Geçmişte yaşayan kitabî toplumlar arasında Kur’an’da en fazla üzerinde durularak bizlere örnek gösterilen toplum, İsrailoğulları’dır. Bunun en önemli sebebi hiç kuşkusuz ki onlarında bir olan Allah’a iman ettiklerini yönündeki iddiaları ve kendilerini ilâhî bir dine nispet ettikleri halde haktan ve hakikatten sapma konusundaki yaklaşımlarıdır.
Hz. Musa (a.s.) Firavun’dan çektiği zorlukların çok daha fazlasını kendisine iman ettiğini iddia eden bu toplumdan görmüştür. Kur’an, Hz. Musa (a.s.) ile Firavun mücadelesinden çok daha fazla kendilerine gönderilen başta Hz. Musa (a.s.) olmak üzere tüm peygamberler ile İsrailoğlulları arasında geçen mücadelesine yer vermektedir. Kur’an, Peygamberlere ve peygamberlerle kendilerine gönderilen vahye karşı nasıl da uygunsuz bir tavır sergilediklerini gündeme getirir.
Gündeme getireceğim bu konunun muhtevasına dahil olan hususlar hiç kuşkusuz ki Kur’an’da bir hayli fazladır. Daha geniş bilgi almak isteyenlerin Merhum Ahmed Kalkan hocamızın risale şeklinde kaleme aldığı “Kur’an’da Yahudilerin 80 Özelliği”[1] kitabına bakabilirler. Biz bu yazımızda konunun sadece bir boyutunu gündeme alacağız.
Kur’an bizlere, Yahudileri, ahirette kurtulacak kimselerin ancak kendileri olduğu yönündeki iddialarıyla gündeme getirmekte ve bu iddialarında samimi olmadıklarını ifade etmektedir.
Kur’an, ahirette kurtuluşun bir takım iddialarla olmayacağının altını çizmektedir. Yahudiler, kendilerini seçkin bir soya ve ilâhî bir dine mensup görmeleri sebebiyle ahirette kurtuluşun da ancak kendileri için söz konusu olacağına inandıkları gündeme getirilmektedir.
Evet, İsrailoğulları seçkin bir soydan geliyorlar ve dolayısıyla bu iddiaları doğrudur. İbrahim, İshak, Yakup (a.s.) gibi peygamberlerin ve onlardan sonra gelen nice peygamberlerin soyundan geliyorlar. Dolayısıyla soy yönünden “üstün” bir soya sahipler.
Yine, bir peygamberin getirdiği dine kendilerini nispet ederek çok tanrılı inançlardan uzak durmuşlardır. Bu yönüyle de kendileri gibi olmayan insanlardan ayrılmaktalar.
Allah, bir dönem kendisine iman ederek tüm sorumluluklarını yerine getirme gayreti ortaya koyduklarından dolayı onları diğer toplumlardan üstün de tutmuştur. Allah Teâlâ Kur’an’da şu şekilde buyurur: يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَنّ۪ي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi (bir zamanlar) cümle âleme üstün kılmış olduğumu hatırlayın.” (Bakara, 2/122)
Yine Allah Teâlâ birçok peygamberi onlardan seçmiş ve adeta onlar peygamberler toplumu olmuşlardır. Kur’an’da kendilerinden bahsedilen Hz. Yakup, Hz. Yusuf, Hz. Musa, Hz. Dâvud, Hz. Süleyman, Hz. Zekeriyya, Hz. Yahya ve Hz. İsa (a.s.) gibi peygamberler bunlardan sadece bir kısmıdır. Şunu da ifade etmek gerekir ki kendi toplumları içinde bu kadar fazla peygamberin gönderilmesi başlı başına olumlu olarak görülmeyecek bir durumu da ifade etmektedir. Yani sürekli yoldan çıktıkları için de peş-peşe onlar arasından peygamberler çıkmıştır şekilden bir yaklaşımda daha doğru olma ihtimali olan bir durumu ifade etmektedir.
Yukarıda gündeme getirdiğimiz bu sebeplerden dolayı İsrailoğulları; ahirette kurtuluşun başkaları için değil de ancak kendileri için olacağını iddia ediyorlardı ve bu sebepten dolayı diğer toplumlardan üstün olduklarını iddia ediyorlardı.
