Allah biz insanlardan, âhiretdeki mükâfatımızın dünyada kazanacağımızı, O’nun razı olacağı kullarından olmamızı ister...
İslâmiyet’in bütün hükümleri mâkuldür. Onun akla zıt düşen, mantığa ters gelen hiçbir meselesi yoktur.
İnsanı diğer varlıklardan ayıran en önemli özelliği aklıdır. İnsan onun vasıtasıyla gördükleri üzerinde düşünür, iyiyi kötüden ayırır, doğru ile yanlış arasında bir seçim yapar.
İnsan, kendisine verilen en büyük nimet olan aklını ve cüz-i iradesini ALLAH (c.c.) dininin yeryüzüne hâkim olması noktasında değil de hevâ ve nefislerine uyan, haktan yüz çeviren insanların âhirette nasipleri olmayacaktır.
Kıyâmete kadar geçerli kalacak dinimizi Rabbimiz bize şöyle tanımlar:
"Bugün sizin dîninizi sizin için kemâle erdirdim. Sizin üzerinizdeki nîmetimi (lütuflarımı) tamamladım ve size din olarak İslâm'ı seçtim (yalnız İslâm'dan razı ve ondan hoşnut oldum)". (Mâide, 3)
"Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, ondan [seçtiği dîni] kabûl edilmeyecektir ve o, âhirette hüsrâna [büyük zarara] uğrayanlardan olacaktır." (Al-i İmrân, 85)
"ALLAH katında yegâne [hak] din İslâm’dır." (Al-i İmrân, 19)
Bu sebepledir ki!
İslâm’a ve mü’minlere, zulüm ve eziyet eden, her türlü kötülüğü işleyen kimseler bilmelidir ki; küfrünüz, dünya menfaatiniz, makam ve mevki hırsınız sebebiyle yaptığınız bu eylemleri ancak imtihan alanımız olan bu dünyada yapabilirsiniz.
Hakkında şüphe olmayan, ALLAH'ın tâyin ettiği vakit mutlaka gelecek, o vaad mutlak sûretle gerçekleşecek, bizler de bu yapıp ettiklerinizin şâhitleri olacağız.
Kötülük olarak işlediklerinizi, günahlarınızın ağırlıklarını ve o ağırlıklarıyla beraber daha birçok ağırlıkları; başkalarını saptırmaya, günaha sokmaya çalışmalarınızın karşılığını eksiksiz olarak tas-tamam görecek ve kaybedenlerden olacaksınız.
ALLAH (c.c.) Kıyâmet sûresinde, kıyâmetin gerçekleşeceğine ve insanların iyi veya kötü ameller olarak kendi nefislerinin yapıp ettikleriyle eksiksiz bir şekilde karşılaşacağının gerçek olduğunu bildirmek için kıyâmet üzerine yemin eder.
Yani;“Kıyâmet günü muhakkak olacaktır” der!
İnananlar ve nefsini iyiye kullananlar kazanacak; inanmak istemeyen kötü nefisler o gün kendisini çok kınayacak, dünyada yaptıkları gafletlere, günahlara çok pişman olacaklar, hatta her nefis kendini kınayacak, dünyada işlediği kusura pişman olacak;“daha iyi niye çalışmadım, daha güzel işler niçin yapmadım” diye pişmanlık duyacaktır. Bu sûrede “kendini kınayan nefse” ifadesiyle vurgulanan yemi bize göstermektedir ki; O gün gerçekleşecek olan kınama, karşılaşacağı azâbın önemine ve büyüklüğüne dikkat çekmek mânasına gelmektedir.
“İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor? Evet, bizim onun parmak uçlarını bile aynen eski haline getirmeye gücümüz yeter. (Kıyâmet, 3-4)
YARATILMIŞ OLAN İNSANLARIN PARMAK UÇLARINDAKİ İZLERİN BİRBİRİNE BENZEMEMESİ, AHİRET'TE Kİ KÜNYEMİZDİR.
Allah (c.c.) bu kudretini bize bu şekilde açıklar.
