Toplum olarak bir deprem daha yaşadık. Evet özellikle yaşadığımız coğrafya bir deprem bölgesi olduğu için bundan sonrada depremleri yaşamaya devam edeceğiz. Deprem Rabbimizin bir ayeti, yer yüzüne koymuş olduğu muazzam ve muhteşem bir yasasıdır. Yer kürenin yaşamı/ömrü için ihtiyaçtır, mecburiyettir. Yaratan Rabbimiz bunun ölçüsünü bu şekilde koymuş. Biz insanlarda buna şahit oluyoruz. Hiçbir bilim adamı da buna itiraz etmiyor ve olumsuz bir olay olarak göremiyor. Televizyonlarda, sosyal medyada deprem bilimciler hep depremi ne olduğunu niçin ve nasıl olduğunu anlatıyorlar. Ama sözüm ona bu bilim adamları Allah’ın bu muhteşem yasasını ayetini sürekli anlatmalarına ve bu deprem ayetine şahit olmalarına rağmen bir türlü Allah’ı dillerinin ucuna bile getirmiyorlar. Sanki bu deprem Allah’tan bağımsız, Allah ile hiçbir alakası yokmuş gibi hareket ediyorlar. Maalesef bu bilim adamları, hakikatlerin içinde olmalarına rağmen haktan uzak büyük bir sapkınlık ve cehalet içinde hareket ediyorlar. Müslümanım diyen yığınlarda bunları pür dikkat dinliyorlar. Doğal olarak bu bilim adamları Allah’ı ve kıyameti, dolayısıyla ahireti hesaba katmadıkları için yetkilileri ve halkı hep maddi tedbirler yönüyle ikaz edip uyarıyorlar. Çünkü bu bilim adamları arkalarını Allah’a, ahirete, yüzlerini de dünyaya dönmüş, dünya merkezli düşünen insanlardır. Dolayısıyla bunlardan başka bir şey beklemek de abes olur.
Sözüm ona bir de cemaat liderleri, sözde hoca olarak bilinen kanaat önderleri var. Bunlarda ise tam tersi, deprem olduğu zaman sanki bir helak gelmiş, bir ceza gelmiş gibi anlatmaya başlıyorlar. Hemen bu depremlerin sebebinin toplumda işlenen günahlar olduğunu kürsülerden yüksek sesle anlatmaya başlıyorlar. Böylelikle de sanki toplumu korkutarak imana, takvaya, yöneltebileceklerini ve insanların düzeleceklerini ümit ederek yapıyorlar. Amma bu yöntem doğru bir yöntem değildir. Şimdiye kadar nice depremler oldu ve bu hocalar kürsülerden “başımıza taş yağsa bile, bu kadar günah içinde bu depremler az” diyerek haykırdılar amma toplumda değişen bir şey olmadı. Bugün geçmişten buyana edindiğimiz tecrübe, yine de bir şeylerin değişmeyeceğini gösteriyor. Çünkü perşembenin gelişi çarşambadan bellidir. Eğer bir toplum arınmaya niyetli değilse kalbi, gönlü, gözü hakikate mesafeli ve önyargılı ise değil 7.8 şiddetin de 9.9 şiddetinde de deprem olsa değişen bir şey olmaz. Aslında bunun Kerim Kitabımızda örnekleri anlatılıyor. Demek ki bizim Müslüman mahallenin ağzı laf yapanları depremi sanki Allah’ın günahkarlara bir cezasıymış gibi anlatması hiçte doğru değil. Eğer böyle olsaydı geçmişten bu yana Anadolu bölgesinde çok daha büyük günahları işleyen, zulümleri yapan toplumlarda depremin olmaması –haşa- Allah onlara torpil mi geçiyor? Birçok Avrupa ülkesi içki, kumar ve fuhşun merkezleri gibidir, o zaman orada neden yıllardır deprem olmuyor? Bu ve benzeri sorular çoğaltılabilir. Dolayısıyla da bizim dindar mahalle de maalesef depremi ve deprem olayını doğru anlamıyor ve anlatmıyor.