Hatta iddialarında o kadar ileriye gidiyorlardı ki, ahiret yurdunun başka insanlara değil de ancak kendileri için olduğunu, kendileriyle soy ve inanç bağı olmayan tüm insanların kaybedeceğini iddia ediyorlardı. Dolayısıyla inanç ve soylarından dolayı Allah’ın kendilerine torpil geçeceğine inanıyorlardı.
Oysa Allah, gündeme getireceğimiz âyetlerde bu iddialarında ya da inançlarında samimi olup olmadığını test etmek için onlara bir çağrıda bulunuyor: “Eğer doğru bir inanca ve pratiklere sahip olduğunuza inanıyorsanız haydi ölüm sonrası hayatı isteyin” demektedir. Bakın Rabbimiz Bakara sûresi 95 ile 97. Âyetlerde bu konuyla ilgili olarak ne buyurur:
قُلْ اِنْ كَانَتْ لَكُمُ الدَّارُ الْاٰخِرَةُ عِنْدَ اللّٰهِ خَالِصَةً مِنْ دُونِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقٖينَ
وَلَنْ يَتَمَنَّوْهُ اَبَداً بِمَا قَدَّمَتْ اَيْدٖيهِمْؕ وَاللّٰهُ عَلٖيمٌ بِالظَّالِمٖينَ
وَلَتَجِدَنَّهُمْ اَحْرَصَ النَّاسِ عَلٰى حَيٰوةٍۚ وَمِنَ الَّذٖينَ اَشْرَكُوا يَوَدُّ اَحَدُهُمْ لَوْ يُعَمَّرُ اَلْفَ سَنَةٍۚ وَمَا هُوَ بِمُزَحْزِحِهٖ مِنَ الْعَذَابِ اَنْ يُعَمَّرَؕ وَاللّٰهُ بَصٖيرٌ بِمَا يَعْمَلُونَࣖ
“Onlara, “Şayet Allah katında, âhiret yurdu diğer insanlara değil de yalnız size ait ise ve bu iddianızda doğruysanız haydi ölümü isteyin bakalım!” de.
“Kendi elleriyle yapıp ettikleri işler sebebiyle hiçbir zaman ölümü temenni etmeyeceklerdir. Allah zalimleri iyi bilir.”
“Yemin olsun ki, onları insanların yaşamaya en düşkünü olarak bulursun; müşriklerden de çok; her biri ister ki bin sene yaşasın. Oysa çok yaşatılması hiç kimseyi azaptan kurtaramaz. Allah onların yapmakta olduklarını eksiksiz görür.”
Görüldüğü üzere Allah Teâlâ’nın onların iddialarına karşılık olarak onlardan ölüm sonrası hayatı arzulamaları gerektiğini ifade etmektedir. Oysa onların bırakın ahireti arzulama ondan kaçındıklarını, ölüm ve sonrası hayata karşı bir korku taşıdıklarını bu sebepten dolayı da dünyada uzun yaşama arzusunda olduklarını ifade etmektedir. Onların ölümü arzu etmemelerini Rabbimiz âyet-i kerîme’de “لَنْ-len” nefih edatıyla ifadelendirmekte ve dolayısıyla ölüm ve sonrasını arzulamadıklarını ve sonsuza denkte arzulamayacaklarını bildirmektedir.
Peki onların ölüm ve sonrasındaki hayatı sonsuza denk istememelerinin sebebi nedir?
Ahirette insanın kurtuluşu veya kaybetmesine sebebiyet veren ve ayrıca kişiden önce ahirette giderek onu bekleyen önce inanç konusundaki problemleri ve sonrada yaptıkları; hataları, günahları, cürümleridir.
Dolayısıyla Rabbimiz olan Allah bu âyetlerde İsrailoğlulları üzerinden bizlere kurtuluşun; kişinin soyunda, inancında, geçmiş ataları arasında içlerinde seçkin insanların çıkmış olmasının olmadığını ancak sahih inançla birlikte salih amellerde olduğunu ifade etmektedir.
Peki, neden Allah Teâlâ Yahudilerin bu inancını bize ve kıyamete kadar gelecek tüm insanlara anlatmıştır? Bu şekilde bâtıl üzere bir inanca sahip olanları neden kıyamete kadar baki kalacak olan kitabında bizlerin gündemine sürekli getirmektedir?
