سْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيم
Sanayi ve şehir hayatının ürettiği kir ve pislik etrafımızı kuşatınca, temizleme işlevi ile karşı karşıya kalırız. Çok yüksek maliyetler, emek ve kaynağa ihtiyaç duyulur. Bunlardan da öte temiz ortam ve havaya, oksijene ihtiyaç duyarız. Birde bakarız ki “yağmur” rahmet olarak inmiş, pırıl pırıl bir ortam ve temizlemiş bir alan! İnsanın içinde ferahlık doğmuş, ışıltılı gözler belirivermiştir. İnsan ve insanlık hayatı da benzerlik arz etmektedir. Arınma ve arındırma faaliyetinden mahrum gönüllerde “Rücz”, diğer ifade ile maddî ve manevî pislik insanın dünyasını ve ruhunu işgal eder. Yağmurun yağması gibi!, köklü bir temizlik ve arınmışlığa ihtiyaç doğar. Bu konuda en önemli rol insana, daha doğru bir ifadeyle mü’mine düşer!
Tarihin ve içinde bulunulan ortamın ağır yükü altından bir çıkış aranır iken “Arınma ve arındırma nimeti ile buluşmak!”, aç iken yemek bulmak, susuz iken su bulmak, zulme maruz kalınır iken rahmetle buluşabilmek gibi değerli bir şey olsa gerek. Tıpkı ilâhî rahmet olan yağmur gibi! Gönülleri ferahlatacak, hayatı parlatırcasına temizleme sorumluluğunu icra edecek, insanlık için bir ferahlık ve göz aydınlığını sağlayacak olan çabalar manzumesi kuşananlar... İman edenlerin bir niteliği olarak karşımıza çıkmakta,
‘’Onlar, zekâta (Arınma ve arındırmaya ilişkin) faaliyettedirler.”[1]
İman edenlerde bulunan bu vasıf ‘’zekât/arınma ve arıtma”[2] faaliyetlerinde bulunmak özelliğidir. Üzerlerine düşeni yapma sorumluluğu taşırlar ve yaparlar anlamında bir yükümlülüktür bu. Zekât dendiğinde, Allah’ın bize verdiği nimetlerden mal ile ilgili yapılacak paylaşımın anlaşılması işin doğasında olan bir durumdur. Âyetin indiği dönemde bu gün anlaşılması gereken haliyle! kurumsal olan Beytülmale verilmesi şeklinde değil de, bunun yerine ‘’ bedensel, ruhsal ve malî olarak yapılan arınma ve arındırma faaliyetlerin toplamı olarak anlaşılması daha doğru olandır.
Kur’an da salât ve zekât hep ayrılmaz bir bütünün iki parçası olarak beraber anıldığını görürüz, lakin Mu’minûn Sûresi 4. âyet, öncesinde yer alan salât ve zekât, arasına boş ve yararsız işlerden (şirk ve küfre ait olan tüm işlevlerden) yüz çevirirler yükümlülüğünün olması, salât ve zekât arasında; benliğin arınıp temizlenmesi, faydalı ve yararlı işlevler ile geçirilmesi gerektiğini ifade eder gibidir. Bu konuda bir âlimin ifadesi ile; Salât ile zekât arasını, "Onlar, boş ve faydasız şeylerden yüz çeviricidir" ifadesi ile ayırılmıştır" denilirse biz deriz ki: "Boş ve faydasız şeylerden yüz çevirmek, namazın/salâtın tamamlayıcısı olan hususlardandır. Bizde bir ekleme yapacak olur isek; Salât ve zekâtın tamamlayıcısı olan hususlardandır.
