Haberler

Haberler (101)

Gurbet24 TV Ekranında Şükrü Hüseyinoğlu ile Hasan Taştekin Ramazan ile ilgili

Bakara Suresi 183-185. ayetlerde bulunan kavramlar üzerinden 2. hasbihallerini gerçekleştirdiler. 

Bu hafta Kur'an Nesli İlim Merkezinde Hasan Çelenk "RAMAZAN'I KUR'AN'A TAHSİS ETMEK";

Rıdvan Dinçer ise "SAPTIRICILARIN SAPTIRAMADIKLARINDAN OLMAK" konulu sununm yaptılar.

HER MÜSLÜMANIN GÖREVİ: ÜMMETİN VAHDETİ İÇİN ÇALIŞMAK

Bir cemaatiniz var ise, bir hareketin içerisindeyseniz ve büyük bir hedefiniz bulunuyorsa size durmak, duraksamak ya da geri adım atmak yakışmaz. Siz, herkes dursa, bu yoldan geri dönse ve tek başına kalsanız dahi hedefinize doğru ve kararlı adımlarla, azmederek yürümeniz gerekir. Hiçbir kınayanın kınaması sizi yolunuzdan alıkoymamalı. Siz görevinizi yapmalısınız. Sonuç; Allah’a aittir. Tabii ki bu görevi yaparken plansız, programsız, rastgele bir yol takip etmek yerine “Allah’ın hükümlerini yeryüzüne hakim kılmak” için uygulanabilir, yere sağlam basan plan ve programlar yapmalı ve bunu yaparken de içinde bulunduğunuz toplumun ve size destek veren Müslümanların konum ve durumlarını, acil ve acil olmayan ihtiyaçlarını iyice tahlil etmeniz gerekir.           

Bu plan ve projelerde dikkat edilmesi gereken önemli bir hususta “Yapıcı ve birleştirici” olmasıdır. Müslümanları bölecek, parçalayacak veya birbirine düşürecek her türlü söylem ve eylem İslami hareket açısından uygun değildir. Kucaklayıcı olmak zorundayız. Birlikte hareket edeceğimiz insanlarla en azından ana esaslarda mutabık olmalı, ikinci derecedeki hususlarda birbirimizi hoş görecek bir olgunluğu yakalayabilmeliyiz. Bu bize güç ve zaman kazandıracaktır. Böylece Müslümanlar aynı hedefe doğru birlikte salih ameller oluşturacak ve bunu toplumda ve hatta dünyada yankı bulacak şekilde güçlü yapacaklardır. Böyle bir amel ve pratiğin oluşması ise inanıyorum ki İslam devleti ve İslam adaleti bekleyen gönüllere huzur verecek ve Müslümanlar yarınlara daha olumlu bakacaklardır.

Değerli kardeşlerim! Her Tevhidi cemaat veya dernek, vakıf kendi başına olumlu özellikleri olsa da asıl hedefe varılması açısından eksik kalacaktır. Büyük İslam cemaatinin oluşması tüm Tevhidi cemaatlerin ortak hedefte birleşmesi, güçlerini, maddi ve manevi tüm imkanlarını birleştirmesi, birbirlerini sevmesi ve güvenmesi ile olacaktır. Bunun için gayret etmek tüm Müslümanların görevidir.

Son yıllarda özellikle 15 temmuz darbesi ve onunla ilgili gelişmeler Türkiye’de hiç olmadığı kadar milliyetçiliği (kavmiyetçiliği) güçlendirmiştir. Bununla birlikte iktidarı elinde tutanların demokrasi ile alakalı söylem ve tutumları da halkın Tevhide ulaşmasının önünde ciddi bir engel olmuştur. Halka, İslam’ın kabul etmeyeceği beşeri bir düzen olan demokrasi eli abdestli yöneticiler tarafından benimsetilmiştir. Hatta bu şekilde sadece halkın değil Tevhidi camiaların içinde bile birçok muvahhid Müslümanın ayağı kayabilmiştir. Böylece sonuçları itibariyle oldukça vahim bir tablo ortaya çıkmıştır.

Yukarıda anlatılan ve süreç içerisinde ortaya çıkan bu tablo, halka Tevhidi anlatmaya, onları Nebevi hareket metoduna çağırmaya çalışan muvahhid Müslümanları zor duruma düşürmüştür. Bir yanda haksız tekfir kılıcına sarılarak kendinden başkasını Müslüman görmeyenler,  diğer tarafta haksız teslimi şiar edinerek herkesi Müslüman görenler. Terazi bir türlü dengeye getirilememiştir. Bunun sonucunda da son 15 yılda Tevhidi camia’da şiddetli bir kan kaybı yaşanmıştır.

Bu durumun elbette birçok sebebi vardır. Ancak benim nacizane gördüğüm en önemli sebeplerden bir tanesi “ Müslüman cemaatlerin birlikte hareket edememeleri ve sadece kendi bünyelerinde kalmalarıdır.” Şu an içinde bulunduğumuz durum bu düşüncemi kuvvetlendirmektedir.

Bu nedenle acilen Tevhidi camianın önde gelen Hocaları, Alimleri, Kanaat Önderleri, Düşünürleri, Yazarları bu duruma yönelik çözümler bularak ortaya koymalıdırlar. Laf değil amel üretmelidirler. Yoksa Allah’ın huzurunda büyük bir pişmanlık duyma ihtimalleri bulunmaktadır. Yine bu çözüm sadece yazmış olduğum kişilerle sınırlı kalmamaktadır. Her Müslümanın, ümmetin bu durumuyla alakalı düşünmesi ve ortaya bir çözüm koyması gerekmektedir.

İşte tam da konunun burasında şunu belirtmek istiyorum. Her Müslüman diğer Müslümanlarla özellikle kardeşlik ve vahdet konularında iletişime geçmeli, bir araya gelmeli ve tanışmalı. Bu çabaların sonucunda ise Müslümanlar birbirlerini sevmeli ve güvenmeli. Sanal ortamlar hayatın içine taşınmalı. İnanıyorum ki böyle pratikler Allah’ın hükümlerinin hakim olacağı ve Müslümanların vahdet olacağı günlerin gelmesini hızlandıracaktır.

Hepimizin isteği, özlemi bu yöndedir. Hepimiz içinde bulunduğumuz dünyada beşeri düşüncelerin hakimiyetini istemiyoruz. Hepimiz gerçek adaletin ancak Allah’ın şeriatiyle olacağını ve başsız kalan Müslümanların, önlerinde onları birleştirecek, Kur’an ve sünnetle hükmedecek bir halife istiyoruz. Öyleyse daha çok çalışmalıyız. Oturmaya, durmaya, boş işlerle uğraşmaya hakkımız yok. Haydi Müslümanlar Allah için, İslam için, mazlum Ümmet için nefsi ve hevai düşüncelerimizden vazgeçelim. Kardeşlik ve vahdet için uzatalım ellerimizi…

  Selam ve dua ile…

Gurbet24 TV Ekranında Şükrü Hüseyinoğlu ile Hasan Taştekin Ramazan ile ilgili

Bakara Suresi 183-185. ayetlerde bulunan kavramlar üzerinden hasbihal ettler. 

Ya Rabbi!

Dinini bizlerden koru.