Çünkü tarih bir sahneden ibarettir. Ne yazıktır ki; aktörler değişse de roller değişmemektedir.
Maalesef gelinen nokta da kendilerini İslâm’a nispet eden bizler de dün onların oynadığı rolün aynısını oynuyoruz.
Ahirette kurtuluşun gerçekleşmesi için Müslüman olmak gerektiğini yüksek sesle iddia ederek söylüyoruz. Hatta Müslüman olmanın yanında falan mezhebe, cemaate, tarikata da mensup olmamız gerektiğini ayrıca iddia ediyoruz.
Bizler de onlar gibi cennetin tapusunun sadece bizlere verildiğini, bizlerden başka kimselerin cennete gidemeyeceğine inanıyoruz.
Bu inanç ve iddialarımıza rağmen bizler de onlar gibi ölüm ve sonrası hayatı arzulamıyoruz. Başkalarının değil de sadece bizlere ait olduğuna inandığımız ölüm sonrası hayattan, alabildiğince korkuyoruz.
Bizlerde onlar gibi dünyada uzunca yaşmak istiyoruz. Hatta adeta dünyaya kazık çakmışlar misali ondan ayrılmak istemiyoruz. Yatırımlarımızın tümünü, sanki sürekli kalacakmışız gibi bu dünyaya yönelik yapıyoruz. Hayallerimizi hep dünyaya ait olan hususlar süslüyor! Başarı derken hep dünya odaklı ve çoğunlukla da ölüm sonrasında bizler için felaket olan şeyleri kast ediyoruz. Lakin bütün bunlara rağmen ahirette başkalarının değil de bizlerin kurtulacağına inanıyoruz.
Peki, onlar gibi bizlerin de ölünden korkmasının sebebi nedir?
Bizler de onlar gibi sahip olduğumuz inanca ve daha doğrusu yaşadığımız hayatta sergilediğimiz amellere güvenmiyoruz. Her gün yapıp ettiğimiz yanlışlarımızın, günahlarımızın ve cürümlerimizin bizleri kurtuluştan mahrum bırakacağına dair korkular taşıyoruz.
Çoğunlukla gönül istikametimizi ahirette endeksli işlerle değil sadece dünyaya yönelik olan işlere yöneltiyoruz. Hem de helâl ve haram hudutlarına çok da riayet etmeden bunları yapıyoruz.
Allah’ın bizlere yüklediği sorumlulukların altına istenilen şekilde girmiyoruz. O’nun bizlere, daha iyi bir insan ve toplum olabilmemiz için emri buyurduğu buyruklarına sarılmakta gevşeklik gösteriyor hatta daha doğru bir ifadeyle vurdumduymaz hareket ediyoruz. Allah’ın bizler için emrettiği hükümleri yerine getirmesek de reddetmeden kabul ettiğimizden dolayı, bu yaklaşımı kurtuluşun yeterli sebebi sayıyoruz.
Yüce yaratıcımız olan Allah Teâlâ’nın bizleri menettiği işlerle meşgul oluyor, onları sürekli olarak işlesek de haram olduğunu kabul etmenin bizleri ilâhî cezadan kurtaracağına inanıyoruz.
Hatta öyle bir noktaya geldik ki; Allah biz kulları için vazetmiş olduğu hükümleri bir kenara koyarak onların yerine başka hükümleri yürürlüğe koymanın da bizlerin Müslümanlığına zarar vermeyeceğine inanır olduk. Allah’ın dünyasında Allah’ın dediklerinin değil de beşer olan insanların belirledikleri hükümlerin geçerli olmasını istiyor, Allah’ın dediklerinin ise toplumda belirleyici olmasını doğru görmüyor ve bütün bunlara rağmen de kendimizi Müslüman addedebiliyoruz.
Kendimizi İslâm’a nispet ediyor olmamızın yeterli olduğuna inanıyor, gâvurlar gibi yaşasak da İslâm’a mensubiyetimizin bizleri ilâhî azaptan kurtaracağına inanıyoruz.
Oysa bu yaklaşım; bize Kur’an’da olumsuz bir örnek olarak gösterilen, “sakın sizler de onlar gibi olmayın” denilmek için gündeme getirilen İsrailoğulları’nın bâtıl bir inanç ve iddialarıydı.