Eğer bizler depremden manevi anlamda dersler alacaksak ve anlatacaksak bunu doğru bir tanımlamayla ve anlatımla dile getirip insanları uyarmalıyız. Rabbim her insanın kendi yaradılışında hem de yerlerin, göklerin ve bu ikisi arasındakilerin yaradılışın da insanlar için Allah’ın gücünün kudretinin tek Rab ve İlah oluşunun delilleri olduğunu zaten kitabında bize bildiriyor. Dolayısıyla depremde bizler için Allah’ın diğer kevnî ayetleri olan güneş, ay, yıldızlar, dağlar, bulutlar, rüzgarlar ve benzerleri gibi ibretler dolu mesajları vardır. Hiçbir akıl sahibi depremdeki manevi mesajları, ibretleri elbette ki görmezden gelemez ve gelmemelidir de.
Deprem ve yanlış kader anlayışı!
Dediğimiz gibi deprem Allah’ın tabiata koyduğu bir yasasıdır. Akıl sahibi insan Allah’ın arzında Allah’ın bu yasasına uymakla uygun hareket etmekle görevli ve sorumludur. İnsan yeryüzünün imarı ve inşası ile sorumlu kılınmış bir varlık iken amma maalesef yeryüzünün düzenini bozan bir varlık görüntüsü ve çabası içinde hareket ediyor. Bugün yaşadığımız şehirlerde her taraf maalesef ki bilinçsiz bir şehirleşme ve yapılarla beton yığınları haline gelmiştir. Adeta inşaatları çoğaltma, kuleleri ve rezidansları yükseltme yarışı içindeyiz. Etrafımızda yeşil alanlar neredeyse pek kalmadı. Emin olunuz ki hayvanlar dile gelseler bu durumdan şikâyetçi olduklarını insanların yüzüne haykırırlardı. Bunun yanında çarpık şehirleşmeyle birlikte sağlıksız ve dayanıksız binalar inşa edildi. Toplumu idare edenler kendi siyasi ikballeri uğruna bunlara göz yumuyorlar ve fırsat veriyorlar. Adeta inşaat sektörü bir rant, köşeyi dönme sektörü haline gelmiştir. Nitekim ülkeyi yöneten yönetici açık bir ifadeyle İstanbul’a ihanet ettiklerini kendi ağzıyla dile getirip itiraf etme cesaretini gösterdi. Son 17 Ağustos 1999 depreminden bu güne rezidansları, kuleleri, alış veriş merkezlerini, stadyumları, çoğaltmak için gösterilen gayret ve çaba, depreme karşı dayanıklı uygun yapılara ve şehirleşmeye gösterilseydi inanın ki 6 Şubatta yaşadığımız deprem afete, felakete dönüşmeyecekti. Çünkü inancımız ve dinimiz, alınan tedbirlerin boşuna olmadığını bize haber vermektedir.
Bütün bu sebeplerden dolayı “deprem Allah’ın ayetidir, afet değildir” diyoruz. Afet bizim kendi tedbirsizliğimiz gafletimiz ve aç gözlülüğümüzün sonucudur. Betondan, demirden çalarsak daha çok kar yapacağım diye kalitesiz, dayanıksız binalar yaparsak Allah’ın ayetini afete dönüştürürüz. Japonlar, Müslümanın yapması gerekeni yaparak güvenli binalar yapıp 9 şiddetinde depremde bile evinden kaçmayı bırakalım, depremi seyrederken, bizler ise bina enkazları altındaki canları seyredip gözyaşı döküyoruz. Aslında kendi ellerimizle yaptıklarımızın sonucunu yaşamış oluyoruz. Maalesef sonrada yanlış bir kader anlayışıyla da bu afeti Allah’a ve kadere fatura ediyoruz. Geçmişte de insanlara zulmedenler “bu sizin kaderiniz” diyerek kendilerini masum gösterme yoluna gidiyorlardı. Dolayısıyla günümüzde de aynı anlayış “kader planı” olarak devam ediyor. Nitekim 6 Şubat depreminde bu sözü yine yetkililerin ağzından duyduk. Garip olan bir durumda şu ki afetten sonra bu binaları ve cennetten köşkleri yapan müteahhitlerin kaçarken tutuklanmalarıdır. Oysa yetkililer bu müttehitleri kaçarken değil binaları ve cennetten köşkleri yaparken takip etmeleri ve bu yıkıma fırsat vermemeleri gerekirdi.