İslâm’ın sınırlarını reelpolitik uğruna gevşeten, beşeri otoriteleri ilahi otoriteye tercih eden, dini ifade ve söylemleri dünyevi çıkar hesaplarıyla kirleten, işimize geldiği kadar dine tabi olan, ikbal hesaplarıyla kavramların içini boşaltan, içtihad ve tevillerle maksat ve manayı rehin alan, dünyaya ve dünyalıklara gönüllü teslim olan tipler olduk biz.

Mazlum postundaki zalimlerden, müslüman kılıklı liberal muhafazakârlardan, muhlis görünümlü muhterislerden, muttaki geçinen mürayilerden,  hizmetkâr sanılan efendilerden koru.

Çünkü din bizim için bir varoluş sebebi, ölüm-kalım meselesi değil, kırmızı/yeşil çizgimiz olmaktan çıkalı çok oldu.

Ey Rabbimiz!

Dinin sahibi sensin.

Aziz dinini bizlerin elinden kurtar.

Biz aybaşı, yılbaşı, doğum, eğitim, düğün, cenaze… Vakıf, dernek, cemaat, stk, sendika, parti, iktidar, hükümet, devlet, savaş, barış… gibi ömürlük işlerle uğraşıp ‘küçük istasyonlarda’ oyalanmaktan insan olmaya, ahirete hazırlanıp müslüman gibi yaşamaya bir türlü vakit bulamadık. Bu bizim herhangi bir şekilde var olmakla yaşamayı birbirinden ayırt edemediğimizi gösteriyor.

Sağ salim ‘ana/asıl istasyona’ varmak, Rabbimize alnı ak, başı dik olarak kavuşmak için; sağlam bir imana, istikrarlı bir kalbe, doğru tercihlere, ilkeli düşüncelere, şahsiyetli duruşlara, iradeli bakışlara, salih amellere, doğru kararlara, müstakim direnişlere, umutlu, özverili yönelişlere ihtiyacımız olduğunu unutmuş veya bilmiyor gibiyiz sanki.

Ya Rabbi!

Din bizim yaşayış tarzımız değil. O artık pek çoğumuz için itinayla giyilip kullanılan bir giysi/aksesuar, her şeyin üstünü kendisiyle örttüğümüz ipekten bir şal gibi.

İslâm, Kur’an bizler için ölçü, hayat/hidayet rehberi, yol haritası değil. O artık bizim dünyalığımız, rızık kapımız ve geçim kaynağımız oldu.

Bizler, dünyadan kazanıp dinine harcaması gerekirken, dinden geçinmeye/kazanmaya ve dünyalıklara yatırım yapmaya çalışan dalkavuk, asalak, zamane tüccarları olduk.

Özü bırakıp kabukta gezinen, mış gibi yapan, gösteriş meraklısı, riyakârlarız biz. İki satır okumayla, üç günlük bilgiyle, malumatfüruş birer kibir abidesine dönüştük çoğumuz.

Dine uymayı değil, dini kendimize uydurmayı seçtik. Dinin hükümlerine tabi olmamız gerekirken, onu ele geçirip teslim alarak, hükümlerinin güncellenmeye ihtiyaç duyduğunu dillendirme hadsizliğini gösteren bahtsızlar olduk.

Asıl olan dini öğrenmek, anlamak ve hayatın içinde yaşayarak temsil etmekti oysa. Yapılması gereken güncelleme bizim teslimiyetimizde, yaklaşımımızda, anlayışımızdaydı. Kalbimizde, aklımızda, düşüncelerimizde taşıdığımız cahiliye kirleri, tortular, beşeri montajlar, artırma ve eksiltmelerdi söz konusu olan. Güncellenecek olan önyargılı, şartlı inanışlarımız ve taşıdığımız bagajlardı. Bunlardan kurtulmak yerine dine dair reformlara diktik gözümüzü. Ve hiç rahatsız olmadık bundan.

Ya İlahi!

Görüyor ve biliyorsun ki

Çıtayı çok düşürdük. İnsani ilişkileri bile sürdüremiyor, koruyamıyoruz. Kendimiz gibi veya kendimizden olmayanları üzüyor, sevmiyor, yok sayıyoruz.

Kendi cehaletimiz, içimizdeki işbirlikçiler veya bu dinin kadim düşmanları eliyle oluşturulan ve kendisine tabi olmamız istenen “paralel dinler“le ‘paralel devlet’ yapılanmalarına üzülüp kahrolduğumuz kadar mücadele etmiyor hatta önemsemiyoruz bile.

Sentetik, oportünist, şüpheli veya haram şeylerle beslendiğimiz için olsa gerek tarihin zamanın, cennetin, hakikatin sesini duyamıyor, rengini göremiyor, kokusunu alamıyoruz, ışığına ulaşamıyoruz artık.

Ey Allah’ım!

İslâm’ı temsil iddiasındaki müslümanların muhtemelen en kötü temsilcileriyiz. Bizim yaşayışımıza (eğitim, ticaret, siyaset, kültür, sanat) bakarak ahirete yönelenler, Allah’a, kitaba, peygamberlere ulaşanlar, dine, dindarlığa özenenler yok malesef.

Ve özrümüz de kabahatimizden büyük. Modern zamanların imtihan ve şartlarının önceki zamanlara benzemediğini sanıyoruz.

Helal ve haramın sınırlarını tekrardan belirlemeye, dünya ve ahiret gerçeklerini tanımlamaya bile yeltendik. Daha nice şeylere cüret ettiğimizi biliyorsun.

Ya Rabbi!

Dinini bizim elimizden, dilimizden kurtar ve koru.

Bizler evlat, mal, mülk, servet, sağlık veya imkânları birer emanet ve geçici olarak aldığını unutup bunların gerçek sahibiymiş gibi hareket eden, hakikate kalbini, gözünü, kulağını tıkayıp bencilce hareket eden türedi bir nesil olduk.

İbadeti siyaset, siyaseti ibadet olan bu dinin mükerrem, mübarek ilâhî/nebevî/Kur’anî siyasetini bırakıp aziz İslâm’ı laik, seküler, muhafazakâr zihniyetlerin himaye ve hizmetinde kullanarak demokratik siyasete meze/sos yaptık.

Tekfirci fırkaların güncel versiyonları eliyle nice müslümanların toprağına, ırzına, geleceğine musallat olduk, kanına girdik.

Omurgasızlığın, kimliksizliğin, yanlış tercihlerin, ontolojik mücadele zafiyetinin, bedelini defalarca ödedik. Fakat yine de kaygan zeminlerde, puslu ortamlarda bulunmaktan, kaypak kişilerle görüşmekten, akçeli ilişkilere girmekten çekinmiyoruz.

Ya İlâhî!

Bu dini bizlere bırakma.

Dini bizlerden al, elimizden kurtar.

Bizleri dinin eline, emrine, hizmetine ver.

Farz-u muhal, Hz. Muhammed (sav) gelse ‘bu din benim dinim değil, böyle bir din tebliğ/temsil etmedim’ diyecek kadar onun kimyasını bozduk, ucubeye çevirip tanınmaz hale getirdik.

İslâm’a hizmet ederek onunla şeref bulacağımız yerde, dini kullanmaya, onu ülkelere, coğrafyalara, kendimize hizmet ettirmeye çalışan muhterisler olduk. Halbuki ailemizi, iktidarlarımızı, coğrafyalarımızı ve insanlığı dinin hizmetinde bulunmaya, İslâm’la şereflenmeye çağırmalıydık. Asıl sorumluluk buydu.

Ey Rabbimiz!

Bizler çok kirlendik.

