalıştıkları halde her zaman bizlere karşı düşmanların safında yer almak istemiş, onların başarısına sevinmiş bizlerin ise zarar görmesini beklemişlerdir. Nübüvvetin Medine döneminde ortaya çıkan bu kimseler kendi akrabalarından oldukları halde Müslümanların aleyhine Mekkelilerin ve Yahudilerin lehine hareket etmiş, çoğu zaman onların başarı kazanması için çalışmış, onlar karşısında Müslümanların zarar görmesini, hatta yok olmalarını arzu etmişlerdir.

Medine’de ortaya çıkan bu zihin yapısına sahip olan insanların günümüzdeki temsilciliğini yapan insanlarda tabi ki söz konusudur. Müslümanların yaşadıkları coğrafyada yaşadıkları halde Müslümanlara düşmanlık eden ve Müslümanların düşmanları olan devletlerin ve ideolojilerin başarı kazanması için çalışan, onların gönüllü uşaklığını yapan insanlar hep olagelmiştir. Kendi sözde dindaşları, ırkdaşları ve vatandaşlarının aleyhine olacak şekilde hareket etmekte tüm yönleriyle düşmanlıklarını Müslümanlara karşı göstermektedirler. Bu hareketlerinin temel sebebi ise Müslümanların egemen olmasını istememeleri ve kendi düşünce ve fikirlerinin egemen olmasını istemelerindedirler. Bu konudaki zaaflarını bilen Müslümanların düşmanları da her zaman bunların destekleyerek Müslümanlar arsına fitne tohumları bunlar üzerinden ekmek istemektedirler. 

Tarihin hemen her döneminde gördüğümüz bu durumun günümüzdeki izdüşümlerinin bir sonucu olarak düşmanlarımızı dost, dost olmamız gerekenler ise düşmanımız olarak bizlere belletildi. Toplumlar üzerinde egemen olan anlayışlar, kitleleri hep asıl olmayan suni birtakım meseller üzerinden ayrıştırarak -daha doğru bir ifadeyle düşmanlaştırarak- egemenliklerini korumaya veya sağlamaya çalışmışlardır. Müslümanların tarihinde en ciddi etkisi olan ve milyonlarca Müslümanın katledilmesine sebebiyet veren hususların başında şiî ve sunnî kavgalarının olduğunu görmekteyiz. Bazı yönleriyle kirlenmiş tarihimizin bir mirası olarak aldığımız kahrolası sunnî-şiî çatışmaları günümüzde de tüm çirkefliğiyle varlığını devam ettiriyor. Düşmanların fitnesi, egemenlik mücadelesi veren bölge ülkelerinin siyasî kavgaları ve maalesef iki taraftan da din üzerinden otorite elde eden sözüm ona “din adamı” sınıfının basiret ve ferasetten uzak söylemeleri sebebiyle bu kavga her geçen gün bizlere acı bedeller ödetmeye devam ediyor.

Bu kahrolası zihniyetimiz bizlerde oluşturduğu zihin kirlenmesi üzerinden asıl düşmanlarımızı bir kenara koyduk hatta onların yanında yer alarak birbirimizi katlettik, etmeye devam ediyoruz.

Gelinen noktada düşmanlarımız bizleri kendisi için tehlike gördüğünde sunnî ve şiî demeden hunharca katlederken bizler hâlâ geçmiş tarih üzerinden devraldığımız o kahrolası miras üzerinden birbirimize bakıyor, tavırlarımızı bunun üzerinden belirliyoruz. Düşmanlarımız Irak ve Suriye’de şiîlerin yanında yer alarak milyonlarca insanımızı katlettiği gibi Yemen’de de sunnîlerin yanında yer alarak bizleri katletme devam ediyor. Düşmanlarımız bölge üzerindeki egemenliğini sağlamak veya korumak için yeri geliyor şiî devlet veya grupları kullanıyor, yeri geliyor sunnî devlet veya grupları kullanıyor. Lakin neticede onlar istediklerini elde ettikleri gibi bizler ise arkasına gizlendikleri bu şiî ve sunnî kampları yüzünden ölmeye devam ediyoruz.

Geldiğimiz şu durumda maalesef nice Sunnî gruplar, tarihi süreç içerisinde şiîlerin yaptıklarını ve maalesef de hâlen Irak ve özellikle de Suriye'de yapmaya devam ettikleri üzerinden asıl düşmanın Abd, İsrail, Rusya vb. ülkeler değil de İran olduğunu kabul ederek algılarını ve hedeflerini bunun üzerinden kurgulamaktadırlar.