Şu bir hakikattir ki bizleri kurtaracak olan şey, ne mensup olduğumuz soy-soptur! Ne amellerle ispat etmediğimiz lakin sadece iddiasını taşıdığımız inancımızdır! Geçmişimizin anlı-şanlı olması, atalarımızın içinde çok kaliteli, kelli-felli âlim ve takva sahibi Müslümanların bulunması da değildir!
Bizi kurtaracak tek şey vardır o da Allah’ın bizden istediği sahih bir inanç ve akidemiz ve birde, Allah’ın bizlerden yapmamızı istediği emirlerini hakkıyla yerine getirmek, yasakladığı şeylerden ise sakınma konusunda gösterdiğimiz hassasiyetimizdir.
Bizler büyük iddiaların sahipleri değil, büyük bir Rabbe iman etmenin getirisi olarak, sadece dünyayı merkeze olan işlerden ziyade hem dünyada hem de ahirette bizlere fayda getirecek hususlara yönelmeliyiz. Yahudiler, kendilerini felaketin içerisine sürükleyecek inanç ve pratikler önden gönderdikleri için ölümü istemediler ve istemeyeceklerde. Aynı şeyi kendilerini İslâm’a nispet eden insanlar da yapıyorlar.
Şu hakikati ifade edelim ki Yahudi veya diğer din mensuplarının yaptığı bâtıl inanç ve pratikleri uygulayıp sonrada onlardan farklı bir akıbet beklemek en ufak bir tabirler; akılsızlıktır.
Kurtuluşun söz konusu olması iddialarla değil, kendinizi nispet ettiğini dinle değil, sahih bir iman ve bu imanın amellerle ispat edilmesinden geçtiğini unutmamalıyız. Eğer bu şekilde kurtuluş mümkün olsaydı en azından Hz. Peygamberin risâletinden önce bu iddiaları taşıyan Yahudiler kurtuluşu yakalarlardı. O halde sözlerimiz, amellerimizin dile dökülen ifadeleri olmalıdır.
Aynı şekilde amellerimiz de inancımızın ve iddialarımızın tanığı olmalıdır.
Sözün edebiyatını yapanlardan değil, hayatını inancına tanık kılan kimselerden olmalıyız.
Kur’an’ın bir tarih kitabı olmadığının idrak ederek geçmişte yaşanan hadiselerin bizler için birer yol işareti olduğunu unutmamalıyız.
Kur’an’da anlatılan olumsuz örneklerin sadece o yapanlar için olumsuz olduğunu düşünmemeli aynı yanlışları kim yaparsa yapsın aynı sonuca ulaşacağını unutmamalıyız. Kur’an’da Yahudiler üzerinden gündeme getirilen bir hususu onlara mahsus kılarak “Bu Yahudiler hakkındadır” diyenlere karşı Abdullah ibn Abbas’ın şu sözünü hatırlayalım: “Bütün olumsuzluklar onara da olumlu özellikler de size mi? Allah adil-i mutlak olandır. Bir kimseyi iddialarından dolayı ve kendini atfettiği mensubiyetten dolayı değil, doğru bir inanç ve bunun ispatı neticesinde işlediği amellerden dolayı ödüllendirir veya cezalandırır.
Dolayısıyla ahirette kurtulanlardan olmak iddialarla değil, hayatınızı vahyin tanığı haline getirmekle mümkündür. Bu geçekleşmediği sürece ahirette kurtulanlardan olma iddiasında bulunmak ancak kavurucu sıcakların olduğu yaz gününde serap görmek gibidir. Hayatınızı bâtıl inanç ve pratikler üzerine bina edip sonrada sadece mensubiyetten dolayı kazananlardan olunacağı iddiası şeytanın insanoğluna attığı en büyük kazıklardan birisidir.
Kurtuluşun ancak ve ancak sahih bir iman ve bu imanın gereği olarak salih bir yaşamın sonucunda mümkün olacağına inan ve hayatını bu istikamette sürdürenlere selam olsun!
[1] Bu kitabın baskısı yok. Play Store’de bulunan Ahmed Kalkan Külliyatı uygulamasından veya şu linkten bakabilirler: https://ahmedkalkan.com.tr/index.php/kitap-okuma/itemlist/category/73-kur-an-dayahudilerin-80-ozelligi-muslumanlarda-ne-kadar-var