Login to your account

Username *
Password *
Remember Me

Create an account

Fields marked with an asterisk (*) are required.
Name *
Username *
Password *
Verify password *
Email *
Verify email *
Captcha *
Reload Captcha
Rıdvan Dinçer

Rıdvan Dinçer

سْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيم

                                                  

Dönüşüme uğrayan bir insana dönüştüğünü anlatmak çok zorludur. İçinde bulunduğun toplum dönüşüme uğradığında ise o toplumda yaban kaldığın gibi “marjinal… diye tabir olunan” bir isimlendirme ile olumsuzlanan bir insan oluverirsin. Çünkü işleyişe ve inanç sistemlerine aykırı bir duruş ve önermelerin vardır. Nedense “Ya inandığın gibi yaşarsın ya da yaşadığın gibi inanmaya başlarsın” zemininde “yaşadığı gibi inanmaya başlayan” insanlara dönüştüklerini anlatmak zor olduğu gibi kendi değişimleri doğrultusunda dayatma yapmaya çalışmaları ise ayrı bir garabettir. Yanlış yolu doğru görmeyi sağlayacak bir sürece maruz kalmış insan ve topluluklar elbette şıp diye ortaya çıkmıyor. Toplum dönüştürme mühendisliği (odakları) “alt akıl!” boş durmuyor.

 İslam’ın toplumsal bir hayat olarak egemen olmadığı toplumlar, şirk sistemi esaretinde hayat sürerler. Şirk toplumu[1] genel itibariyle dönüşüm sorası ortaya çıkan toplumdur. Dönüşüm öncesi toplumsal inançları Adem (a.s.) babamız ve onu takip eden elçilerin izlediği yoldur. Yalnızca bir tek ilâha boyun eğmek, itaat etmek (ibadet) doğrultusunda, siyasal, sosyal, iktisadi ve ahlaki hayatta yaratılış gayesine uygunluk esas alınmıştır.  Sonrasın da üretilen "Sezar’ın hakkı Sezar'a, Tanrının hakkı Tanrıya" şeklindeki toplumsal yaşam ve inançlar dönüşüm geçirmiş toplumların ortak özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır. “Üstün sınıf- üstün ırk-tanrısal yetkinlik-üstün özellikler… ” gibi temellendirmeler ile toplumun inancına yön verecek bir yol takib edildi ve ediliyor. Akabinde yaşadığı gibi inanmaya başlayan çoğunluklar ile karşı karşıya kalındı/kaldık.

Bu çoğunlukların, arzularını, konforu, makamları, şehvetleri ve iştahlarını dizginleyecek bir otoriteyi istememeleri işin arka planında olan asıl gerçekliktir. Yani “Hevayı ilâh edinme” durumudur. Tüm çaba ve hırçınlıkların temelinde olan da budur.

Birde bunun farklı bir boyutu olarak atalar yolu diye tabir edeceğimiz, İslam’a aykırı oluşturulmuş örf ve adetler ile ilgili ortaya konan ” ben mevcut verili olana karşı duramam!” örnekliğindeki edilgen kişiliklerin yaklaşımları sebebiyle “doğruların yerine ikame dilen yanlışlar” şeklinde, batıl olan sistem ve rejimlerin eli güçlendirmekte. Tıpkı Ebu Talib örnekliğinde anlatıldığı gibi, Muhammed (a.s.) amcasından vefat öncesi İslam üzere son nefesini vermesini arzular ve Risalet gereği şehadet getirmesini istediğinde, Ebu Talib’in Kavminin kendisini ayıplamasından korktuğunu/utandığını… söylemesi gibi… Dönüşen toplumlar korunup kollanmış olurlar…

“Alt akıl”  toplum mühendisleri boş durmuyor. Dönüştürme projeleri devam etmekte, sinsi, sinsi ve bir birini takib eden adımlar ile acele etmeden hareket etmekteler. Çünkü acele ettiklerinde baskı ve basınçla yol almak zorunda kalırlar bu da elde etmek istedikleri gönüllü bir dönüştürmenin tabiatına aykırıdır. Zor ve baskı ile elde edilen dönüşüm görünümlü hallerin arkasında bitmez tükenmez bir nefret ve direnç vardır. İşte bu nedenle sevdirerek dönüştürmek yolunu tercih etmekteler. Severek dönüşüme kucak açanlar sonrasında bu dönüşümün yılmaz bekçileri kesilivereceklerinden “her doğru çağrı ve uyarıyı duyduklarında şüphe ile yanaşacak” ve karşıt duracaklardır. Ta ki aralarından akl-ı selim sahibleri çıkınca ya dek.

“Alt akıl” boş durmuyor. Genç kuşaklardan başlayarak onların gönüllerini çalacak hamleler atmak işlerini hızlandıracağından… En etkili yolu kullanmaktalar. Bu yol aynı evin(ulusun) büyükleri! “Evin içinden evi dönüştürmeleridir…” Eğer ilahi bir yasanın iz düşümü olarak “(Ey Mekkeliler!) Sizin kâfirleriniz onlardan daha mı hayırlı?”[2]  uyarısının oluşturduğu bilince sahip olunmaz ise,  Evet, bu ayırımı yapacak kadar uyanık olunmaz ise dönüşüm  ve yıkılış kaçınılmazdır.

Dönüşümü hızlandıran, sorgulanmayı düşüren ve sorgulanmaz kılan “hastalık” en ağır olanıdır. “Evin içinden evi dönüştürme ve ya bahçemizin zehirli bitkilerine kayıtsız kalma hastalığıdır.”

Ormana giren balta misali gibi;  “Ormana bir balta girer! Genç yaşlı demeden önüne gelen ağacı yıkar, devirir. Genç olan ağaçlar bu durum karşısında endişeye kapılır ne yapalım diye çözüm ararlar böylece çözüm için yaşlı olan bilge ağaca başvururlar ve olayı anlatırlar. Bilge ağaç sorar, nasıl bir şeydir bu neye benziyor!. Cevaben, keskin bir metal ve bir sap! Bilge sapı neydendir diye sorar, ağaçtandır derler. Bilge olan yaşlı ağaç; “Sapı bizden ise yapacak bir şeyiniz yoktur der! Şu saplar! baş belası saplar!. Dünyamızı rezil ahretimizi zelil kılmaya çalışan şu saplar! Sorgulanmaz kılan, sorgulamayı düşüren bu hastalığa karşı “Müslüman en uyanık olması gerekendir.” bundan gaflet ise dini bilmemekten başka bir şey değildir.

Ağaçlar! Ya bozgun yardımcılığından vazgeçer ormanı ihya ederler! Veyahut orman kendisini yıkacak ağaçlar yetiştirmemenin yollarına başvurur. Diğer bir ifade ile evet aynı gemide olabiliriz! Ama bu gemi ya Nuh’un gemisine dönüşür veyahut kendi gemimizi (Nuh’un gemisini) inşaa etmeliyiz. İlahi rızaya, cennete, klavuzlamayan tüm gemiler Allah’a isyana, cehenneme doğru yol aldıran, klavuzlayan gemilerdir.