“Ben cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyât, 56)
Rabbimizin, biz kullarının yapacağı ibadetlere ihtiyacı yoktur. İbadetlerimiz; biz insanların tek başımıza hesap vereceğimiz ahirette, hakkıyla ALLAH'ı razı ederek cenneti kazanabilmek için kurtuluş reçetemizdir.
Yoksa Rabbimiz: “Andolsun, cinlerden ve insanlardan pek çoğunu cehennem için yarattık ki, onların kalpleri vardır onunla anlamazlar, gözleri vardır fakat onlarla görmezler; kulakları vardır ama onlarla işitmezler. Bunlar hayvan gibidirler, hatta daha da şaşkındırlar. İşte onlar gafillerin ta kendileridir.” (A'raf, 179) diyerek biz insanları uyarır mıydı?
ALLAH (c.c.) bu âyette aslında, kudretini değil, sonsuz ilim sahibi olduğunu bize vurgulamıştır. Yani kudretiyle birilerini zorla cehenneme koyacağını bildirmemiş bilakis, kulluk için yaratılan bazı kimselerin kendi özgür iradeleriyle cehenneme götüren yolu tercih edeceklerini bildirmiştir.
Unutmayın ki İblis/şeytan, ALLAH'a isyan ederek cennetten kovuldu.Hz. Âdem (a.s.)'a ALLAH'ın yasakladığı meyveyi yedirmek için yine ALLAH adına yemin ederek, -vesvese vererek- günaha yöneltti. Şetan ALLAH'tan kıyâmete kadar izin isteyip, insanları yoldan çıkarmak için durmak ve yorulmak bilmeden bu görevini yerine getiren apaçık düşmanımızdır.
Allah'ın emir ve yasaklarına uymayarak karşı gelmenin akıllıca bir hareket olmadığını Kur’an'ın bize birçok âyette “aklınızı kullanmaz mısınız” diye uyarısından anlayabiliriz.
"Şüphesiz şeytan sizin için bir düşmandır. Öyle ise (siz de) onu düşman tanıyın. O, kendi taraftarlarını ancak alevli ateşe girecek kimselerden olmaya çağırır." (Fâtır, 6)
Yaşamımızın her anında ve alanında ALLAH olmalıdır!
ALLAH'ı unutmak, ALLAH’ın emir ve yasaklarını unutmak demektir. ALLAH’ın rızasını kazanmaya yönelik çabaları unutmak demektir. Hayatında ALLAH’a fazla yer vermemek, hareketlerinde onun hoşnutluğunu gözetmemek, kısacası ALLAH’tan gafil olarak yaşamak, yarın Allah’a vereceği hesabı göz ardı etmek, gaflet deryasında boğulmak demektir.
ALLAH kendisini sevenleri sever, düşmanlık edenlere düşmanlık eder, nefret edenlere nefret eder, kendisini yok sayanı yok sayar. Kendisini unutmuş kimseleri oda âdeta unutmuş gibi yardıma muhtaç olduğunda yardımsız bırakır.
ALLAH, bir ceza olarak kendisini özgür iradesiyle unutan, hayatında O’na yer vermeyen kimseye kendi nefsini, kendi hesabını-kitabını kendisine unutturur.
Her nefis ölümü tadacaktır. Ölümün kişiye tattıracağı o acıyı hissedecektir.
Ve biz insanlar, bir imtihan olarak kötülük ve iyilikle deneneceğiz. Bu dünya öyle bir imtihan ve deneme yeridir ki ölümle her şey bitiverecek değildir. Hepimiz sonunda ALLAH'a döndürüleceğiz. Hesap gününde dünya imtihanımızın mükafat veya cezaları eksiksiz karşımıza çıkacaktır.
Şüphesiz ALLAH, hain ve nankörlerin hiçbirini sevmez; emanetlerine ihanet, nimetlerine karşı ise nankörlük edenlerin hiçbirini sevmediği gibi, onların meydana getirdiği toplumu da müdafaa etmez, aksine onların bertaraf edilmelerine müsaade eder.
Şüphesiz ALLAH mü'minlere yardım etmeye, onları zafere ulaştırmaya elbette kâdir olandır ve bunu yapmaya güç yetirecek güç ve kudrete sahiptir.