Senin aziz, mükerrem dinini, dünyalık hedeflerimize, kariyer planlarımıza ulaşmak için atlama taşı, koltuk değneği gibi kullanmaktan utanmadık. Kendimizi dine ilaveler yapmaya ve dinden iskontolarda bulunmaya hak sahibi gördük.

Kendimize ikbal, istikbal, iktidar devşirirken aziz dinini; vakıfların, sendikaların, derneklerin, stk’ların, iktidar siyasetinin adeta arka bahçesi gibi gördük. Dini halen istetme, yeşilay, kızılay, sarı sendika gibi hoyratça kullanmaya, ondan otorite ve meşruiyet devşirmeye devam ediyoruz.

Kur’an’dan, siyer’den, sünnet’ten öğrenmeyi terk edip bıraktığımızdan bu yana tarihin hurafeler çöplüğünde din adına üretilen hezeyanlardan besleniyor ve zelil bir şekilde öleceğimiz günü bekliyoruz.

Siyaset ahlâkımız, konjonktürel tavırlarımız, ulusal/bölgesel/küresel tercihlerimiz, emperyalist, kapitalist, siyonist unsurlarla işbirliğimiz ve buna karşın din kardeşlerimizle olan mesafeli/ikircikli ilişkilerimiz bizi yeterince ele veriyor.

Ey bize şah damarımızdan daha yakın olan Rabbimiz!

Sabahtan akşama kadar, din, dava, siyaset konuşuyor fakat derin çelişkiler taşıdığımızı ve kimlik krizleri içinde olduğumuzu göremiyoruz.

Güç ve egemenlik beklentilerimiz, ahlâkın, adaletin, dinin önüne geçmiş bulunuyor. Mikro boyutlarda olsa bile kendimize bir iktidar alanı oluşturmak için bütün imkânlarımızla seferber oluyor ve bunu dindarlık, müslümanlık adına yapıyoruz.

Allah (cc)’a din öğretmenin pek çok versiyonunda rol alıyor, köşe kapıyor, görev üstleniyor ve bununla gururlanıyoruz.

Ya Rabbi!

Bizi birbirimize bırakma.

Bizi kendimizle baş başa bırakma.

Bizlere hamd, şükür, kanaat, zikir, tevazu, cömertlik, ihlas, fazilet bahşet. Cehalet, nifak, isyan, tuğyan, zulüm gibi haddi aşmalardan sana sığınırız.

Nefsin, ailenin, düşmanın, tuzaklarından, vesvesesinden bizleri kurtar. Senden rahmetini, merhametini, bağışlamanı, şefaatini umuyor ve istiyoruz.

Dua ve niyazlarımızın, isteklerimizin, salih amellerimizin sana ulaşmasını engelleyen, haya perdesini yırtan, nimetleri azaltan kusur ve günahlarımızı bağışla.

Hayatın, ölümün, dinin, diyanetin, dünyanın sahibini, kainatın yaratıcısını hakkıyla tanımak ve teslim olmak istiyoruz. Özeleştiri yapmak, özümüze dönmek ve sözümüzde durmak istiyoruz. Duaların, tövbelerin gölgesine sığınmak ve merhametinle serinlemek istiyoruz.

Ya Rabbi!

Pişmanlıklarımızı, gözyaşlarımızı bizden kabul buyur ve secdelerimizi çoğaltmamıza yardım et. Haddimizi ve sınırlarımızı bilmeyi, lokal, parçacı arayışları, anlayışları terk etmeyi, bütüncül yaklaşımı, meşru sınırlarda yaşamayı bizlere lûtfeyle.

Bak dediğin yerden bakmayı, yürü dediğin yöne yönelmeyi, dur dediğin yerde de durmayı… Allah(cc)’tan geldiğimizi, yine O’na döneceğimizi, itaat ve kulluk için bedeller ödenmesinin sünnetullah olduğu farkındalığını… Tevhid, vahdet, ümmet duvarında birer tuğla olmayı nasibet.

Aynılaşmayı, farklılaşmayı, ifrat veya tefriti, ulusal/yerli/millî/hamasî konjonktürel, marjinal oluşumları değil… Evrensel İslâm Ümmetini teşekkül ettirmeyi, İlâhî nizamı tesis etmeyi… Yalnızca İslâm’la sabıkalanmayı, hareket/mücadele ile kıdemlenmeyi bizlere lûtfet.

Bizleri resullerin, hidayet elçilerinin, sıddıkların, salihlerin, şehidlerin, nimet verdiklerinin izi sıra yürüyen muvahhidlerden, hizbullahîlerden eyle.

Bizleri aziz dinin sahibi değil hizmetkârı olduğumuz, bizim dinin yegâne temsilcisi olmadığımız daha nice insanların veya oluşumların var olduğu hakikatine ulaştır. Kardeşlerimizle kucaklaşmayı, Allah(cc) yolunda yarışmayı ve yardımlaşmayı sevdir.

Bizi yolsuz, mücadelesiz, sensiz, yardımsız ve yalnız bırakma Allah’ım.

Ramazan denince aklımıza hangi hususlar gelmektedir? Ramazan deyince oruç tutmak, ibadet, takva ve en önemlisi de Kur’an geliyor aklımıza. İçinde kadir gecesini barındıran ve Kur’an’ın indiği aydır Ramazan ayı. Hepimiz söyleyip geçiyoruz, bilinçlimi yoksa bilinçsiz mi yapıyoruz bilmiyorum. Ben şuranın çok önemli olduğunu düşünüyorum; Kur’an’ın indiği ay ne demek? Buradan anladığımız kitabın inmesi mi yoksa çok daha ötesinde bir mesaj mı var? Kur’an neye ve neden iniyor, kime iniyor, inmekten kasıt nedir? Bunları iyi okumamız lazım. Bir şeyler iniyor ve kimden kime gidiyor? Yaratıcıdan yaratılmış en şerefli mahlûk olan insanoğluna iniyor. Bu inen sıradan bir şeyin inmesi değildir. Yaratıcıdan insanlığa, bir kurtuluş mesajı iniyor. Yeniden inşa olma, yeniden batıldan aydınlığa gidişin yol haritası iniyor. Bu inişi şöyle okumalıyız; İnen vahiy yeniden bir inşa süreci başlatıyor, bir milat oluyor, geçmişteki yanlışlardan, yanlış inanışlardan yeniden bir iman inşası öneriyor.

Bu inen mesaj, insanlık için örnek olarak seçilen resulün örnekliğiyle insanlığa yol gösteriyor. Siyer okuyan herkes bunu rahatlıkla görecek. İnen mesaj, resulü nasıl yeniden inşa ediyor? Kendisine uyanlar nasıl yeniden bir başlangıç yapıyorlar? İlk nesli iyi incelediğimizde bu inen mesajın onları nasıl da değiştirip, inşa ettiğini okuyoruz. Peki, bu inen mesaj neden bizde aynı tesiri bırakmıyor? “Sıradan bir kitap gibi okuyup geçiyoruz” dersiniz. Kanaatimce biz bu mesajı olduğu gibi saf ve temiz haliyle okumuyoruz. Bu mesajı kendi bulanık zihnimizle yorumluyoruz ve belki de farkında olmadan tahrif ediyoruz.