Batının dönüştürme arzusu ile yaptığı savaş hangi kılıf ile olursa olsun temelde İman/İnanç savaşıdır. Osmanlı bakiyesi Türkiye’den günümüze doğru zihinsel bir yolculuk yapıldığın da ortaya çıkan değişimin batının arzularına eriştiğini resmetmektedir. Ve gün geçtikçe olumsuz anlamda daha da hızlı bir çözülme ve “Kimliği oluşturan kişilik sıfırlanması” değersizleşme şeklinde devam etmektedir. Bu, 1980 ve 2000 sonrası siyasi rejimler eliyle daha da hızlanmıştır. Osmanlı bakiyesi diğer ulus ve krallıklarında bu dönüşüm ve dönüştürme projelerindeki misyonları “Evin içinden evi dönüştürme” rolleri hakkında uyanık olunmalı.

Toplumsal görüntüsü (baskın olarak) İslam’i görünen Arabistan, giyim kuşam ve muamelatta bakıldığın da İslam’i ölçülerin görülebildiği boşanmadan miras hukukuna,… Şer’i mahkemelerine… İşte böyle olan bir yerde bu görüntünün de tarihe karışması için dönüşümün hızlanması adına ardı arkası kesilmez bir şekilde… Normalleştirme (Laikleştirme) hamlelerinin açılımlarını görmekteyiz. Arabistan’dan başlayan bir dönüşümün etkisi ile uydusu niteliğinde olan Arap ülkelerindeki bir dönüşüm arasındaki fark “Baba Arabistan ve çocukları olan diğer Arap ülkeleri şeklinde ” düşünülmeli. Eğer Nebevi duruş örnekliğinde bir karşı duruş ortaya çıkmaz ise “Ümmetin geleceği açısından” içinde bulunulan zeminden daha zorlu bir tablo ile karşı karşıya kalacağımız aşikardır. (Allahu â’lem)

Surda gedikler açılmalı diye arzulayan krallık, spor; futbol ve bir sporcu üzerinden gençlerin gönülleri çelinmeli, onlara yeni bir bakış yeni bir anlayış kazandırmalı…. Mabedleri stadyumlar olan, “çift mabedli olmada sorun yokmuşçasına oluşturulacak bir öğretiMesele İslam’ın koyduğu, koyabileceği sınırları aşarak İslamsız bir spor değil! İslamî  ölçülere sahip olmayan bir spor faaliyetin, İslama aykırı olmadığına inandırarak gençlik üzerinde yeni bir tahribat kapısı açmak.  Katarda, bir Müslüman Ülkesinde! dünya kupası maçlarının düzenlenmesi “Atası Müslüman” olan toplumların gönlüne, küresel futbol korosuna katılmanın meşruiyet tohumunu serpti. Surda gedikler açıldığında ardı arkası kesilmez hamleler devam eder… Ve Arabistan takımlarından birine “Filistin konusuna yaklaşımı sıcak olan Ronaldo[3]” transfer edilir.

Dönüşüme etkisi çok yönlü olarak ele alınabilecek bir olay ve olgudur bu transfer. Öncelikli olarak bende merak uyandırdı! Acep Mekke şehrinin futbol kulübü var mı? Stadı var mı? Ya Medine’nin? Evet varmış. Pekala stadyumları harem sınırlarında mı? öyleyse sözüm ona atası Müslüman olduğundan dolayı Müslüman diye anılanların dışında gayr-i müslim futbolcuları da var mı?  Bu takımlar Arabistan premir liginde mi? Evet! Meğerse sporla ilgili gedikler çoktan açılmışta haberimiz yokmuş… bunları zikrederken batıda “İslamafobi” diri ve canlı kalsın diye bu krallık ve kendisine babacan gibi davranan özellikle Amerika ile saman altında su yürüten işbirliği ile teşvik ettiği şiddetten ve işbirliğinden bi haber değiliz. Veya İslam’dan ödün vermeyen Alimleri cezalandırma ve hapse atmalarından da elbette habersiz değiliz… Meseleleri, elde kalanı da tahrip edip geri dönüşü zor olan bir yol ile baş başa bırakmaktır.

İslam’a karşı atılan hamleler çeşitlilik arz etmekte ve bir hali çoktur. Filistin ile ilgili işgalci ile yakınlaşma için atılan hamle gibi…  Lakin bu kadar pervasızca ve açıktan hamleler inşallah ümmetin neferlerini yek vücut kılacaktır. İşledikleri cürümlerin sarhoşluğu geçtiğinde halleri nasıl olacak…! Merak etmiyoruz, biliyoruz. Çünkü evvelkilerin kıssalarında görüldüğü gibi, dünyaları da zelil, ahiretleri de rezil olacaktır.

Mekke’si ve Medine’si olan bir ümmetin dağınık erlerine her türlü oyun oynanarak dönüştürme hamleleri atılabilir ama unutulan bir şey var; İslam’ı yeryüzünden silemedikleri müddetçe başarılı olmaları mümkün değildir. Kısa vadeli kazanımları varmış gibi gözükebilir ama “Kur’an tek bir neferimizin elinde kaldığı müddetçe”  özledikleri başarıya erişemeyeceklerdir. Ve İblisleri ile beraber burunları yerde sürüne, sürüne inkılaba uğrayacaklardır. Allah’ın görmediğini bilmediğini mi, durumun hep istedikleri gibi süreceğini mi sanıyorlar!

Yeni bir hamle Futbol ve "Ronaldo" üzerinden inşaa edilmek istenen, üretilmek istenenin neler olabileceği üzerinde yoğunlaşmak ve uyarmak gerekmekte. Birlikte yaşamanın nasıllığına ilişkin açılan gedik, evli olmayanların, çocuk sahibi olunsa dahi sevgililere sağlanacak birliktelik imkanı ile deliniyor. Bir Müslüman için, hayat tarzından dolayı örnek alınamayacağı, sevilemeyeceği bir konseptte olan bir futbolcunun, Filistin de yaşanan zulümlere sessiz kalmayan kendi yaşadığı dünyanın "değer ve ilkelerinin üstünde bir kişilik " ve gençlik üzerin de oluşturacağı etkiler... Sakın küçümsenmesin. Çünkü Spor için üretilen rol modeller “İlahçıkların”… Gençler üzerinde etkileri, gönüllere kadar işlemekte… yakın tarihlerde artık çocukların ismi Ronaldo olsa…!

Arabistan, Arap dünyası üzerindeki nüfuzu düşünüldüğünde etki alanı daha da büyük bir coğrafyayı kapsayacağı bir hakikattir. Sebebine gelince; uydusu niteliğinde hareket eden uluslar, tefekkür etmeden sorgulamadan kabul eden bir yol takip etmekteler…

Hakkaniyeti elden bırakmamak lazım.... Bu bir spor değil, bu her hangi bir ulus devlette ki futbol değil,  bunların çok ötesinde olumsuzluklar barındırmakta.

Mekke de futbol!

Medine de Futbol!

Nebi (a.s.) ve ashabın “Yaratılış amacı ile insanlık buluşabilsin diye” gecelerini gündüzlerine kattıkları, tüm varlıkları ile bu yola baş koydukları mekânlar da, yaratılış amacından uzaklaştıran her değere savaş açtıkları bir yerde, spor faaliyeti dışında “bir ibadet konsepti ” ile yumuşak bir dönüştürme hamlesi futbol.