Şüphesiz ALLAH kendi dinine yardım edene yardım edecektir. Çünkü dinin, ihtiyari/kulun seçimine bırakılan fiillerle alakası olduğuna göre, o konuda arzu edilen gâyenin gerçekleşebilmesi için ALLAH'ın küllî iradesi kulun cüzî iradesine bağlı değildir. Kulların cüzî iradelerini kullanarak bir çaba ortaya koymaları gerekmekte ve bu şekilde ALLAH'ın iradesinin işlemesine vesile olması itibariyle kulun çabası bir "tabir yerin deyse" yardım gibidir. Onun için müminleri savunacağı noktasında söz veren yüce ALLAH, yardımının kesin olarak gerçekleşmesini onların yardım ve çalışmalarına bağlamıştır.
Yoksa ALLAH şüphesiz çok güçlüdür, her şeye galiptir, yardıma ihtiyacı yoktur. Yardım ettiği kimseler de her zaman üstün olup hiçbir zaman mağlup olmazlar.
“İşlerin sonucu ALLAH'a aittir.”
Tabii ki bireysellik yanında birde toplumsal inanç ve yaşam da vardır.
“Bir toplum inanç ve davranışlarını değiştirmedikçe, ALLAH da onların durumunu değiştirmez.” (Ra'd, 11)
BİR TOPLUM KENDİNİ DEĞİŞTİRMEDİKÇE...
İyi veya kötü bir hayat tarzını ve bunun bir neticesi olarak nimet veya azâp içinde yaşamayı insanlar kendileri hak ederler. ALLAH ’ın iradesine uygun bir hayatı, dürüst olmayı, iyi niyetli ve faziletli olmayı tercih edenlere, Cenâb-ı Hak huzurlu bir hayat lütfeder. Onlara nimetlerini esirgemeden verir. Bu insanlar, inançlarını ve güzel hayat tarzlarını değiştirmedikçe, sahip oldukları nimetler ellerinden alınmaz. Bu gerçeği ALLAH Teâlâ Kur’an’ın bir başka âyetinde tekrar belirterek şöyle buyurur:
“Bunun sebebi, bir millet, kendilerinde bulunanı (güzel ahlâk ve meziyetleri) değiştirinceye kadar, ALLAH’ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden böyledir.” (Enfâl, 53)
Bir toplum, ahlâkını bozarak kendisini değiştirir, iyi yanlarını terk edip kötü bir hayat tarzını benimsemeye başlarsa, o zaman ALLAH Teâlâ verdiği nimetleri ellerinden birer birer geri alır. Bir zamanlar sahip oldukları değerlere sırt çevirdikleri ve onları büsbütün yitirdikleri için onları cezalandırır. Başka milletlerin boyunduruğu altına sokarak ezer. Bunun kesinlikle böyle olduğu, konumuzun başındaki âyetin devamında şöyle belirtilir:
“ALLAH bir topluluğa kötülük yapmayı dilediğinde, artık onu geri çevirecek bulunmaz ve onların ALLAH ’tan başka bir dost ve yardımcıları da yoktur.” (Ra’d, 11)
ALLAH Teâlâ’nın geçici bir süre mühlet verdiği azgın milletlerin yaşadıkları müreffeh hayatları bizi aldatmamalıdır. Zira onun koyduğu kanunları değiştirecek hiçbir kuvvet yoktur.
Yaratan kimse, kânun ve hüküm koyma yetkisi de ona aittir.
ALLAH (c.c.)’ın şeriatından yüz çeviren, mü’minleri yobaz ve gericilik ile suçlayan, siz Avrupa sevicileri ve laik sistemi Baş tacı yapıp bu ideolojiyi benimseyenler!
Aslında sizin şeriattan korkmanızın başlıca sebebi, ALLAH'ı yaşamınıza müdahil etmeden, özgürlük adı altında, canınızın her istediğini, haram-helal sınırlarını gözetmeden yapmak istemenizdir.
Lâkin bu görüş, çoğunluğa uymakla kişiyi gaflete ve delâlete sürüklemesiyle eşdeğerdir.
Nasıl ki yaratıldınız, belli bir süre yaşadınız bir gün o yaşamınız da son bulacağı gerçeğini, ALLAH bize gördüğünüz her doğum ve ölüm hâdisesinde karşımıza çıkarmaktadır.