Bu inen vahiy, mesaj, o dönemin insanları için yeni bir önermede bulunuyordu. Bu önerme her zamanda ve her çağda aynıydı. Yeni bir başlangıç, yeni bir düzen öneriyordu. Bu önerilen, Kur’an’ı kendilerine yurt edinmeleri gerçeğiydi. Eğer bugün biz vahyi insanlığa götüremiyorsak, insanlık fevç fevç bu mesaja gelmiyorsa, bizim insanlığa sunduğumuz bir yurt, vatan yok ondandır. Biz önce, bu inen mesajın en temel hedefinin, bir yurt inşa etmek olduğunu görmek zorundayız. Bugün bu toplumun Müslümanlarına düşen en temel görev, okuduğumuz vahyin, bizi davet ettiği yurdu inşa etmek olmalı. Kur’an yurdunu inşa edemeyen insanlık, onun ahkâmını uygulayacak bir topluluk da bulamaz.

Bugün bütün Müslümanlar bir amaç için çalışmak zorunda. İlk işimiz olarak Kur’an yurdunu yeniden inşa etmeliyiz. İnşa ettiğimiz bu yurtta inen vahyi uygulayacak, bir toplum inşa etmeliyiz. Bugün vahiy ve mesaj elimizde ama bu vahyi ve mesajı uygulayacak bir yurdumuz maalesef yok. İşte mesajın anlam bulması için bu mesajın istediği yurdu inşa etmek, bugünün Müslümanlarının en temel görevi. Ramazanı ramazan yapan işte tamda burada saklı. Ramazan kendi yurdunda bir anlam ve değer ifade eder. 

Hz. Peygamber’in hayatını okuyan her Müslüman bu hakikati görecektir. İlk inen vahiyle beraber Peygamber, ilmek ilmek bir inşa süreci başlatıyor. Onu insanlığa okuyup geçmiyor, ben okudum anlattım, işim bitti demiyordu. Bu yurdu inşa etmek için gerekirse canından vaz geçiyor, malından, kazancından, dünyalık menfaatinden vaz geçiyordu. Yetmiyor, yaşadığı topraklardan uzaklaşıyor, hicret ediyordu. Bütün bunlarla Rabbinin istediği yurdu inşa etmek istiyordu. Bu yurdu inşa eden, inen mesajı, vahyi bu yurtta uygulayacak ve insanlığa rehberlik edecekti. İşte bu yurtta Ramazanında, Kadir gecesinin de bir anlamı ve değeri olacak. Kur’an’ın istediği yurdu kurmak ve bu yurdun değeri olan Ramazan ve Kadir gecelerinin gerçek mahiyetine ulaşmasını sağlamak en temel görevi olmalı bu toplumdaki Müslümanların.

Bugün Ramazan da Kadir gecesi de boynu bükük, öksüz, garip ve yetim bırakılmıştır. Çünkü bunların vatanı, yurdu yok, mahsun ve garip kalmışlar. Ramazanı aziz kılmak, Ramazanı mebrur kılmak istiyorsak önce onun yurdunu inşa edip, Ramazanı kendi yurduna kavuşturmak zorundayız. Ramazanın bizlerden razı olmasını istiyorsak, onu kendi yurduyla taçlandırmak zorundayız. Kadir gecesinin bin aydan daha hayırlı olmasını istiyorsak, Kadir gecesini kendi yurduna kavuşturmak zorundayız. İşte o zaman Kadir gecesinde inen vahiy, bizi inşa etmiş olacak.

Bugün, eğer zillet içinde bir İslam dünyası varsa, işte sorunun temelinin burada olduğunu unutmayalım; İslam’ın kendi yurdunun olmaması. Kendi hükümlerinin uygulandığı yurdunun olmamasıdır. Ramazan insanlığa; pide kuyrukları, mükellef sofralar kurmak, eğlence cümbüşleri yapmak için gelmemektedir. Ne yazık ki biz Ramazanı getirip buralara bağlıyoruz. Bunları kendimizi ve vicdanlarımızı rahatlatma alanlarına dönüştürdük. Bunun en temel sebebi bedel ödemeyi, hakkı ve hakikati savunmanın bedelini göze alamadığımız için uydum topluluğa deyivermemizdir.

Ramazanın izzeti ancak ve ancak Kur’an’ın istediği yurtta yerine gelir. Yurdundan uzak sürgün yaşayan bir Ramazan, Ramazan olamaz. Ramazan olsa da garip olur ve bu Ramazanın bayramı da olmaz. Ramazan; ibadet, oruç, zekât, infak gibi değerleri içinde barındırıyor. Ramazan hakkıyla yaşandığında, onun izzeti yerine gelince sonu bayram olur. O bayramda ancak Kur’an’ın kendi yurduna kavuşmasıyla olur.

Ramazan aslında bir devrimdir, Ramazan şuurunda olanlar bunu fark ederler. Çünkü Ramazan, 11 ayın içindeki yeri farklıdır. Diğer aylarda ki rutin yaşantıdan kişiyi ayırarak farklılığı getiriyor. 11 ay boyunca yaptığınız rutin yeme-içme alışkanlıklarımızı farklı bir düzene koyuyor, rutin yapılan ibadetlere yenilerini ekliyor, adeta insanı farklı bir alana taşıyor. Bu bir devrimdir. Her zaman yaptıklarınızdan farklı bir ay yaşıyorsunuz, gün boyu aç kalıyor, Teravih namazı kılıyor, sahur diye gece kalkıp yemek yiyorsunuz. Normalden farklı bir yaşama evriliyorsunuz. Bunun adı da tam olarak bir devrim. İşte ramazanı bu şuur ile okuduğunuzda bizlere bir mesaj veriyor. Bu mesajın Müslümanlara bir devrim mesajı olduğunu unutmayalım.

İnsanı rutin yaşamdan alıkoyup, yeni bir evreye yöneltiyor, bir devrim yapıyor hayatımızda. Bedenimizde bir devrim ve arınma yapıyor. Müslümanlara bir mesaj veriyor, “ben geldim seni değiştiriyorum. Senin bütün uzuvlarında bir devrim yapıyorum, seni değiştiriyorum”. İnsan ramazanla değişiyor, zekât veriyor; daha cömert oluyor, daha fazla ibadet ediyor, normali değiştiriyor. İşte bütün bunlar yaptım oldu mantığı veya ezberciliğinden sıyrılıp bir şuur bilinci inşası yapıyor insanda. İnsanı inşa ediyor. Bu inşanın temeli ve en önemli yeri Kur’an’ın bizlerden istediği yurdu inşa etmek.

Kadir suresi Mekkeli müşriklerin yurduna inmedi. Çünkü o zamanlar Mekke buna layık bir yurt değildi. Kadir sûresi Müslümanların yurduna indi. Çünkü Müslümanların yurdu, bu sûrenin kadri kıymetine layıktı. Bizde kadir süresinin bizlere inmesini istiyorsak, Kur’an’ın bizden istediği yurdu inşa etmek zorundayız. Biz Kur’an’ın yurdunu inşa edersek Kadir sûresi bize inecek ve bizi inşa edecektir. Sadece kadir sûresi değil, Kur’an bizim yurdumuza fevç fevç inecek, bizleri inşa edecektir. Bizler, Rabbimizin, bizden istediklerini yerine getirince, Rabbimizde bize karşılık verecek, bizi kuşatıp rahmetine düçar kılacak. Kur’an yurdunu inşa eden ve Kadir sûresinin ineceği topluluk olmamız duasıyla.

Kur'an Nesli İlim Merkezi'nin bu haftaki Cuma Sohbetinde Hasan Çelenk "Harameyn İzlenimleri" başlıklı bir sohbet gerçekleştirdi.