O zaman adil bir yargılama! Bu enkazlarda payı olan herkesin hesap vermesidir. Adalette bu şekilde yerini bulmalı ve bundan sonrası için de ibret olmalıdır. Diğer garip olan bir durumda normal hayatta birbirini kandıran, dolandıran, birbirinin hakkına ve hukukuna riayet etmeyen bu toplumun böyle deprem sonucunda muazzam bir yardımlaşma ve dayanışma içinde olmasıdır. Keşke bizler bu afet olayında gösterdiğimiz sevgi, merhamet, dayanıma, paylaşma ve benzeri güzellikleri normal hayatta da yapabilsek. O zaman yaşadığımız hayat daha anlamlı ve güzel olacak. Hep beraber toplum olarak güvenli, huzurlu ve mutlu bir hayat yaşayacağız. Bu yönüyle deprem, topluma adeta sevgiyi, merhameti, birbiri için üzülmeyi ve ağlamayı, vermeyi, fedakarlığı ve sevmeyi öğretti. Bu deprem kış mevsiminde meydana geldi. 99 depremi ise yaz mevsiminde gerçekleşmişti. O zaman da şimdi olduğu gibi gece gelmişti. Lakin şimdi gece meydana geldiği gibi devamı gündüzde geldi. Yanı “her mevsim, her gece veya gündüz, her saat ve her dakikada gelebilirim, hazır olun” diyor bizlere.
Deprem tabiri caiz ise kıyametin işareti ve hatırlatmasıdır. Rabbinden gayrı sığınılacak, güvenilecek hiçbir güç ve kuvvetin olmadığının ispatıdır. İha’larıyla, Siha’larıyla şehir hastaneleriyle hava limanlarıyla, yollarıyla övünen bir ülkeyi bir dakikada çaresiz ve şaşkın bir hale getirdi. Dünya ölçeğinde ne kadar güçlü olursanız olun asla buna güvenmeyin çünkü gerçek güç ve kuvvet sahibi Allah’tır ve sizler O’na muhtaç olduğunuzu bir an bile unutmayın. Eğer unutarak yaşıyorsanız deprem size bunu hiç beklemediğiniz bir anda hatırlatıveriyor. Depremden korkmayın, yaptığınız çarık-çürük binalardan korkun. Toplum olarak siyasetten, hukuktan, aileden, ekonomiden, eğitimden tutun da her alanda manevi depremi yaşıyoruz. Maddi depremi ve önlemlerini konuştuğumuz gibi manevi depremi de konuşmalı, bunların da mutlaka önlemini ve tedbirini almalıyız. Maddi deprem ancak dünya hayatımızı mahveder. Manevi deprem ise asıl ve kalıcı olan Ahiret hayatımızı da mahfeler. Akıllı insan hem dünyasını hem Ahiretini imar etmeye çalışan insandır. Ahireti ise asıl hedefe koyarak bu gayret ve çabayı göstermelidir. Çünkü bizi, asıl deprem o gün bekliyor. “Rabbinize karşı gelmekten sakının. Kıyamet sarsıntısı gerçekten büyük bir olaydır. Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirdiği çocuğu unutacak, her gebe kadın karnındaki çocuğu düşürecektir. Ve insanları sarhoş olmadıkları halde sarhoş gibi göreceksin; çünkü Allah'ın azabı (kıyametin dehşeti) çok çetindir!” (Hac, 1-2)