Transfer ve para! Kaynaklarını İslam için harcamayan bir krallık... İslâm'ın doğup yeşerdiği bir Coğrafya da İslam’ı yok etme hamleleri elbette başarısızlığa mahkûmdur! Önemli olan onların başarısız olmalarında bizim duruşumuz ile elde edeceğimiz kazanımdır, kazanımlardır.

Farkındalık, duyarlılık, sorumluluk  bağlamında kulluk eksenli bir hayat için  “Ya inandığın gibi yaşarsın ya da yaşadığın gibi inanmaya başlarsın” Zemininde “İnandığı gibi yaşayanlardan olmak duası ile “ Allah’a emanet olun.

 

 

[1] İlahi belirleyiciliğin yetkinliğine ortakmışçasına, bütün ve ya parça olarak karşıt duran … veya…

[2] Kamer Suresi 55 ayet

[3] Hidayet bulması ve bulmaları duasındayız...

سْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيم

Sanayi ve şehir hayatının ürettiği kir ve pislik etrafımızı kuşatınca, temizleme işlevi ile karşı karşıya kalırız. Çok yüksek maliyetler, emek ve kaynağa ihtiyaç duyulur. Bunlardan da öte temiz ortam ve havaya, oksijene ihtiyaç duyarız.  Birde bakarız ki “yağmur” rahmet olarak inmiş, pırıl pırıl bir ortam ve temizlemiş bir alan! İnsanın içinde ferahlık doğmuş, ışıltılı gözler belirivermiştir. İnsan ve insanlık hayatı da benzerlik arz etmektedir. Arınma ve arındırma faaliyetinden mahrum gönüllerde “Rücz”, diğer ifade ile maddî ve manevî pislik insanın dünyasını ve ruhunu işgal eder. Yağmurun yağması gibi!, köklü bir temizlik ve arınmışlığa ihtiyaç doğar. Bu konuda en önemli rol insana, daha doğru bir ifadeyle mü’mine düşer!

Tarihin ve içinde bulunulan ortamın ağır yükü altından bir çıkış aranır iken “Arınma ve arındırma nimeti ile buluşmak!”,  aç iken yemek bulmak, susuz iken su bulmak, zulme maruz kalınır iken rahmetle buluşabilmek gibi değerli bir şey olsa gerek. Tıpkı ilâhî rahmet olan yağmur gibi! Gönülleri ferahlatacak, hayatı parlatırcasına temizleme sorumluluğunu icra edecek, insanlık için bir ferahlık ve göz aydınlığını sağlayacak olan çabalar manzumesi kuşananlar...  İman edenlerin bir niteliği olarak karşımıza çıkmakta,

 ‘’Onlar, zekâta (Arınma ve arındırmaya ilişkin) faaliyettedirler.”[1]

İman edenlerde bulunan bu vasıf ‘’zekât/arınma ve arıtma”[2] faaliyetlerinde bulunmak özelliğidir. Üzerlerine düşeni yapma sorumluluğu taşırlar ve yaparlar anlamında bir yükümlülüktür bu. Zekât dendiğinde, Allah’ın bize verdiği nimetlerden mal ile ilgili yapılacak paylaşımın anlaşılması işin doğasında olan bir durumdur. Âyetin indiği dönemde bu gün anlaşılması gereken haliyle! kurumsal olan Beytülmale verilmesi şeklinde değil de, bunun yerine ‘’ bedensel, ruhsal ve malî olarak yapılan arınma ve arındırma faaliyetlerin toplamı olarak anlaşılması daha doğru olandır.  

Kur’an da salât ve zekât hep ayrılmaz bir bütünün iki parçası olarak beraber anıldığını görürüz, lakin Mu’minûn Sûresi 4. âyet, öncesinde yer alan salât ve zekât, arasına boş ve yararsız işlerden (şirk ve küfre ait olan tüm işlevlerden) yüz çevirirler yükümlülüğünün olması, salât ve zekât arasında; benliğin arınıp temizlenmesi, faydalı ve yararlı işlevler ile geçirilmesi gerektiğini ifade eder gibidir. Bu konuda bir âlimin ifadesi ile; Salât ile zekât arasını, "Onlar, boş ve faydasız şeylerden yüz çeviricidir" ifadesi ile ayırılmıştır" denilirse biz deriz ki: "Boş ve faydasız şeylerden yüz çevirmek, namazın/salâtın tamamlayıcısı olan hususlardandır. Bizde bir ekleme yapacak olur isek; Salât ve zekâtın tamamlayıcısı olan hususlardandır.

Pekâla âyet indiği ortamda hangi karanlıkları parçalayan bir hakikat olarak kulları muhattab almakta? İnsanın doğuştan temel olan haklarının yok sayıldığı! var olmak için bir yerlerden ışığın, yol gösterenlerin gözlendiği bir zamanda, Mekke’den başlayarak küreye doğru yol aldıran, gerek maddî gerek manevî boyutlarda, pisliklerden arınma ve arındırmaya olan ihtiyaçlara bir cevap olarak muhatap almakta idi ve bu gün bizlere de aynı indiği ortamdaki sorumlular gibi hitab etmekte ” İnsanın doğuştan temel olan haklarının gasp edilişine sessiz kalmayın!” ve indirdiğim esaslara uyun ki insanca yaşanabilsin. Âyet-i kerime, Mekke’de bu sancağı taşıyan mü’minlerin duruşuna şahitlik yaptığı gibi, onları Cennet ile de müjdeliyordu.  

‘’Onlar, zekâtta ilişkin faaliyettedirler.”[3]

Zekât ve Mekke! İlk inen âyetlerin izlerini takib ettiğimizde, zekât (manevî ve iktisadî arınma) kavramına yabancı olunmadığına dair bildirimler ile de karşılaşırız.[4] Muhammed (a.s.) öncesi de risâlet silsilesinde zekâta ilişkin bir uygulamanın ve bilginin olduğunu Kur’an bize haber veriyor.[5] Bu işlevin süreklilik arz eden bir ilâhî yükümlülük olduğunu görmemiz, icra edilmesinin önem ve ihtiyacını anlamak bakımından önemlidir.

İslâm’la küfrün her türlü rengi arasındaki çatışma, sadece sözle veya kalbin buğzu ile sınırlı olan bir çatışma değildir. Temelinde tevhid ve yansıması adalet olan İslâm, hayatın her alanında doğuştan verilen hakların bütünlüğünü dikkate alarak, hakların alınıp verilme meselesidir, tamda burada İslâm ve bâtıl sistem arasındaki çekişme de İslâm veren el, bâtıl ise çalan ve yozlaştıran eldir. İslâm arındıran, bâtıl ise bulandırandır.

Hakkı elinden alınmış bir toplumun hakkını alacak, savunacak bir irade ortaya çıktığında, çoğunluğu teşkil eden aldatılmışlar bu iradeye saygı ve sevgi besleyip, en azından bir yakınlık hisseder. Aynı inancı paylaşmaz iseler de en azından düşmanlık etmezler. Bu kazanım mücadele ve başarıya ulaşma da etkili unsurlardandır. İslâm zorla kendini kabul ettirmek istemediği gibi, insanlığın huzur bulacağı yegâne hayat nizamıdır. Ve böyle olduğunu daha önce de ortaya koymuştu. İnsanın haysiyetine kişiliğine saldırının olmadığı, korunduğunun temellerini daha işin başında atan bir inanç sistemi; Saldırılardan arındırıp koruyan.