Kur'an Nesli Minberinde ise Şükrü Hüseyinoğlu "Ubudiyet Bütünlüğü Ve Ramazan" başlıklı bir hutbe irad etti.

Ramazan ayı nice hayırların gökten üzerimize yağdığı, nice güzelliklerin doyasıya bizi sardığı cennet kokulu günlerdir. Bize tam bir ay boyunca tevbe ile günahlarımızdan arınma, tefekkür ile hakkı bulma, zikir ile Allah’a yaklaşma, gözyaşı ile huşu ve takva’ya varma fırsatını veren mübarek bir aydır. Ramazanı anlamak için aslında hakkıyla yaşamak gerekir. Hakkıyla yaşanmadan anlatılan Ramazan hakkındaki sözler hep eksiktir.

Bir rüzgardır, Ramazan. Ilık ılık esen ve kendisini tutanı selamet yurdunun kıyısına götüren bir rüzgar… Bir rehberdir, Ramazan. Onun kılavuzluğuna sığınanları Rabbine doğru giden yola ulaştıran bir rehber…

Ahmed hocamın deyişiyle bir doktordur, Ramazan. Ruhumuzda ve bedenimizde ne kadar hastalık varsa teşhisini de tedavisini de bize gösteren, bize reçete yazan, ilacını içinde taşıyan ve hastalıklarımıza şifa vesilesi olan bir doktor.

Ramazan dediğimizde söyleyecek o kadar söz gelir ki dilimize… Ama önemli olan en doğru şekilde tarif edebilmek ki ben acizim bu konu da. İşte Rabbimiz anlatıyor, Ramazanı:

“O (sayılı günler), doğruyu eğriden ayırma, gidilecek yolu bulma konusunda açıklamalar ve insanlara rehber olarak Kur’an’ın indirildiği ramazan ayıdır. Artık içinizden kim bu aya yetişirse onu oruçlu geçirsin…” (Bakara,185)

Ve Allah’ın Rasulü buyurdular ki:                                                                                                

"Kim, faziletine inanarak ve karşılığını Allah'tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır." (Buhârî, Îmân 28, Savm 6)

Gecesi ile gündüzü ile, iftarı ile sahuru ile bambaşka bir iklimdir, Ramazan. Manevi atmosferi oldukça yüksek olan Ramazan ayının her gününü ayrı ayrı güzellikler süslemektedir. Hele hele son on gün. Yani İtikaf günleri ve onun içinde bulunan ve tekli gecelerde aradığımız kadir gecesi. Maneviyatın zirveye ulaştığı, Rabbimizin merhametinin ve affının coştuğu, rahmetin sağanak sağanak mü’minlerin üzerine yağdığı çok özel ve eşsiz anlardır. Bu anları kaçırmamak, hayatımızda bir defa da olsa yakalamak lazım. Belki bu sene benim hayatımın son Ramazanıdır, diye düşünmeli ve gücümüz nispetinde ibadetlerle Rabbimize kendimizi affettirmek için gayret göstermeliyiz. Bakın geçen sene Ramazanı gören yüzbinlerce insan bu sene yaşamıyor. Bu Ramazanda içimizden belki yüzbinlerce Müslümanın son Ramazanı. Bu bilinçle önümüzdeki mübarek ayı en iyi şekilde değerlendirmeliyiz.

Değerli kardeşlerim şunu da unutmamak gerekiyor ki Ramazanı Ramazan yapan, İndiği geceyi kadir gecesi yapan Kur’an’ı hakim’dir. Bu yüce kitabın bu ay ve bu gece içerisinde inmesidir. Kur’an nereye indiyse orayı kıymetlendiren bir kitaptır. Ramazan ayında indi ve onu on iki ayın sultanı yaptı. Normal bir gecede indi ve o geceyi 30 bin geceden daha üstün kıldı. Çünkü bu kitap hakla batılı ayırd eden, alemlerin rabbi Allah’ın kendi sözlerinden oluşan bir hitab’tır. Bu hitab bir Mü’minin kalbine inse onu da bu hitabın inmediği otuzbin kişiden üstün eyler. O nedenle bu mübarek ayda yapacağımız en değerli iş Kur’an’ı okuyarak, anlamaya çalışmak ve anladıklarımızı hayatımızın içerisinde pratiğe dönüştürmek. Eğer bu olursa inanın Ramazanınız gerçekten mübarek olmuştur.

İçerisinde Kur’an okumak, infak ve zekat vermek, farz namazları daha huşu ile ihya etmek ve ayrıca nafile namazlar kılıp alışkanlığa dönüştürmek, sabretmek, şükretmek, hamdetmek, bol bol dua, niyaz, tevbe, tevekkül, Allah’ı zikretmek, itikaf yapmak, Allah için yalnız midemize değil, ağzımıza, gözümüze ve tüm bedenimize de oruç tutturmak ve daha birçok güzel ibadetin var olduğu ve her bir sevaba Ramazan ayına mahsus taltiflerin yapıldığı bu zaman dilimlerini ve bu muhteşem fırsatları kaçırmamak lazım.

Şunu da unutmamak gerekir ki bu Ramazan günlerinin yukarıda ifade ettiğimiz manevi havasını ve olacak etkilerini gideren, yok eden ve kişiyi bu güzelliklerden uzaklaştırıp mahrum bırakan düşünce ve yaşayış şekilleri vardır. Özellikle bu ayı ibadet ayından çok eğlence ayına çevirme gayretleri ne yazık ki Müslümanları esas amaçlarından saptırmakta büyük başarı elde ediyor. Ramazanı ibadetle, tefekkürle, Allah’ı zikirle ihya etmesi gereken Müslümanlar, mükellef ve israf dolu iftar ve sahur sofraları kurmaya, cami cami, türbe türbe gezmeye, televizyon başında eğlence, siyaset ve futbol programları izlemeye, kendisine faydası olmayacak şeylerle uğraşmaya çalışıyor veya yönlendiriliyor. Böylece insanımız için Ramazan bomboş gelip bomboş geçmiş oluyor ve sonundaki bayram ise anlam ve mahiyetini yitirip şeker bayramına dönüşmüş oluyor. Şunu idrak etmeliyiz ki bu hayata bir defa geldik ve öleceğiz. Öldükten sonra ise dünyaya geri dönüş imkanımız olmayacak. Şu kısacık dünyada Allah’ın rızasını kazanarak ebedi olan cennete gitmek için yaşıyoruz. O halde akıllı kişi bu kısa zaman dilimini en güzel şekilde değerlendirir. İşte Ramazan bunun için olmazsa olmaz bir zamandır. Her türlü kötü alışkanlığı terkedebilmemiz için manen eğitilebileceğimiz arınma günleridir. Kötülerden ve kötülüklerden uzak durmak, kötü alışkanlıklarımızı düzeltmek için harika bir fırsat ayıdır, Ramazan.