Sadece bir yaratıcının olduğuna inanmak bizi âhirette kurtarmak için yeterli değildir. Bizi âhirette kurtaracak olan yaratıcıya göstereceğimiz kulluktaki samimiyetimiz ve imanımızdır.
ALLAH (c.c.) biz insanları sınava tabii tutmadan ve sadece inandık demekle de cennetine girebileceğimize dair herhangi bir ifadede bulunmuyor ve bunun tam aksini söylüyor: Rabbimiz olan Allah bakın konuyla ilgili olarak ne buyurur:
“İnsan yalnız ‘iman ettik’ demekle, hiç imtihân edilmeden bırakacaklarını mı sandılar? Andolsun ki biz, onlardan öncekileri imtihan ettik. Elbette ALLAH (imtihan ederek), doğru söyleyenleri de bilir, yalancıları da bilir.” (Ankebut, 2-3)
“Hani şeytan onlara yaptıkları işi güzel gösterip şöyle demişti: ‘Bugün insanlardan size gâlip gelecek kimse yoktur. Ben de yanınızdayım.” (Enfal, 48).
Bu ayetten, şeytanın süslemesinden kastın, insanlara kötü işleri -vesvese yoluyla- güzel olarak telkin etmesi olarak anlayabiliriz.
Oysaki şeytan insanlara apaçık düşmandır ve günahları onlara süslü göstermektedir.
“Biz âhirette iman etmeyenlere yaptıkları işleri süsledik, o yüzden onlar körelmiş bir vaziyette bocalayıp dururlar.” (Neml, 4).
Bu iki âyetten şunu anlamalıyız!
ALLAH’ın süslemesi, bir yaratmadır. Şeytanın süslemesi ise, yalnız bir telkindir. ALLAH, haksız yere hiç kimseye kötüyü güzel gösterip onu hak yoldan saptırmaz.
“ALLAH, bu misalle birçoklarını şaşırtır, yine onunla birçoklarını yola getirir; ancak bununla fâsıklardan başkasını şaşırtmaz.” (Bakara,26) mealindeki âyette bu gerçeğe vurgu yapılmıştır. Şeytan ise, kötü İnsanlar yanında iyi insanlara da kötüyü güzel olarak göstermeye çalışır.
Biz mü’min kullar ve İslâm ümmetinin bir ferdi olarak şunu hep hatırlayalım:
Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (sav ) söylemiş olduğu; "Güneşi sağ elime Ayı da sol elime verseniz, vallahi ben dâvamdan vazgeçmem."
ALLAH'ın şeriatının yeryüzüne hâkim kılınmasının dâvasının müntesibi olamamış, “anam babam feda olsun yoluna” söylemini, onun ümmetinden olduğunu söylediği halde unutmuş, yaşamına yansıtmamış, fiili harekete dönüştürememiş kim varsa!
Bir kimse, peygamberimizin dâvası dışında; kendi yaşamına, hangi ideolojiyi taşıyıp benimsemişse, dâvası da odur.
“Biz Muhammed (s.a.v.) ümmetiyiz” derken iki kere düşünün!
Çünkü kıyâmet günü o ümmetinden olduğunu iddia eden bazı kimseler için şöyle şikayette bulunacaktır: “Rabbim! Şüphesiz ki benim kavmim, bu Kur’ân’ı terk edilmiş olarak bıraktılar.”
(Furkân, 30) diyecek olduğunu unutmamalı, peygamberin şikayetçi olacağı kimselerden olmamak için gayret göstermeli ve peygamberin yolunu sürdürmeyenlerin o’nun ümmeti olamayacaklarını bilmeleri gerekmektedir. Her Müslüman: “O’nun yolunu takip etmeden nasıl onun ümmeti olabilir ki diyerek öncelikle başkalarını değil de o’nu örnek almalı ve kıyâmet günü o’nun şikayetine muhatap olmamak için Kur’an’ın buyruklarına sarılmalı, hayatımızı Kur’an’ın buyruklarına göre yeniden gözden geçirmeliyiz. Kur’an’ı hayatının merkezine alarak onun istediği inanç ve pratikleri hayatına taşıyan mü’minlere selam olsun...