Pekâla âyet indiği ortamda hangi karanlıkları parçalayan bir hakikat olarak kulları muhattab almakta? İnsanın doğuştan temel olan haklarının yok sayıldığı! var olmak için bir yerlerden ışığın, yol gösterenlerin gözlendiği bir zamanda, Mekke’den başlayarak küreye doğru yol aldıran, gerek maddî gerek manevî boyutlarda, pisliklerden arınma ve arındırmaya olan ihtiyaçlara bir cevap olarak muhatap almakta idi ve bu gün bizlere de aynı indiği ortamdaki sorumlular gibi hitab etmekte ” İnsanın doğuştan temel olan haklarının gasp edilişine sessiz kalmayın!” ve indirdiğim esaslara uyun ki insanca yaşanabilsin. Âyet-i kerime, Mekke’de bu sancağı taşıyan mü’minlerin duruşuna şahitlik yaptığı gibi, onları Cennet ile de müjdeliyordu.
‘’Onlar, zekâtta ilişkin faaliyettedirler.”[3]
Zekât ve Mekke! İlk inen âyetlerin izlerini takib ettiğimizde, zekât (manevî ve iktisadî arınma) kavramına yabancı olunmadığına dair bildirimler ile de karşılaşırız.[4] Muhammed (a.s.) öncesi de risâlet silsilesinde zekâta ilişkin bir uygulamanın ve bilginin olduğunu Kur’an bize haber veriyor.[5] Bu işlevin süreklilik arz eden bir ilâhî yükümlülük olduğunu görmemiz, icra edilmesinin önem ve ihtiyacını anlamak bakımından önemlidir.
İslâm’la küfrün her türlü rengi arasındaki çatışma, sadece sözle veya kalbin buğzu ile sınırlı olan bir çatışma değildir. Temelinde tevhid ve yansıması adalet olan İslâm, hayatın her alanında doğuştan verilen hakların bütünlüğünü dikkate alarak, hakların alınıp verilme meselesidir, tamda burada İslâm ve bâtıl sistem arasındaki çekişme de İslâm veren el, bâtıl ise çalan ve yozlaştıran eldir. İslâm arındıran, bâtıl ise bulandırandır.
Hakkı elinden alınmış bir toplumun hakkını alacak, savunacak bir irade ortaya çıktığında, çoğunluğu teşkil eden aldatılmışlar bu iradeye saygı ve sevgi besleyip, en azından bir yakınlık hisseder. Aynı inancı paylaşmaz iseler de en azından düşmanlık etmezler. Bu kazanım mücadele ve başarıya ulaşma da etkili unsurlardandır. İslâm zorla kendini kabul ettirmek istemediği gibi, insanlığın huzur bulacağı yegâne hayat nizamıdır. Ve böyle olduğunu daha önce de ortaya koymuştu. İnsanın haysiyetine kişiliğine saldırının olmadığı, korunduğunun temellerini daha işin başında atan bir inanç sistemi; Saldırılardan arındırıp koruyan.
“ Arkadan çekiştirip duran, kaş göz hareketleriyle alay eden (iftira atan, ayıp kusur arayan)her kişinin vay haline;” [6]
Arınma ve arındırma faaliyetleri sosyal hayatın her katmanında sözü İslâm’a ve İslâm’ın saflığına söyletmekle mümkündür. Kimlik ve kişiliğin hedef alındığı, İnsanın hakir ve hor kılındığı ortam ve yerlerde veya toplumun sınıfsal farklılıklar ile tanımlanıp bazılarının üst bazılarının aşağılandığı yerlerde sus pus olmadan hakkı haykıra bilmek, fıtratın sesi ile insanı buluşturma çabası şeklinde sürdürülmesi, ancak yüce bir amaç ile İslâm’ı hedefleyen Mü’minler tarafından ortaya koyabilir. Çünkü bağlı olunan inanç sistemi: “etrafındaki ayak takımını kov” diyen zihniyete tokadını! indirmeyi, resûller ve onlara iman edenlere vazife kılmıştır…