Bu güzel ayı fırsat bilip Müslümanlarla bir araya gelinmeli ve sevgi dolu bir şekilde kucaklaşılmalı. Varsa küslükler, kırgınlıklar unutulmalı. İman bağıyla Rabbine sımsıkı bağlanan ve kardeşlik bilinciyle Mü’minlere elini ve kalbini uzatan, İslam davasının bir neferi olma sevdasıyla yanıp tutuşan gönüller için Ramazan çok kıymetlidir. Her anı her saati bir hazine mesabesindedir. Bir gönül almak, bir yetimin başını okşamak, bir çaresize yardımcı olmak, bir kimsesizi ziyaret etmek vs. Kur’an ve sünnetten daha nice güzel ameller öğreniyoruz. Bu ameller bizi cennete taşıyacak köprülerdir. Hele bir de Ramazan’da ifâ edersek…

Değerli kardeşlerim Ramazan ayrıca hakla batılın ayrıldığı zaman dilimleridir. Rabbimizden feraset ve basiret sahibi olmayı dilemeliyiz. Çünkü ancak feraset ve basiret sahibi olanlar hakla batılı ayırtedebilirler. Bazı insanlar göreceksiniz. Onbir ay İslam’a ve Müslümanlara demediğini bırakmayıp, kin kusarlar. Her türlü hakareti yaparlar. Ama Ramazan geldiğinde sanki o İslam’a düşman olanlar gitmiş yerlerine dört dörtlük Müslüman insanlar gelmiş. Bir de iftar ve sahur yapıp sosyal medyada paylaşırlar. Paralarını göstere göstere halka dağıtırlar. Bunlar hep menfaatleri içindir. Bu tip insanlara kanmamak ve onlarla Allah yolunda mücadele etmek gerekir. Müslümana düşen böyle sahtekar din düşmanlarını ifşa etmektir. Plan ve tuzaklarını ortaya çıkarmaktır.

Bu vesileyle şunu da yazmak istiyorum. Müslümanın bir penceresi vardır. Kur’an ve sünnet penceresi. Her türlü olaya ve meseleye bu pencereden bakar. “Bence” lerden daha çok “Allah ve Rasul’üne göre” ifadeleri olmalıdır hayatının merkezinde… O Allah için yaşar, Allah için sever, Allah için buğzeder ve Allah için ölür. İbadetleri ve kurbanı Allah içindir. Hayatının merkezinde Allah vardır, Kur’an vardır, Peygamberimiz ve sünneti vardır. Müslüman için bu anlamda yukarıda saydığımız vasıfları güçlendirme ve daha kaliteli hale getirme ayıdır Ramazan.

Değerli kardeşlerim eğer öncelikle Kur’an’ı metni ve mealiyle bir defa okumalı ve anlamaya çalışmalıyız. Unutmayalım ki anlamadığımız bir kitabın bize faydası olmaz. Kur’an’ı metninden okuyamıyorsak eğer hemen bu ayı vesile edinerek “elif ba” derslerine başlamalıyız. Bir ay bize çokça yetecek bir zamandır. Eğer Kur’an’ı okuyabiliyor ise ayrıca ezberimizi arttırabiliriz. Ayet ve sureleri ezberleyip namazlarımızda okuyabilir ve bu şekilde Kur’an’la ilişkimizi daha da güçlendirebiliriz. Meal okurken anlamadığımız yerleri tefsirlere bakabilir, yine anlayamazsak Kur’an’ı iyi bildiğini düşündüğümüz bir hoca veya alime sorarak öğrenebiliriz. Kur’an’la alakalı bol bol vaaz ve sohbetler dinleyebilir, kitaplar okuyabiliriz.

Bu güzel ayın nimetlerinden yalnızca kendimiz değil eşimizin, çocuğumuzun ve yakın akrabalarımızın da faydalanması için çemberi geniş tutarak hep birlikte istifade edecek manevi ortamlar oluşturabiliriz veya oluşturmalıyız. Özellikle çocuklarımıza bu ayla, oruçla ve Kur’an’la alakalı bilinç vermeliyiz. Allah ve rasulünü o küçük gönüllere yerleştirmek için bulunmaz bir vesiledir, Ramazan. Eşlerimizle birlikte ders ve istişareler yapabilmeli, İslam’ın o engin güzelliğini aile ocağımızda derinden yaşayabilmeliyiz. Akraba ve komşularımıza öğrendiğimiz İslamı anlatabilmek içinde Ramazan ayını değerlendirebilmeliyiz. Kısacası Ramazan ayı durma, duraklama veya oturma ayından çıkıp Allah yolunda koşma, koşuşturma ayı olmalıdır.

Ramazanın bir yönü de maddi olan kısmıdır. Zekat, sadaka, fitre ve fidye konularında da hassas olmalıyız. Bilmeliyiz ki biz Allah için verdikçe, biz deki azalmaz, aksine çoğalır. Rabbim bire en az on verir. Bu büyük nimetleri kaçırmayalım inşaallah.

Değerli kardeşlerim! Rabbim bu Ramazan ayını tüm ümmeti muhammed için hayırlara vesile eylesin. İçinde bulunduğumuz içler acısı ağlanacak halden kurtulmayı bizlere nasip eylesin. Yeryüzünün halifesi olarak yeryüzünü imar etme ve orada Allah’ın hükümlerini hakim kılma görevimizin olduğunu hatırlamalıyız. İşte bu görevi yerine getirmek için kaliteli bir imana, salih amellere, hakkı ve sabrı birbirimize tavsiye etmeye Ramazan ayını vesile kılmalı ve planlarımızı buna göre yapmalıyız. Ramazanımız mübarek olsun. Bayramımız cennet olsun. Selam ve dua ile!

Rabbimizin varlık alemini yarattığı günden bugüne ayların sayısı 12’dir. Bu aylar arasında bizatihi kendinden kaynaklı olarak birsinin diğerinden bir üstünlüğü yoktur. Fakat bu aylar içerisinde, yaşanmış bazı olaylar sebebiyle bazı ayların diğer aylara nazaran farklı bir özelliği vardır. Örneğin Arap toplumunda bu aylar arasında bulunan 4 ay “haram aylar” olarak bilinmekte ve bu aylarda kılıçlar (silahlar) bırakılır, herkes birbirine saldırmadan ticaretlerini ve yolculuklarını yaparlardı. Bu aylarda herkes kendisini emniyet ve güven içerisinde hissederdi. Rabbimiz insanlığın faydasına olan bu uygulamayı devam ettirmiştir. Hatta bu aylara riayet etmemenin büyük bir günah olduğunu da bildirmiştir: “(Haram ayları) ertelemek, sadece kâfirlikte ileri gitmektir. Çünkü onunla, kâfir olanlar saptırılır. Allah'ın haram kıldığının sayısını bozmak ve O'nun haram kıldığını helâl kılmak için (haram ayını) bir yıl helâl sayarlar, bir yıl da haram sayarlar. (Böylece) onların kötü işleri kendilerine güzel gösterilmiştir. Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe, 37)

Konumuzla alakalı olarak da Ramazan ayı diğer aylara nazaran çok daha değerli ve kıymetli bir aydır. Elbette ki bu kıymet bizatihi Ramazan ayının kendisinden kaynaklı değil, bu ayda âlemlerin Rabbi olan Allah’ın vahyinin, son bir defa insanlık âlemine inmeye başlamasından dolayıdır. Halkımız arasında da bu mübarek ay, “ayların sultanı”, “on bir ayın sultanı” gibi isimlerle adlandırılır. Çünkü diğer aylarda yaşanmamış büyük bir olay bu ayda yaşanmıştır. Âlemlerin Rabbi olan Allah, vahyinin son bölümünü insanlık âlemine bu ayda indirmiştir. Nitekim Rabbimiz Ramazan ayından bahsederken şöyle buyurmaktadır. “Ramazan ayı öyle bir aydır ki, insanlığı doğru yola ileten, hak ile bâtılı birbirinden ayıran Kur'an bu ayda indirilmiştir.” (Bakara, 185) Evet okuduğumuz ayette dikkat çekilen nokta; insanlığı doğru yola ileten ve hak ile bâtılı birbirinden ayıran, kitabın bu ayda indirilmesi olduğunu görüyoruz. Öyleyse Ramazan ayı, doğruya ulaşma ayı ve hak ile bâtılın ayırt edildiği aydır da diyebiliriz. Bu ayda inen vahyin muhatabı insanlık âlemidir ve insanoğlundan da istenen doğruyu bulmak, hak ile bâtılın farkında olmasıdır.