“ Arkadan çekiştirip duran, kaş göz hareketleriyle alay eden (iftira atan, ayıp kusur arayan)her kişinin vay haline;” [6]

Arınma ve arındırma faaliyetleri sosyal hayatın her katmanında sözü İslâm’a ve İslâm’ın saflığına söyletmekle mümkündür. Kimlik ve kişiliğin hedef alındığı, İnsanın hakir ve hor kılındığı ortam ve yerlerde veya toplumun sınıfsal farklılıklar ile tanımlanıp bazılarının üst bazılarının aşağılandığı yerlerde sus pus olmadan hakkı haykıra bilmek, fıtratın sesi ile insanı buluşturma çabası şeklinde sürdürülmesi, ancak yüce bir amaç ile İslâm’ı hedefleyen Mü’minler tarafından ortaya koyabilir. Çünkü bağlı olunan inanç sistemi: “etrafındaki ayak takımını kov” diyen zihniyete tokadını! indirmeyi, resûller ve onlara iman edenlere vazife kılmıştır…

“ Ve diri diri toprağa gömülen kızcağıza sorulduğu zaman!” [7]

Arınma ve arındırma faaliyetleri sosyal hayatın her katmanında “İslâm’ın merhamet tokadı ile gaflette olan her kalbi uyandırmalı. Kızcağıza sorulduğu vakit! Ne dehşet bir ifade varlığı dert yokluğu umursanmaz olan kızcağıza! Onu dikkate değer görmeyenler sizler miydiniz?  O gün sizler onun yerine gömülenlerden olmak isteyeceksiniz ama nafile, kızcağız konuşacak siz susacaksınız. Ya bu gün dirisi ölüden beter kılınan mazlumlar, mazlum çocuklar,  bir kabirden, gömülmekten mahrum kalan “kıyıya dahi vura(maya)n çocuklara sorulmayacak mı sanırsınız?” Ya Filistin de, açık ceza evi kılınan Filistin de, kâtledilen çocuklara onlara da sorulacak hangi suçtan dolayı parçalandıkları!  Ya Avrupa’da kaybettirilen o sabiiler! onlara da sorulacak hangi karanlık dünyaya gömüldükleri! onlar konuştuğu zaman…

Bu gün kızlarımız yaşayan ölüler gibi yetiştirilmekte “görüntü var ruh yok” önlerine dünya kariyeri konulmuş bu kariyer için girmeyecekleri kılık yapmayacakları iş yok. Hayatları ölülerin hayatı, dün bakamayacağından veya koruyamayacağından dolayı katledilenler, bu gün hayatlarını idame edebilsinler açta açıkta kalmasınlar diye açılıp saçılmalarına “haya perdelerinden eser bırakmamacasına” teşvik edilebilmekte, kişilikleri ruhsal bunalımda hayatları yaşayan ölülerin hayatı... Çocuklar! gençlerin omuzunda yükselen bir inanç sistemi ve yeni nesil, arada uçurumlar.  

İslâm öyle bir hayat nizamı ki maddî gücünün zayıflığında bile mevcud kölelik sistemine karşı durup ”Fekkü Rakabe/boyunduruktan azad etme” kölelikten hürriyete ulaştırmanın örnekliğini sergileyip, zihinsel ve bedensel olarak arınma ve arındırma faaliyetlerinde zirveleri işaret ediyordu… Bir taraftan da iktisadî hayattaki kirlenmişliklere kayıtsız kalmıyordu;

“Eksik ölçüp tartanların (hile yapanların )vay haline,” [8]

Sosyal hayatın her katmanında arınma ve arındırma faaliyetleri canlılığını his ettirmeli, Mü’minin, maddeye bakışındaki dünya görüşü eşyaya bakışında ki duruşunu örneklemesi ve yansıtması bakımından önem arz etmektedir. Hayatın merkezinde (tapınılan) madde yoktur ve madde bir araçtır. Madde ile ilişkiyi düzenleyen bir inanca bağlılık olmaz ise olmazlardandır. Hayata madde eksenli değil, Allah’ın mala ilişkin belirlediği ölçüler ile mü’minin iktisadi hayat görüşünü, paylaşım ve dengenin nasıllığını yansıtarak örneklemesi (şahid olmak) önemli bir ölçüdür. Arzulanan bir hayat nizamının pratikteki yansımaları dönüşümün habercisi olarak her dönem aynı fırsatlara kapı aralar. Ya İslâm veya boşluk!

Mü’minin maddî dünya görüşü, hidâyetlere kapı aralar “emanetçi kılındığımız” bir bilinç ile gerek sadaka, fitre, infak, gerekse işlenen suçlara bedel olarak belirlenen kefâret ile yapılanlar, insanlar arasındaki karşılıklı güveni tesis edecek İslam’a gönül kapıları böylece açıp, güven zemini oluşturacaktır… Evet mevcut faaliyetlerin temelinde “fiy sebililleh” olduğunda kapılar açılır.

Beşeri ideolojiler ve esaretinde… Kapitalizm de ise, çekim gücü/ilâh maddedir, sahip olduğun mal kadar varsın! Yani insanın varlığı ve yokluğu maddi güç ile ölçülür. Güçsüz olanın yaşama hakkı ancak güçlü olanın kararına göredir! Sayıca ve güç olarak güçlü olan, çoğunluğu oluşturmasına rağmen hakkından mahrum ve sömürülen yine de çoğunluktur. Büyük! devletin istediği küçük devleti yutması veya sömürmesi gibi… Madde amaçtır, hayatların ve ilişkilerin belirleyiciliğinde ana rol maddenindir. Kullar ise figüran! Çıkar, menfaat ve fayda üzerine hayatlar kurgulanır. Maddenin üstünlük aracı görülmesi sorunludur, mal edinme ve gösteriş yarışı yapılmasına sokar insanı. İmkanları “hak ediş” olarak gördüklerinden, muhtaç ve fakirlere ilişkin sorumluluğu üstlenmez ve kaçınırlar.

 ‘’ … açlık gününde doyurmaktır, (kendi aç iken başkasını doyurmak)” [9]

Arınma faaliyetlerinde, burnumuzun dibinde muhtaç olmasına rağmen istemeyen, isteyemeyen mü’minler söz konusu olabileceğinden ihtiyaçlarının öncelik arz ettiği gözlerden uzak tutulmamalıdır. Mü’minler bu ve benzeri hususlar da yek vücud refleksinde olmaları elzemdir, ilk nesil örnekliği gibi. Hicret, ensar ve muhacir kardeşliğini doğuran bir arınma faaliyetiydi. Hangi amaç ve hedef ile sorusuna cevap hepimizin malumu, yalnızca Allah’a kulluk yapılması ve kula kulluk yapılan her yerde mücadele ile... Yani her faaliyette İslâm’a götüren ve İslâm’ı getiren, İslâm’a özgün olan yol… Mazlumların gönlünün, zihninin, midesinin açlığını gidermeyi unutmayan yol…

Âyetin indiği Mekke de Muhammed a.s öncülüğünde iman edenler İslâmtoplumuna arınma/zekât faaliyetlerinin katkıları ile yol aldılar, aynı yol önümüzde hem de tamamlanmış bir dinin kılavuzu ile durmaktadır, arınma faaliyeti konuşmaktan ve yazmaktan çok dönüşüme götürecek hedeften yoksun olmayan! faaliyetler içerisinde bulunmak ile mümkündür.