“ Ve diri diri toprağa gömülen kızcağıza sorulduğu zaman!” [7]
Arınma ve arındırma faaliyetleri sosyal hayatın her katmanında “İslâm’ın merhamet tokadı ile gaflette olan her kalbi uyandırmalı. Kızcağıza sorulduğu vakit! Ne dehşet bir ifade varlığı dert yokluğu umursanmaz olan kızcağıza! Onu dikkate değer görmeyenler sizler miydiniz? O gün sizler onun yerine gömülenlerden olmak isteyeceksiniz ama nafile, kızcağız konuşacak siz susacaksınız. Ya bu gün dirisi ölüden beter kılınan mazlumlar, mazlum çocuklar, bir kabirden, gömülmekten mahrum kalan “kıyıya dahi vura(maya)n çocuklara sorulmayacak mı sanırsınız?” Ya Filistin de, açık ceza evi kılınan Filistin de, kâtledilen çocuklara onlara da sorulacak hangi suçtan dolayı parçalandıkları! Ya Avrupa’da kaybettirilen o sabiiler! onlara da sorulacak hangi karanlık dünyaya gömüldükleri! onlar konuştuğu zaman…
Bu gün kızlarımız yaşayan ölüler gibi yetiştirilmekte “görüntü var ruh yok” önlerine dünya kariyeri konulmuş bu kariyer için girmeyecekleri kılık yapmayacakları iş yok. Hayatları ölülerin hayatı, dün bakamayacağından veya koruyamayacağından dolayı katledilenler, bu gün hayatlarını idame edebilsinler açta açıkta kalmasınlar diye açılıp saçılmalarına “haya perdelerinden eser bırakmamacasına” teşvik edilebilmekte, kişilikleri ruhsal bunalımda hayatları yaşayan ölülerin hayatı... Çocuklar! gençlerin omuzunda yükselen bir inanç sistemi ve yeni nesil, arada uçurumlar.
İslâm öyle bir hayat nizamı ki maddî gücünün zayıflığında bile mevcud kölelik sistemine karşı durup ”Fekkü Rakabe/boyunduruktan azad etme” kölelikten hürriyete ulaştırmanın örnekliğini sergileyip, zihinsel ve bedensel olarak arınma ve arındırma faaliyetlerinde zirveleri işaret ediyordu… Bir taraftan da iktisadî hayattaki kirlenmişliklere kayıtsız kalmıyordu;
“Eksik ölçüp tartanların (hile yapanların )vay haline,” [8]
Sosyal hayatın her katmanında arınma ve arındırma faaliyetleri canlılığını his ettirmeli, Mü’minin, maddeye bakışındaki dünya görüşü eşyaya bakışında ki duruşunu örneklemesi ve yansıtması bakımından önem arz etmektedir. Hayatın merkezinde (tapınılan) madde yoktur ve madde bir araçtır. Madde ile ilişkiyi düzenleyen bir inanca bağlılık olmaz ise olmazlardandır. Hayata madde eksenli değil, Allah’ın mala ilişkin belirlediği ölçüler ile mü’minin iktisadi hayat görüşünü, paylaşım ve dengenin nasıllığını yansıtarak örneklemesi (şahid olmak) önemli bir ölçüdür. Arzulanan bir hayat nizamının pratikteki yansımaları dönüşümün habercisi olarak her dönem aynı fırsatlara kapı aralar. Ya İslâm veya boşluk!
Mü’minin maddî dünya görüşü, hidâyetlere kapı aralar “emanetçi kılındığımız” bir bilinç ile gerek sadaka, fitre, infak, gerekse işlenen suçlara bedel olarak belirlenen kefâret ile yapılanlar, insanlar arasındaki karşılıklı güveni tesis edecek İslam’a gönül kapıları böylece açıp, güven zemini oluşturacaktır… Evet mevcut faaliyetlerin temelinde “fiy sebililleh” olduğunda kapılar açılır.