Dolayısıyla Ramazan ayı bütün insanlık ve bütün zamanlar için farkındalık ayıdır da diyebiliriz. Çünkü bu ayda inen vahiy, insanlığı içinde bulunmuş olduğu durumdan farklı kılmak istemektedir. Tabii ki bu amaca ulaşmak için de insanlığın bu mübarek Ramazan ayının farkında olması, kendisi için elzem bir durum arz ediyor. Ama maalesef insanlar olarak bu mübarek aya defalarca ulaşmamıza rağmen, bu ayda bizden istenen sorumlulukların farkında değiliz.

Ramazan ayı, Kur’an ayıdır ve kurtuluş ayıdır. Ramazan ayı insanlığa en büyük haberi getiren mübarek bir aydır. Ramazan ayı, aynı zamanda insanlığı içinde bulunmuş olduğu gafletten uyarma ve uyandırma ayıdır. Ramazan, dünyevileşen, dünya merkezli yaşayan insanlığa asıl hayat olan ahiret hayatının yol işaretlerini gösteren aydır. Ramazan ayı aynı zamanda, hayatın muhasebesini ve hesabını hatırlatan muhterem bir misafirdir. Her yıl bir defa, insanlığa misafir olarak gelir. İnsanlığı ziyaret eder ve insanlığa, vahyin nurunun aydınlığını getirir. Vahiyden ve vahyin nurundan uzak kalmış veya bırakılmış insanlık, maalesef vahiyden uzak ve gafil kaldığı durumunu devam ettiriyor. Senede bir defa şahit olduğumuz Ramazan ayı, bizlere hayatın sonuna yaklaştığımızı dolayısıyla ölüme adım adım gittiğimizi hatırlatıyor. Oysa insanlar ellerindeki bu büyük imkânı ve zamanı bilinçsiz ve şuursuzca tüketiyor. Kendisine yapılan hatırlatmaları duymak bile istemiyor.

Maalesef yaşadığımız toplum, maddiyatçı, menfaatçi, dünyaperest bir toplum haline gelmiş veya getirilmiştir. Toplumun ağzındaki dil bunu söylemese de hâl dili maalesef bunun böyle olduğunu bize haykırırcasına gösteriyor. Onun içindir ki zihni, gönlü ve yaşantısı dünya sevgisi ile ve ona bağımlılıkla hemhal olmuş bu toplum, Ramazan ayının getirmiş olduğu vahye kulak veremiyor. Girmiş olduğu bu karanlık girdap içinde vahyin nurunu bir türlü göremiyor veya görmek istemiyor. Çünkü Rabbimizin de, kitabında bildirdiği üzere; “Sizler dünya hayatını çok seviyorsunuz, oysa ki ahiret hayatı daha hayırlıdır.” (Â’la, 16-17) Evet maalesef insanlık yönünü, yüzünü, kıblesini dünya olarak belirlemiş. Bizler insanlık olarak bir şekilde ilerleyen bu gidişattan, bu gafletten uyanmak ve kurtulmak zorundayız. Ramazan ayı bunun için büyük bir imkan ve fırsattır. Eğer bizler senede bir defa şahit olduğumuz bu mübarek ayda vahiyle ilişkimizi istenilen düzeyde sağlarsak o zaman içinde bulunmuş olduğumuz durumun farkında olacağız ve kıblemizi, yönümüzü yeniden inşa edeceğiz. İşte o zaman Ramazan ayına şahit olmamız bizim için hem bir anlam ifade edecek hem de bir farkındalık oluşturacaktır. Elbette ki bunu yapabilirsek o zaman hayatımızın rotasını, kıblesini doğru bir şekilde tayin etmiş olacağız. Dolayısıyla Rabbimizden bize bir misafir olarak gelen Ramazan ayını gereği gibi karşılamış ve getirdiği mesajı da almış ve anlamış olacağız.

Ramazan ayı 12 ayın imamıdır. Çünkü bu ayda inmeye başlayan vahiy, hayatın tamamını inşa ve ıslah etmek için gelmiştir. Onun içindir ki bu aydaki mesajları alarak ve diğer ayların da tamamını kuşatan hayatımıza yön vermek ve ona göre yaşamak zorundayız. İşte o zaman doğru yola ulaşmış ve hak ile bâtılı birbirinden ayırmış olacağız. İbretle izlediğimiz bir tablo karşımızda durmaktadır: Müslüman olduğunu iddia eden toplumumuzda, hak ile bâtılı birbirinden ayıran Ramazan ayını, ne yazık ki hak ile bâtılı birbirine karıştırarak karşılıyoruz. Gerçekten bu durum Müslümanım diyen bir toplum için içler acısı ve acınılacak bir durumdur. Oysaki defalarca şahit olduğumuz halde, Kur’an’ın hak ile bâtılı birbirinden ayıran mesajını anlamadık, anlayamadık. Çünkü vahyin mesajına kulak vermedik veya veremedik. Kur’an’ın anlamından ve mânasından yoksun bir şekilde, sadece lafızlarıyla ilişki kurduk. Her ramazan ayında defalarca hatimler, mukabeleler yaptık ama bir türlü Kur’an’ın mesajına, anlamına inemedik.

Çünkü bizler Kur’an’ı, anlamadan yüzünden okuyarak sevap kazanma kitabı olarak gördük. Onu, ölülerimize okuyup sevaplarını hediye etme aracı olarak kabul ettik. Yine onu hastalarımıza okuyup, üfledik. Ve maalesef yine Kur’an’ı, muska kitabı haline getirdik. Oysa merhum şair Mehmet Akif’in şu dizeleri bize halkın bu konudaki anlayışını çok güzel anlatmaktadır. Merhum şair şöyle diyor: “Lafzı muhkem anlaşılan Kur’an’ın,

Kaydında değil hiçbirimiz mananın,

Ya açar bakarız Nazm-ı celil’in yaprağına

Ya da üfler geçeriz bir ölünün toprağına,

İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin,

Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için.”

Evet, şu an yaşadığımız toplumdaki bu acı durum, yıllar öncesinde benzer şekilde aynıymış. Hatta ve hatta bu yanlış, yüzyıllar öncesine dayanmaktadır. Örnek verecek olursak, Fudayl bin lyaz der ki: “Allah Kur’an’ı amel edilsin diye indirdi oysa insanlar Kur’an’ın okunmasını amel edindiler.” Evet, asırlar önce yaşamış olan bir âlim, Müslümanlardaki bu içler acısı duruma dikkatleri çekmiştir. Ne yazık ki asırlar öncesinde ortaya çıkan bu yanlış anlayış, asırlar sonrasında da etkisini daha da artırarak hâlâ devam etmektedir. Maalesef toplumumuz, geçmişten almış olduğu geleneksel uygulamaları sorgulamadan taklit etmeyi çok seviyor. Ve dolayısıyla bu yanlış anlayıştan bir türlü kurtulamıyor. Oysa insanların Rablerinden gelen mesaja kulak vermeleri gerekirdi.