Maddeyi yaratan Allah, maddenin, malın (iktisadi yükümlülüğünün) yaratılış amacına uygunluk yasalarını da koyar, ne maddeye insanı esir alma gücü verir, nede insanın mülkiyet ve üretim kabiliyetini kör edip robotlaştırır. Nede helal kılınmış olan ve iman edenler için yaratılmış nimetlerden istifadeyi yasaklar, engeller. Maddi yüzümüz ve yönümüz neyi kıble edindiğimizi yansıtır.

Ne mutlu ona ki geçici haz ve fayda verenlerden hem yararlanıp hem yararlandıranlara. Rabbim bizleri kalıcı ve sürekli olanla eriştirecek “Lizzekâti fâîlun” diye tanımladığı kullar zümresinden eylesin…

 

[1] (Mu’minun Sûresi, 4)

[2] Tezkiye ve Zekat kavramları arasındaki ilişki ile beraber ayetin indiği Mekke ortamında öne çıkan baskın anlamdan dolayı bu tanımlama yapılmıştır.

[3] (Mu’minûn Sûresi, 4)      

[4] Müzzemmil Suresi Ayet 20  ve Mu’minun Suresi ayet 4 ve…

[5] İsa a.s üzerinden, ‘’Ve beni her nerede olsam mübarek kıldı ve ben hayatta olduğum müddetçe bana salatı(namaz) ve zekât tavsiye buyurdu,, Meryem suresi/31    ve  Bakara suresi/129 ayette İbrahim a.s üzerinden tezkiye edecek bir resul duası.

[6] Humeze Suresi-1

[7] Tekvir Suresi-8

[8] Mutaffifin Suresi-1

[9] Beled Suresi/14

 

سْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيم

İman edenlerin hayata dair sahip oldukları prensiplerin temelini oluşturan bir akidesi ve bu temel üzerinde yükselen de yasalar vardır. Bu yasalar göklerin, yerin ve ikisinin arasındakilerin yaratıcısı ve sahibi tarafından konulan yasalardır. “Kim yaratıyor ise emretme hakkı da ona aittir.” [1] Yaratılmışların,  Allah’ın kural koyduğu alanda “ama” diye zihinlerinden geçirecekleri en küçük veya aksi olacak bir düşünce; Allah ile “haşa” boy ölçüşme, O’nu inkâr etme ve yok sayma veya kendisini O’na ortak görme vakıasıdır. Sadece “ama” söyleminde dahi, Allah’ın âyetlerini bile bile! inkâr gerçekleşecektir.  Diğer bir ifadeyle ifade edecek olursak; Allah’ın âyetlerine küfretme gerçekleşecektir.

Kadınları (dişileri) ve erkekleri kim yaratmış! Onlara örtünmeyi kim farz kılmıştır! Bunu çok iyi biliyor olmalarına rağmen, “örtü Allah’ın emridir” gerçeğini perdelemeye çalışıyorlar. Güneşi balçıkla hiç kimse sıvayamaz! Aslen örtü üzerinden İslâm’a kin kusan zevatın zihin kodlarını ifşa eden bir eylemliliği yakın tarihte mecliste; ”burası devlete meydan okuma yeri değildir... haddini bildiriniz” şeklindeki sözleri ile hatırlamışınızdır. Evet, bu ifadeler, kendilerini ve kutsallaştırdıklarını “Allah’a eş koşanlar” açısından inançlarını deklere etme olarak doğru bir ifadedir. Lakin yeryüzü Allah’a meydan okuma yeri değildir diyemeyecek kadar, eğer sindirilmişse cesur yürekler!, bu korkularını kutsadıklarını unutmasınlar. Ve her üretilen kutsal, ürettiği kişiyi yarı yolda yalnız bırakacaktır.

Evet, Allah emrediyor! Bugünün yaratıcısı ve geleceğin de yaratıcısı, zaman ve mekana ait tüm değişkenlikleri bilen Allah emrediyor;

“Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hariç. Başörtülerini, yakalarının (ceblerinin) üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar. "[2]

Yeryüzü Allah’a meydan okuma yeri değildir. Yeryüzü kime ait ise ona itaat edilmelidir. Örtü Allah’ın emridir. Allah’ın emrettiği bir hususu yasal güvence altına almak! Çok mu masum geliyor bu sözler? Hayır, vallahi dağlar bile bu kör cüret karşısında ufalanmak isteyecek kadar ağır bir düşünce, söylem ve eylemdir. Allah bir hususu emredecek! Kullar da olur veya olmazın kararını verecek! Kimin mülkünde, kimle alakalı karar alacaksınız?

Allah’ın âyeti olan güneşin ısısından, aydınlığından ve enerjisinden istifade edeceksiniz de iffetin ve Allah’a itaatin sembolü ve her türlü fuhşiyattan koruyacak bir kalkan olan örtünün, sağlayacağı olumluluklardan istifade etmek istemeyeceksiniz ve onu yasaklama veya serbest bırakma hakkını kendinizde göreceksiniz öylemi!?

“Ey Nebi! Eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına dış elbiselerinden (cilbablarından) üstlerine giymelerini söyle; onların (özgür ve iffetli) tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”[3]

Örtü, kişinin Rabbini bilmesinin ve kendisinin de O’nun kulu olduğunun, bayan üzerindeki dışa vurumudur. Yani Allah’ı seven,  sevgisini arzulayan kul! Böyle bir kulun yetiştireceği nesillerden bahsediyorum… Evet, Allah’ın emri olduğu için takılan örtü… Tıpkı diğer âyetlerin bağlayıcı olmaları gibi… Örtü âyeti... Örtü emri.

Örtü, erkeklerin korunmasını sağladığı gibi kadınların da korunmasını sağlayacaktır. Ayrıca kadının özgün ve değerli kişiliğini, kimliğini kuşanmayı da sağlayacak, gözlerin aydınlığı olan sağlıklı, merhametli nesillerin ortaya çıkması da bu sebeple mümkün olacaktır. Evet, bahsettiğimiz şey örtüdür, toplumların ayıplı yetişmelerini engelleyecek olan örtü!

“Bir nikâh (cinsi arzu duymayacak kadar kocamış- çocuktan kesilmiş) ümidi beslemeyen kadınların, zînetleri teşhir etmeksizin (dış-üst örtülerini) elbiselerini çıkarmalarında kendilerine bir sakınca yoktur. İffetli davranmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah işitendir, bilendir.”[4]

Yetiştirdikleri nesillere şefkat, merhamet, cesaret, cömertlik, adalet ve güven tohumlarını ekip sulayan ve besleyen kadınlardan ve bu ahlâkı kendilerine şiar edinecek kızlarımızın örtüleri, tüm ayıplarımızı örtecek.~

İlginç değil mi? Kadınların örtülmeleri emredilirken, örtünmeleri, inanç sembolüymüş söylemleri ile karşılaşılır, sanki bir kabahatmiş gibi! Yani Allah’a itaati sembolize ediyormuş! Yalan mı söyleyelim, elbette örtü, inanç sembolüdür.