Şiîler de tarihi süreç içerisinde kendilerine yapılan baskılar ve hâlen Irak'ta sunnî olduğu iddiasıyla ortay çıkan grupların onlara yapıkları, Saddam'ın uyguladığı baskı siyaseti ve Suud devletinin İsrail ve Abd ile dost olması lakin İran ile düşmanlık üzerinden bir siyaset gütmesi gibi aşağılık siyasetleri yüzünden asıl düşman olarak sunnîleri görmekte ve böylece de asıl düşmanlarımız olan başta Rusya olmak üzere diğer düşmanlarımızla birlik olarak bizleri katletmekte, katledilmemize yardım ve yataklık yapabilmektedirler.

Oysa ki bizler, aynı ümmetin artısıyla-eksisiyle fertleriyiz. Eğer birbirimize düşmanlık edeceksek -ki buna inancımız izin vermemektedir- bu en son sıralarda olması gerekir. Yani dünyada bu kadar gayr-i islâmî inanç ve yaşam modeli varken birbirimize sıra gelmez. Dünyada bu kadar kafir ve zalim devlet ve gruplar varken, onların dünyamıza ödettiği bedeller ortadayken birbirimize sıra gelmez. Şu bir hakikat ki iki zarar ortadayken kaldırılmaya öncelikli olarak büyük zarardan başlanır. Yani insan bünyesine giren ve onun ölümüne sebebiyet veren bir virüs varken o geri plana itilerek hayati tehlikesi olmayan bir hastalığı yönelinmez. Böyle yapılması durumunda hastanın tamamen kaybedilmesi durumu söz konusu olabilir.

Maalesef bizler sunnîsiyle-şiîsiyle asıl düşmanlarımızı geri plana bırakmış ve hepimizin asıl düşmanları olan ve dünyayı kan gölüne çeviren zalim devletlerin bizleri katletmesine sevinir hâle gelmişiz. Sunnî cenahtan birisini İsrail veya diğer kafir devletler katlettiğinde şiîler zil takıp sevinme ahmaklığını gösteriyor, şiîlerden birisini katlettiklerinde ise sunnîler ahmakça zil takıp seviniyorlar.

Bu yaşananlar ümmetin neden kafirler karşısında bu şekilde bir zilleti dibine kadar yaşadığının acıda olsa göstergesidir. Zihin kodları bu şekilde iğdiş edilmiş sunnî ve şiîlerden oluşan "ümmetin" bundan başka bir kaderi olmaz, olamaz.

Eğer İran Cumhurbaşkanı Abd veya İsrail katlettiyse buna sevinen, Abd ve İsrail'e müteşekkil olan sözüm ona "Müslüman zihinler" var! Dün de Irak'ta Abd'nin, 2 milyona yakın insanımızı katlederken onlara destek olarak Müslümanların kanını döken ve dökülmesine sebebiyet veren, buna sevinen ve Abd'ye müteşekkil şiîler olduğu gibi!

Şunu çok rahatlıkla ifade etmek gerekir ki; "Müslüman zihin" bu şekilde sığ ve dinin özünden uzak anlayışlardan beridir. Bu şekilde ki yaklaşımlar ancak ve ancak dinden nasibini alamayan zihinlerin ürünüdür. Bu şekilde bir zihin yapısının arkasında sunnî düşünce ve şiî düşünce değil bunların arkasına gizlenmiş ve mezhebî anlayışların da ötesinde nice hedefleri olan anlayışlar vardır. Sunnîlik ve şiîlik, bu anlayışları perdeleyen bir işlev görmenin ötesinde birşey değildirler.

Tarihteki ve günümüzdeki sunnî ve şiî kavgalarının temelinde hep egemenlik kavgaları olmuştur. Bu kavgaların tarafları nedense hep sunnî ve şiî söylemlerini bir kalkan olarak kullanmışlardır. Nedense egemenlik kaygıları, şiîlere düşmanlık oluştururken hep sunnî kalkanını kullanmıştır. Egemenliği ele geçirmek için hareket eden nice unsurlar da kendilerine kalkan olarak şiîlik söylemini kullanışlardır. Dolayısıyla asıl mesele sunnî ve şiî meselesi değil, egemenlik meselesidir; güç elde etme meselesidir. Ne yazıktır ki insanların büyük bir kısmı hâlen bu geçeği görememektedirler. Bazıları da bu propagandalardan etkilenerek arkasındaki hakikati görememekte, sanki sunnîlik şiîlere düşmanlık yapmayı emrediyormuş gibi bir zihniyeti benimsiyorlar. Tersi de böyledir.