Beşeri ideolojiler ve esaretinde… Kapitalizm de ise, çekim gücü/ilâh maddedir, sahip olduğun mal kadar varsın! Yani insanın varlığı ve yokluğu maddi güç ile ölçülür. Güçsüz olanın yaşama hakkı ancak güçlü olanın kararına göredir! Sayıca ve güç olarak güçlü olan, çoğunluğu oluşturmasına rağmen hakkından mahrum ve sömürülen yine de çoğunluktur. Büyük! devletin istediği küçük devleti yutması veya sömürmesi gibi… Madde amaçtır, hayatların ve ilişkilerin belirleyiciliğinde ana rol maddenindir. Kullar ise figüran! Çıkar, menfaat ve fayda üzerine hayatlar kurgulanır. Maddenin üstünlük aracı görülmesi sorunludur, mal edinme ve gösteriş yarışı yapılmasına sokar insanı. İmkanları “hak ediş” olarak gördüklerinden, muhtaç ve fakirlere ilişkin sorumluluğu üstlenmez ve kaçınırlar.
‘’ … açlık gününde doyurmaktır, (kendi aç iken başkasını doyurmak)” [9]
Arınma faaliyetlerinde, burnumuzun dibinde muhtaç olmasına rağmen istemeyen, isteyemeyen mü’minler söz konusu olabileceğinden ihtiyaçlarının öncelik arz ettiği gözlerden uzak tutulmamalıdır. Mü’minler bu ve benzeri hususlar da yek vücud refleksinde olmaları elzemdir, ilk nesil örnekliği gibi. Hicret, ensar ve muhacir kardeşliğini doğuran bir arınma faaliyetiydi. Hangi amaç ve hedef ile sorusuna cevap hepimizin malumu, yalnızca Allah’a kulluk yapılması ve kula kulluk yapılan her yerde mücadele ile... Yani her faaliyette İslâm’a götüren ve İslâm’ı getiren, İslâm’a özgün olan yol… Mazlumların gönlünün, zihninin, midesinin açlığını gidermeyi unutmayan yol…
Âyetin indiği Mekke de Muhammed a.s öncülüğünde iman edenler İslâmtoplumuna arınma/zekât faaliyetlerinin katkıları ile yol aldılar, aynı yol önümüzde hem de tamamlanmış bir dinin kılavuzu ile durmaktadır, arınma faaliyeti konuşmaktan ve yazmaktan çok dönüşüme götürecek hedeften yoksun olmayan! faaliyetler içerisinde bulunmak ile mümkündür.
Maddeyi yaratan Allah, maddenin, malın (iktisadi yükümlülüğünün) yaratılış amacına uygunluk yasalarını da koyar, ne maddeye insanı esir alma gücü verir, nede insanın mülkiyet ve üretim kabiliyetini kör edip robotlaştırır. Nede helal kılınmış olan ve iman edenler için yaratılmış nimetlerden istifadeyi yasaklar, engeller. Maddi yüzümüz ve yönümüz neyi kıble edindiğimizi yansıtır.
Ne mutlu ona ki geçici haz ve fayda verenlerden hem yararlanıp hem yararlandıranlara. Rabbim bizleri kalıcı ve sürekli olanla eriştirecek “Lizzekâti fâîlun” diye tanımladığı kullar zümresinden eylesin…
[1] (Mu’minun Sûresi, 4)
[2] Tezkiye ve Zekat kavramları arasındaki ilişki ile beraber ayetin indiği Mekke ortamında öne çıkan baskın anlamdan dolayı bu tanımlama yapılmıştır.
[3] (Mu’minûn Sûresi, 4)
[4] Müzzemmil Suresi Ayet 20 ve Mu’minun Suresi ayet 4 ve…
[5] İsa a.s üzerinden, ‘’Ve beni her nerede olsam mübarek kıldı ve ben hayatta olduğum müddetçe bana salatı(namaz) ve zekât tavsiye buyurdu,, Meryem suresi/31 ve Bakara suresi/129 ayette İbrahim a.s üzerinden tezkiye edecek bir resul duası.
[6] Humeze Suresi-1
[7] Tekvir Suresi-8
[8] Mutaffifin Suresi-1
[9] Beled Suresi/14