Tıpkı açılıp saçılma, teşhirciliğin de bir inanç sembolü olduğu gibi ama buradaki teşhircilik; “şeytana ibadeti” sembolize etmektedir. Fakat açılıp saçılmalar teşvik edilmekte ve edepsizce giyinenlere “cesur” yakıştırması yapılmaktadır. Hatta “beden onların bedenleri, üzerinde başkasınız söz hakkı olamazmış”, Fakat söz konusu örtünme olunca teşhirciler örtüyü mahkûm edecek! Örtünmek isteyen kadının bedenini örtme hakkının olmadığını dillendirecekler! Sadece onlar mı? Teşhircilik; yani “açılma-saçılma” diye tabir olunan vakıalara karşı ilk karşı duruş sergilemesi gereken kadınlar olmaları gerekirken ne yazıktır ki böyle olmamakta, kadınların cinsel bir obje gibi kullanılmasına en fazla sessiz kalanlar kadınlar olmakta ve korkarım ki bu sessizliğin oluşturacağı çürümenin en fazla etkilediği kesim de yine kadınlar olacaktır.

 “Örtü, kişinin Rabbini bilmesinin ve kendisinin de O’nun kulu olduğunun, bayan üzerindeki dışa vurumudur” Yani Allah’ı seven ve sevgisini arzulayan kullar! Böyle bir kulun, yani annelerin yetiştireceği nesiller… Yetiştirdikleri nesillere şefkat, merhamet, cesaret, cömertlik, adalet ve güven tohumlarını ekip sulayan besleyen kadınlar! Ve de bu ahlakı şiar edinen kızlarımız tüm ayıplarımızı örtecek.~

Bugün, bunun karşılığının olmayışından dem vuranlar önce aynaya baksınlar, zamana ait olumsuzlukları kişilik ve karakter bozukluklarını, hastalıkları besleyenler neydi ve kimlerdi? Evet, yeryüzü, Allah’a meydan okuma yeri değildir. Kulluk yapma meydanıdır ve örtü kul olmanın gereğidir, kulluğu engelleyenlerin önünde “Allah için ve Allah’ın istediği şekilde durma” ameliyesidir.

Kadınları (dişileri), “bedenleri üzerinden” istismarı seven zümreler para ile alınıp satılabilecek bir meta haline getirmekten başka bir şey yapmazlar. Burada para ile alınıp satılandan kasıt “kapsamlı bir projeye alet edilme” olarak düşünmek gerekmektedir. Neymiş efendim, açılıp-saçılmak hak ve hürriyetmiş! Örtünmek ise gericilik ve çağdışılıkmış! Nasıl bir akıl tutulmasıdır bu! Eğer giyimde, kuşamda, ahlâkta; hayâ ve iffetin eseri azaldıysa, insan fütursuzca çıplak bir obje olmayı artık bir değer olarak görmeye başladıysa bu durum insanın basitliğini, sıradanlığını ve kıymetsizliğini gösterir. Neden iğreti olan çıplaklık hususu, azdırıcı bir obje haline gelmesi veya getirilmesi, özgürlük kapsamında ele alınır ki?

Allah’ı sevmenin, O’na bağlanmanın sembolü olan “takva örtüsünü” kimse kirletmesin! İffetin sembolü, hür olmanın ve hürriyetin sembolü olan örtüyü değersizleştirme hareketi bağlamında; bir bez parçası veya gelenek veya modaya kimse indirgemesin. Siyasilerin eliyle, Kemalist ideolojiyi meşrulaştıran “kafaların” taktıkları örtü Allah’ın emrettiği örtü olmaktan çıkarılmıştır. Örtüyü, Kemalizm veya laikliğin koruyucusu olan bir kalkan haline dönüştürmüşlerdir. Halkların aklını hafife alarak; ilâhî emir olan örtüyü, partileri iktidara doğru yürüten ray olarak kullananlara Allah, elbette bunun hesabını soracaktır.

Ataları Müslüman olan topluluklar ve yöneticilerine bir çağrıdır bu; -uzaklara seslenmiyoruz-  yapılan çağrı, Allah’ın kulları aracılığı ile yaptığı çağrısı, nebilerin çağrısıdır. Sizden herhangi bir dünyalık beklentimiz yok, bir ücret, bir makam istemiyoruz! Ve sizler için def edilmesi imkânsız olan bir sonraki hayat ve âkibet için endişe duyuyor ve hatırlatıyoruz: Egemenlik/ulûhiyet Allah’a mahsustur, gelin yalnızca O’na kulluk/ibadet edelim! O’ndan başka ne bir dost ve bir yardımcı bulamayız.  Allah’ın insanlığa gönderdiği Muhammed’i (a.s) örnek almak ve hayatına referans aldığı Kur’an’ın bir harfini bile yok saymaksızın, inkâr etmeksizin, toplumsal hayata egemen kılmak için mesajı açık bir şekilde gündeme getirelim ve gelin bir dönüşüm hamlesi başlatalım. Sağır sultanların dahi duyduğu bir emir ile dönüşüm hamlesine başlayalım “Örtü Allah’ın emridir hem de diğer emirleri gibi bir emirdir…”diyerek.

Sevgi ve bağlılığın Allah’a olmadığı yerlerde,  kula kulluk veya yaratılmışlara kulluk baş gösterir ve buralar isyan bayraklarının dalgalandığı yerler haline gelir.

“Yeryüzü, Allah’ındır. Allah’a meydan okuma yeri değildir.”

Selam kendini sevenlere! Kurtuluşu hedefleyenlere.

 

[1] A’râf, 54.

[2] Nûr, 31.

[3] Ahzâb, 59.

[4] Nûr, 60.

سْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيم

İmanın  alâmeti farikası, hayat prensiplerinde özgün olmaktır.

Zaman, insanların “yalnızlaştığı” ve bireyselleştiği bir yaygınlık doğrultusunda ilerliyor. Gönlü Allah’tan yana olmayanlar için dilediğini dilediği gibi gerçekleştirmek doğrultusunda bireysellik anlaşılabilir bir kaçış olarak görülebilir. Lakin değerleri olan, değerlere bağlılığını dile getiren, hele hele “iman edenlerdenim” ifadesini dile getirenler için bu “yalnızlık” ve bireyselleşme anlamlı olmadığı gibi kabul edilebilecek bir hal de değildir. Ferdi boyutu ayrı bir dert, ailevi boyutu ayrı bir dert, toplumsal boyutu ise apayrı bir dert olarak bizleri çevrelemektedir. İşte öyle bir zeminde; hayat prensiplerinde farklı olmak ve farklılığımızı ortaya koymak zorundayız. Allah Rasûlü'nün hidayet çağrısını kabul etmek, şirk ve küfre ait olan işlevlerden (boş ve yararsız işlerden) yüz çevirmek ile mümkündür. “Boş ve yararsız şeylerden yüz çevirmek” iman edenlerin bir vasfı olduğu gibi, iman etmiş olmanın da bir gereğidir.