Oysa yüce dinimiz İslâm'ın temek kaynağı olan Kur'an ve onun pratikteki karşılığı olan sünnette şiîlerin asıl düşman olarak görülmesine yönelik delil olmadığı gibi asıl düşman olarak sunnîlerin görülmesi gerektiğine dair de bir emir ve tavsiye yoktur. Bu egemenlik mücadelesi veren ve bu sebeple de şiî ve sunnî düşünceyi, bunun bir maskesi kılan zihniyetlerin hortlattığı bir kavgadır. Sunnîsiyle-şiîsiyle tüm Müslümanların bu gerçeği görerek asıl düşmanları olan zihniyetlere yönelmeleri gerekmektedir.

Ayrıca egemenlik peşinde koşan zihniyetlerin ve ayrıca sunnî ve şiî mezhebî kabullerin üzerinden kendine "dini payeler biçen" kimselerin kavgalarının tarafı olmamalıyız. Bu zihniyetlerin etkisinden kurtularak doğruyu arama çabamız olmalı. Bunun için de Allah'ın Kitabı olan Kur'an-ı Kerim'i tüm mezhebî algıların üstünde tutarak dini düşüncemizi ona dayandırmalıyız. Ayrıca siyasetimizi de Efendimizin uyguladığı Nebevî siyaset üzerinden yürütmeliyiz. Hatırlayalım, Efendimiz İslâm’ın ve Müslümanların asıl ve açık düşmanları dururken antlaşmalı olan kâfirler ve kâfir oldukları halde Müslüman gözüken münafıkları hiçbir zaman mücadelede ilk sıraya koymadı. Kafirlere fayda sağlayacakları nice olayları olduğu halde: “Öncelikle içimizdeki düşmanı temizleyelim” diyerek münafıklara kılıcını çekmedi ve daha önemlisi çekilmesinde dâhi izin vermedi. Mümkün olduğu kadar öncelikli düşmanlara yöneldi.  

Sunnîlik ve şiîlik bir din değil, dini anlama biçimleri olduğunu, bu yönüyle beşerî bir muhtevaya sahip olduklarını asla unutmamalıyız. Bu beşerî çabaların isabetli olmaları söz konusu olduğu gibi olmadığı yerlerinde olabileceğini, realitede de olduğunu asla unutmamamız gerekmektedir.

Bu kavgaları dinin yasakladığını; herkesten çok bizlere zarar verdiğini; düşmanlarımızı güçlü kıldığını asla unutmamalıyız. Tarihi süreç içerisinde açılan bu yaraların bizlere ödettiği bedeller ortadayken bu yarayı daha da derinleştirmenin bizlere değil düşmanlarımıza yarayacağını asla unutmamalıyız. Müslümanların -toplumda ifsat meydana getiren durumlar hariç- fikri ve ameli olarak kabullerinin hesabını bizler değil, âlemlerin Rabbi olan Allah'ın soracağını ve bunun karşılığında da ceza veya ödül vereceğini unutmayalım.

Buradan şunu da ifade etmek gerekir ki ister sunnîliğin arkasına sığınmış olsun, isterse de şiîliğin arkasına sığınmış olsunlar sözüm ona Müslüman devletleri yöneten ve kafirlerle dostluk ilişkileri kuran, onların uşaklığını yapan, gayr-i islâmî kanunlarla insanları yöneten her yöneticiden de sistemden de beriyiz. Lakin bu şekilde olmamız bölgemizde asıl düşmanlarımızın bize ödettiği ve ödeteceği bedelleri görmemizin ve buna yönelik uyarı görevimizi görmemizin önünde de engel değildir.

Selam, Kur'an-ı Azîmüşşan'ın gölgesinde yürüyen, dostunu düşmanını buna göre belirleyen, bizleri sunî olarak ayrıştırarak düşmanlarımız karşısından güçsüz kılan her türlü anlayıştan beri olan Müslümanların üzerine olsun!

Son değişiklik Perşembe, 23 Mayıs 2024 10:59

Yorum yapın

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuzdan emin olun. HTML kodları kullanılamaz.