Nitekim Rabbimiz, Kerim kitabı Kur’an’ı, hayatta olan, diri olan insanları uyarmak için indiğini bizlere bildiriyor. Ve Rabbimiz, bu hakikati özellikle insanların ölüler için okumuş olduğu Yasin sûresinde bildirmektedir. Bu da gerçekten bizler için trajikomik bir durumdur. Sanki Allah’ın açık bir emrini, mesajını çiğniyormuş gibi hareket ediyoruz. Peygamberimiz Muhammed (s.a.s.) Kur’an-ı Kerim’i yerin altındaki ölüler için değil, yerin üstündeki diriler için okudu. Biz peygamberi çok sevdiğini söyleyen ümmeti ise maalesef Peygamberimizin sünnetine dahi uymuyoruz. Oysaki peygamberimiz her durumda ve her konuda bizim için örnek alınması gereken önder bir şahsiyettir.

Rabbimiz yine Kerim kitabında buyuruyor ki; “Ey iman edenler! Sizi size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman Allah’a ve resûlünün çağrısına kulak verin.” Evet, ayette de apaçık bir şekilde bildirildiği gibi Kur’an, insanlara hayat veren bir kitaptır. Kitabımız Kur’an-ı Kerim, hayatının iki yönüne vurgu yapar. Bunlar; biri maddî hayat bir diğeri de manevî hayattır. İnsanoğlu fiziki hayatını devam ettirmek için havaya, suya, gıdaya ihtiyaç duyar. Manevî hayatı yaşamak için ise, vahye, yani Kur’an’a ihtiyacı vardır. Bugün toplum olarak huzursuz ve mutsuz bir hayat yaşıyorsak bunun tek ve gerçek sebebi Allah’ın ve Resûlünün çağrısı olan Kur’an’a kulak vermediğimizdendir. Ve bugün bir taraftan şikayetçi olduğumuz ve toplumun tamamını saran manevî hastalıklardan kurtulmanın acısını yaşarken ne yazık ki diğer taraftan da bu manevî hastalıklardan kurtulmanın yolu olan Kur’an’a kulak vermemekte inat ediyoruz.

Bundan birkaç ay önce büyük bir deprem yaşadık. Geçen sene Ramazan ayına şahit olan binlerce insan bu Ramazan ayına ulaşmadan ayrılmış oldular bu dünyadan. Belki bizler de bu Ramazan’a şahit olacağız ama bir sonraki Ramazan’a şahit olamayabiliriz. Öyleyse bu büyük fırsat ve imkândan mutlaka kazançlı çıkmanın yollarını aramalıyız. Ramazan ayında, vahyin sesine kulak vermeli ve gidişatımıza yeniden vahyin ışığında çeki düzen vermeliyiz. Yoksa aynı sıkıntılar içerisinde hayatımızı tüketerek anlamsız ve amaçsız bir şekilde yaşantımızı devam ettirir kendimize eziyet etmiş oluruz. Oysa akıllı insan Rabbinin kendisine indirmiş olduğu mesajlara kulak veren ve ahiret hayatı için hazırlık yapandır. Nitekim bir hadis rivayetinde Allah Resûlü; “akıllı insanın, ölümü hatırlayıp ve ölümden sonraki hayat için hazırlık yapan insan olduğunu” bildirmektedir.

Ahiretini mahvederek dünyasını imar eden bir insan elbette ki ahmak bir insandır. Çünkü dünya hayatı eninde sonunda son bulacak fakat ahiret hayatı, ebedî olarak sürekli devam edecektir. İşte bunun içindir ki akıllı insan, yatırımını, gayretini, çabasını geçici dünya hayatına yönelik değil, kalıcı ahiret hayatına yönelik yapmalıdır.

Ramazan ayında, Kur’an’ı anlayarak okumalı, ayetleri, mesajları üzerinde uzun uzun düşünmeli ve bu mesajları hayatımızda uygulamanın yollarını aramalı ve bu konuda gayret göstermeliyiz. Bol bol tefekkür ve istiğfar etmeli, Allah’ın zikri olan Kur’an ile meşgul olmalıyız. Oruç ibadetimize ve bu ibadetin maksadı olan nefsi terbiye ederek azalarımızı yanlışlardan, kötülüklerden uzak tutma bilinci içerisinde hareket etmeliyiz. Bu ayda zihnimizi, gönlümüzü, azalarımızı salih ameller ve takva ile inşa ve ıslah etmenin gayreti içerisinde olmalıyız. Kısaca Ramazan ayında bizleri Allah’ın rızasına ulaştıracak ibadetleri titizlikle yerine getirme gayreti içerisinde olmalıyız.

Maalesef o kadar dünyevileşti ki, Ramazan ayı da bundan nasibini aldı. Artık içinde yaşadığımız toplumda Ramazan ayı geldiğinde Ramazan pideleri, Ramazan şerbetleri, çeşit çeşit yemek tarifleri, lüks iftar menüleri, Ramazan çadırları ve buralarda yapılan eğlenceler Ramazan algılarımıza hakim oldu. Ramazan ayındaki ibadet ve kulluk ruhu kayboldu ve bunun yerine maalesef yemek ikramları, eğlence programları hakim oldu. Kur’an’ı anlamadan sadece yüzünden okuyarak yapılan hatimler, mukabeleler bunun tuzu biberi oldu. Anlaşılmak için inmiş bir kitabı, anlamadan okuma yarışına girdik. Dinin en önemli emirlerinden bir tanesi olan beş vakit namazını kılmayanlar, sünnet olup olmadığı tartışılan teravih namazını kılmak için camileri dolduruyorlar. Elbette ki burada teravih namazını kılanları yadırgamıyoruz. Yalnızca, nafile ibadetin farz ibadetinin önüne geçirildiği bu yozlaşmış anlayışı yadırgıyoruz. Bu durum, bizlerin, doğru bir kulluk anlayışından ne kadar uzak olduğumuzun göstergesidir.

Arzumuz, Rabbimizin mesajına dikkat kesilip Resûlullah’ın (s.a.s.) örnekliğinde Ramazan ayını ve bu aydaki mesajları doğru anlamak ve doğru yaşamaya çalışmaktır. İşte o zaman kulluğumuz da doğru olur, hayatın içerisindeki yaşantımız ve mücadelemiz de doğru olacaktır. Bu gerçekleşince Rabbimizin yardımıyla toplumda vahyin gerçekleştirmek istediği ıslah ve inşa kendisini gösterecektir. Rabbim Ramazan ayı başta olmak üzere diğer bütün aylarda, vahyi merkeze koyarak Resûl’ün örnekliğinde güzel bir kulluk ve davet mücadelesi ortaya koyan kullarından olmayı bizlere nasip eylesin! Kur’an ayında, Kur’an’ın istediği yurdu inşa etmek ve bu yurtta yaşamak gayreti ve duası ile.

Kur'an Nesli İlim Merkezi'nin bu haftaki Cuma Sohbetinde İsmail Hakkı Güleç "Ramazan'a Kavuşurken" başlıklı bir sohbet gerçekleştirdi.

Kur'an Nesli Minberinde ise Şükrü Hüseyinoğlu "Ramazan ve Gündem" başlıklı bir hutbe irad etti.