Rabbimiz, iman edenleri överek ve müjdeleyerek, sahip oldukları ilkesel bir vasıf ile gündemleştirmektedir;

“Muhakkak ki müminler kurtuluşa ermişlerdir!(gerçek başarıya ulaşacak olanlardır)  ‘’Onlar ki, boş ve yararsız (lağv) şeylerden yüz çevirenlerdir.” (Mu’minun, 23/1-3)

“İfadeler zıttı ile kaimdir” anlayışından yola çıkar isek; Mü’min olmayanların işleri boş ve netice itibarı ile (dünya hayatında maddi gelişmişlik ve aldatıcı bir ihtişam sağlasa dahi) fayda vermeyecektir. Âyetin indiği ortamda Allah, insanlığa başarı ve başarısızlığın gerçek ölçüsünün onların kafalarındaki gibi olmadığını anlatılıyor ve öğretiyordu. Muhammed'in (s.a.v.) izleyicileri ise gerçekten başarılı olanlardı ve her daim böyle olmalı…

“Boş ve yararsız şeylerden yüz çevirenler”,  iman ettikleri değerler gereğince, yararlı ve yerinde olan anlamlı ve yüzü faydaya dönük, hedefi olan işler ile meşguldürler. İki hayat arasındaki denklemi iyi kurmak zorunda olduklarını bilenler ve örnekleyenlerdir.

“Boş ve yararsız” diye çevrilen “lağv” kavramı, Allah indinde fayda vermeyecek olan ”Tüm meşguliyetleri ve de hayat tarzlarını içerdiği gibi” Allah’ın kullarında görmek istemediği her türlü boş ve yanlış (bâtıl) tutum ve davranışları da ifade etmektedir. Ayetin indiği ortamdaki muhataplara yapılan hitap düşünüldüğünde “lağv” kavramı; küfre ve şirke ait olan hayat tarzları ve değerlerinden yüz çevirirler anlamında bir örnekliği, şâhidliği vurgular.

“Yüz çevirirler” (mu’ridun) ifadesi ise; iman edenlerin bağlı oldukları değerlerin dinamizmine vurgudur. İlâhî egemenlik eksenli olmayan zan ve haz ile kurgulanmış değer ölçütlerine, inanç sistemlerine, üretilen kutsallara, münker içerikli geleneklere de karşı duruş ve bir reddiyedir.

 Yüz çevirmenin kişiliğe kattığı üstünlük ve örneklik mü’min kimliğin anlam ve değerler üzerine inşa edildiğini ve böylesi kişiliklerden oluşacak bir toplumun, ıslah temelinde gelişmeye ve huzura dönük olduğunu ve de “olaylara” kayıtsız kalınmadığını canlandıran bir eylemliliktir. Hem dünyadan değerince istifade eden hem de bir sonraki hayatta “kurtuluş ile müjdelenme.” hâli tasvir edilir.

İnanç bağlamında “ayrı iki kişilik, ayrı iki kimlik” ile karşı karşıya kalıyoruz. İçinde bulunulan her toplumda aynilik arz eden “ayrı iki kişilik- iki kimlik” ve iki ayrı beslenme kaynağı, iki ayrı değerler, iki ayrı sisteme tabi olma hali. Birinde belirleyicisi ve hesap görücüsü Allah iken, ötekinde belirleyicisi insandır.

İnsanın hayatı üzerinde söz söyleme (yasa koyma) hakkı Allah’a aittir. Bu tartışmaya açılamayacak kadar açık bir konudur, bu nedenle Allah ve Resûlü bir işe hükmeder, artık bu iman edenlerin tercihidir. Başka tercihleri söz konusu olamaz.

Aciz ve muhtaç olan insan, karşılaştığı en küçük problemde bile Allah’a direk veya dolaylı bağlıdır. Muhtaç olan insanlar açıktan bir reddiye yapmazlar, yani; “hayır! Allah’ın söz söyleme (yasa koyma) hakkı yoktur, bu insana ait bir yetkidir!” deme cüretti ile pek karşılaşmayız. Genelde te’viller yapılarak bu hak gaspı yorumlanır. İşte burada en yumuşak tevil bile şirktir[1] inkardır.[2] Sözümüz anlaşılsın diye çağdaş sistemler ve tahrif edilmiş dinler bağlamında, gerek Amerika, Rusya, İngiltere, Yunanistan… örneğinde, sistem ve Hristiyan mezhepler arasındaki ilişkisi ve Vatikan pozisyonu dikkate değerdir. Tanrılarının! Hakkı tanrılarına Sezar’ın hakkı Sezar’a.

Birde tahrif edilmekten beri, Allah tarafından korunma altına alınan İslâm ve kendisini İslâm’a nispet eden ülkelere baktığımızda; Türkiye de din laikliğin ”beşerin kanun koyma yetkisinin” hizmetinde kullanılsın diye diyanet kurumu; Arabistan da, bu durum bayrağa, bir kılıç kralın gücünü ve yetkisini diğer kılıç ise dini kurumun gücünü ve yetkisini ifade için konulmuş! Yani Sezar’ın gölgesinde bir konsil, bir diyanet kurumu! Ve böylece, kılıcın gücünü elinde bulunduranlar halklara “boş ve yararsız” olanı sunar ve dayatırlar, çünkü son sözü söylem yetkinliği her daim kendilerindedir.

İslâm ise kendisine ortak kabul etmeyen, hayatın prensiplerini Allah’ın belirlediği dinin adıdır. Beşer ve sistemlerin kontrolünü ve himayeyi kabul etmediği gibi kendi kontrolü dışında kendini konumlandıran hayat ve sistemlere İslâm ismini verilmesini dahi kabul etmez. Evet, bu dinin emri gereği, iman edenlerin “boş ve yararsız” olanlardan yüz çevirme özgünlüğü vardır. İslâm’ın verdiği renk ile renklenmek iman edenlerin boynuna borç olduğu gibi “Allah’ın boyamasından” başka boyamalara sıcak bakmazlar ve rızada gösteremezler.

Bizleri kendi değerleri doğrultusunda dönüştürmek isteyen (bâtıl) Batı değerlerine teslim mi olacağız? Veya onun değirmenine su mu taşıyacağız? Yoksa, yalnızca Allah’a kulluğu temsil eden kişilik doğrultusun da özgün mü’minler topluluğu yolunda cehd edip “örnek mi” olacağız?

Mü’minler içinde bulundukları sistemlerin kuşatmasının etkisinde kaldığı ve yüz çevirmeleri gereken, din misyonu kazandırılmış birçok alan vardır. Bunlardan bir alan, spora ilişkin durumdur! Ben ne yapıyorum diye düşünmeli ve insan kendini gözden geçirmeli, birde küresel yansıması vardır bu sporun…

Aslında kendi çamurlu sahalarına çekip orada bizlerle güreşmeyi çok severler. Yani ürettikleri aktivitelere dâhil olmamızı, onların koyduğu kurallara tabi olmamızı istemeleri gibi. Düşününki Katar’da düzenlenecek dünya spor aktivitesi ve konu ile ilgili medyada ön plana çıkanlara, cinsel sapkınlığın kendisi ile spor arasında ne ilişki var ki! Evet mesele açılan gedikleri devasalaştırmak… Çünkü istenen tam bir dönüşüm elde etmek! Takım kaptanları cinsel sapıkların simgelerini kollarına da takacaklarmış! Katar emirliğinin diğer alanlardaki serbestiyelerine ilişkin yaptığı açıklamalarda ayrı bir eziklik… Onların her ortaklık (Avrupa birliği…UEFA…) ve beraber faaliyetlerinin temelinde, kendi benliğini onların eline vermen talebi var, yani “ğassalın elindeki meyyit” benzeri bir durum. Velayet ilişkisinde talepleri her geçen gün artmakta.

Ama iman erleri, aldıkları emri; ‘’Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirenlerdir, şâhidliğini icra etmişlerdir  ve edeceklerdir. Bedir’deki iman erleri gibi! Bir atın olmayabilir! Bir çift ayakkabın olmayabilir! Yalın ayak kal! Ama bağlandığın üstün değerlere sadık kal ve hedefin olsun, “Boş ve yararsız işlerden yüz çeviren bir bilinçle.” İşte o zaman Allah, boş ve yararsız işlev içinde olan Bizans ve Pers imparatorluklarını altına binek, ayağına aya kabı kılar! Yani bugünkü küresel istikbarı da gerektiğinde ayaklarının altına paspas yapar.

“Bedir ehli gibi olanlardan kıl bizi Alah’ım!” diye her gün namazda “nimet verdiklerinin yoluna” talepte bulunan insanlarımızın, hedefsiz veya net olmamalarını nasıl izah edeceğiz.

Çamurlu sahalarına çekip orada bizlerle güreşmeyi çok severler demiştik ya, Müslüman’ım diyenlere sirayet etmesi var ki bu sporun, Futbol dalı mesela. Sporun birçok çeşidinde sıhhatli bir beden için dostlar arasında Mü’mince bir örneklik ile, müsabaka ve faaliyetler yapılmasına bir engel yoktur. Çevredeki insanların hiçte alışık olmadıkları kardeşlik ve dostluğu pekiştiren, şiddet içermeyen eğlenceli bir şekilde ifa edilen, hatta bu spor faaliyeti, kalplerin ısındırılması doğrultusunda dâvet sahası için kullanılabilir.

Lakin, din formu kazandırılmış olan bir futbolun(spor) hakimiyeti söz konusu olduğu bir zeminde, futbolun hayattan çaldıklarını düşünmek bile insanı yorar, insanları peşinden sürükleyen, mabedi stadyumlar olan, gidemeyenlerin ayağına (ücretle) götürülüp yayınlar yapılan, öncesi ve sonrasındaki tartışma programları ve gündemleri katmaz isek, asgari yüz beş dakika zamandan çalan bir hırsız, hayatı futbol kılan ve her şey ile ilişki kestiren boyutu bir yana, bu spor için ortaya çıkan sermaye ve harcamadaki devasalık (toplumsal ıslah ve iyilik için akması gerekir iken) mutluluk zinciri misyonu ile kulübü mü, teknik direktör ve teknik kadroyu mu, futbolcuyu mu, futbol yorumcuları ve programları mı? Bunlar üzerinden, gençlik üzerinde yapılan korkunç tahribat ve örnekliğini ele alsak! Yazık değil mi körpecik zihinlere, sahip olacakları güçlü ve değerli bir şahsiyet olma niteliklerini kazandırmak yerine “özenme zaafları” kullanılarak, saçıyla, dövmesiyle, fuhşiyat içeren hayatları ve örneklikleri ile… Arabasının ne olduğu, ne giydiği, dilediğini nede rahat yaptığı! Bu ve benzeri konularda durmadan medya tarafından ısmarlanan “özendirme” üzerinden yapılan yıkım ve tahribat, dünya hayatını üst tutup ahireti boş verme şeklinde, boş ve yararsız olan işlevler değil de nedir?

En küçük boyutu ile ilgi ve destekte bulunmak yapılan tahribata ortak olmaktır.

Ya hayatı diziler üstü olması gerekenler! Dizilere konu olması gereken her bir Mü’min, dizilerin esiri olarak hayatın kendisi ve bir parçası haline gelmesi anlaşılabilecek izah edilebilecek bir durum mudur? Televizyon ve telefon hayatımız için ilaç olması gereken iki araç iken, zamanımızın vebası gibi yakaladığını bırakmayacak şekilde esir alıyorsa! Boş ve yararsız bir hayatın çanları çalıyordur demektir. Evet, iki araç televizyon ve telefon bizleri telef etmesine kendi ellerimiz ile fırsat mı vereceğiz?

Hayat prensiplerinde farklı olmak ve farklılığımızı ortaya koymak zorundayız. Allah Rasûlü'nün hidayet çağrısını kabul etmek, şirk ve küfre ait olan işlevlerden (boş ve yararsız işlerden) yüz çevirmek ile mümkündür.

 Allah (c.c.); “Onlar, boş söz (lağv) işittikleri vakit ondan yüz çevirirler ve ‘Bizim işlediğimiz bize, sizin işlediğiniz sizedir. Selam olsun size, cahillerle arkadaş olmaz/ benimsemeyiz derler.’” (Kasas, 28/55)

Hayat prensiplerinde farklı olmak ve farklılığımızı içeren alan ve işlevler çok yönlülüğe sahiptir; Mü’minler, zamanın ve geleceğin hırsızına geçit vermemek üzere hareket eden kullardır. İmtihanın ciddiyetini bilen bir öğrenci gibidirler. Sorumlulukları vardır; kendini inşa etme, toplumu ıslah etme, emri bil ma’ruf ve nehyilânil münker sorumluluğu gibi. Hayra davet etme, İslâm dinini tüm dinlere üst kılma faaliyetinde bulunmak gibi, görevleri vardır. Mazlumlara, yetimlere, fakirlere ilişkin görevleri vardır. Hayatları meydandır/sofradır, güzel söz söyleme, salih ameller ile adaleti ikame etme, Allah’ın tek ilâh ve yöneliş makamı olduğuna tanıklık yapmak gibi. Hayat tarzında yerine getirmesi gereken sorumlulukları, imanın öngördüğü yüce hayat düzeyini koruma çabaları vardır. Bunlar hiçbir zaman bitmeyen, sonu gelmeyen sorumluluklardır. Mü'min, bunları görmezlikten gelemez, kendini bunlara karşı sorumsuz sayamaz. Bunların hepsi de farzdır. Bütün bu görev ve yükümlülükler insanın tüm emeğini, tüm ömrünü kaplayacak yeterliliktedir.

Allah Resûlü (a.s.v.); “Allah’a ve âhiret gününe inanan kişi ya hayır söylesin yahut da sussun!” diye buyurmaktadır.

Allah, insanlığa başarı ve başarısızlığın gerçek ölçüsünün onların kafalarındaki gibi olmadığını anlatılıyor ve öğretiyordu; ‘’Onlar ki, boş ve yararsız (lağv) şeylerden yüz çevirenlerdir”, (Mu’minun, 23/3) Muhammed'in (s.a.v.) izleyicileri ise gerçekten başarılı olanlardı ve her daim böyle olmalıdır.

Evvelinde ve âhirinde, hamd Allah’a, salat ve selam önder ve rehberimiz olan Muhammed (a.s.v.) şahsında tüm resûllere ve iman erlerine olsun.

 

[1] Kendini veya sistemleri veya… Allah’a yasa koyuculukta eş tutmaktır. Allah’ı yasa koyucu kabul eder görüntüsü vererek ortaklar üretmektir.

[2] Küfürdür; Allah’ın belirleyicilik, Egemenlik hakkını yok sayma ve örtme faaliyetidir.

© 2022 Kur'an Yurdu aittir tüm hakları. Düzenleme webhizmetlerim