İŞLEYEN DÜZENİ FESAT EDENLER
Bu dünyayı yoktan var eden yegâne güç ve kudret sahibi bir varlık var ve bu varlık yarattığı bu gezegene hükmediyor. Yarattığı her varlığı bir kurala ve kanuna bağlamış, bu kanunlar sorunsuz işliyor. Örneğin yaşadığımız gezegeni yaradan Rab, belli kurallara ve kanunlara bağlamış ve bu kurallar ve kanunlar sorunsuz işliyor.
Örneğin: Güneşin her gün doğudan doğup belli bir zaman içinde batıdan batması gibi. Bu bir kanuna bağlı işliyor. Ne bir saat erkene alabiliriz ne bir saat geciktirebiliriz. Bir başka örnek yaşadığımız gezegen atmosfer dediğimiz bir tabakayla kaplı, bu tabaka güneşin zararlı ışınlarını süzüyor. Yaşadığımız dünyada oksijen dediğimiz bizim yaşamımız için olmaz ise olmaz bir hava barındırıyor. İnsanoğlu bunlara güç yetiremiyor, yetirse bunları kendi arzu ve isteklerine göre tanzim etmeye çalışır ve bu muazzam düzeni bozar. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Ayın belli bir takvime bağlı olması yeryüzünde tabiat, bitkiler, hayvanlar… Hepsi bir kanuna, düzene tabi olarak işliyor. Yaşadığımız yer kürede yaratanın kanunları işliyor. Tabiata bakınca bunları açık biçimde gözlerimiz görüyor. Bahar geliyor, tabiat yeniden canlanıyor, yeşeren vadiler, ağaçlar vb. nice kusursuz işleyen düzen. Yaz geliyor arkasından son bahar ve kış. Bu işleyişi kim kurmuş ve kim yönetiyor? Akıl sahipleri bunları neden düşünmüyor?
Depremde insanlık için ve bu dünyanın bekası için insanlığa sunulmuş bir nimet aslında. Bugün bilim insanları bunu açık açık söylüyor. Deprem olmasa yer küre taş olur, katılaşır ve hiçbir şey ekilip biçilmez diyorlar. Bu dünyayı yaradan, burada yaşayacak varlıkları düşünerek dizayn etmiş yer küreyi, vadiler, bereketli topraklar hep fay hatlarının olduğu yerler. Dağlar sarp, yerler çorak, susuz yapı yapmaya müsait yerler. İnsanlığın geçmişine bakınca anlaşılıyor. Aslında eski uygarlıklar hep mağaralarda taşları oyarak yerleşim yerleri inşa etmiş ve biz bugün bunları arkeolojik kazılarda buluyoruz ve onlara çağ dışı vahşi ilkel insanlar diyoruz. Oysa onlar ilkel falan değil. Bizlere bu gezegen için ders veriyorlar. Yapılarınızı vadilere değil dağların eteklerine inşa edin. Deprem var diyorlar da kimse duymak istemiyor.
Biz, insanoğlu yaratılmışların en üstünü, ahsen’i takvim olan varlık, hiç düşünmüyoruz yaşadığımız küreyi. Biz bilim diyoruz kendi aklımızla yaptıklarımıza muazzam diyoruz amma bize bu aklı vereni hiç hesaba katmıyoruz. Bizi yaradan bize bu aklı ve yetenekleri veren acaba yarattığı bu dünya dediğimiz gezegende neler yaratıp kurallara bağlamış. Bizim aklımızın yetmediği düşünmek bile istemediğimiz bu düzenin sahibi kim? Hiç aklımıza gelmiyor amma sonradan elde ettiğimiz tecrübelere güvenerek neleri fesada uğratıyoruz hiç aklımıza gelmiyor. İnsanlık için ekilip biçilmesi gereken topraklara gidip kendimize saraylar inşa ediyoruz. Oysa oraya ekin ekmeliydik. Çünkü altından fay hatları fay zonları geçiyor, saraylara köşklere uygun değildi. Kendi ellerimizle kendi felaketimizi hazırladık. İlk sallantıda ne köşk kaldı ne vaz geçemediğimiz dünyalıklarımız.
Yaradan rab yarattığı yer kürede belli kurallar koymuş ve bu kurallar bütün insanlık için konulmuş bunlara uygun hareket eden felaketten kurtulacak. Örneğin, yeryüzünde Allah kullarına kendi kafanıza göre kurallar koymak yerine benim işleyen kanunlarıma uygun hareket edin ki kendi felaketinizi kendi ellerinizle hazırlamayın. Allah’ın sünnetullah’ında hiçbir seçilmiş veya yönetici Allah’ın arzını parselleyemez. Parselleyip güç sahiplerine peşkeş çekemez. Çünkü mülkün sahibi bunu insan dediğimiz varlığın iznine vermemiş. Çünkü insan çok nankördür. Böyle bir yetki eline aldı mı kendini yaratıcının yerine koymaya başlar. Bugün yaşadığınız topluma bakın Allah’ın kulları için yarattığı yer küreyi kimler parsellemiş, sınırlar çizmiş; ülkeler, kıtalar haritaları çıkmış karşımıza. Büyük resimde ülkeler sınırlar çizmiş küçük resimde belediyeler, mahalleler ve arsalar tarlalar hepsi parsellenmiş. Allah’ın yarattığı mülkü birileri çıkıp benim deyip başlamış parsellemeye. Bu mülkü yaradan, çoktan unutulmuş. İşte sorunlar buradan başlamış. Her akıl sahibi benim deyip bir yerleri sahiplenmiş buraları kendi menfaati için imar etmiş, buralardan menfaat elde etmiş kendini kazançlı sayıyordu. Unuttuğu bu benim dediği her ne varsa onu bir yaradan vardı ve o yaradan yarattığı varlığa belli kurallar ve kanunlar koymuştu. Hatta buraları sahiplenip parselleyen akıl sahibi kendisini de bir yaradan olduğunu çoktan unutmuş. Dönüp çevremize bakalım, Müslümanım diyenleri izleyelim, gözlemleyelim. Bu yer küreyi birileri parsellemiş parsellemesine de bizim Müslümanların zihinlerini, gönüllerini ve inançlarını kim parselledi. Oysa yukarıda yazdığımız temel yanlışlara karşı çıkması gereken Müslümanlar olmalıydı. Çünkü aynı kitabı okuyan, aynı Peygambere tabi olan, aynı Allah’a iman eden Müslümanlar dönüp halimize baktığımızda sanki hepimiz başka kitaplara tabi başka Peygamberlere ve farklı ilahlara iman ediyormuş gibi görünüyoruz. Maalesef bu dünya da üç kuruş menfaat için satmadığımız değerimiz kalmamış. Topluma hakkı götürmesi gereken Müslümanların önünde duran liderler, kimi nasıl çarparım malına konarım entrikaları peşindeyken Allah’ın işleyen kanunlarını çoktan unutmuşlar. Neden konuyu buraya bağladın demeyin çünkü yukarıda yazdıklarımızı insanlığa götürmek, örnek olmak bu kitaba inanan son peygambere tabi olan Allah’ın kendilerine Müslüman ismini verdiği insanlardır da ondan. Alın size bir slogan (Üçkâğıtçı toplumun üçkâğıtçı Müslümanı) oluverdik. Oysa biz yeryüzünde Allah’ın kusursuz işleyen kanunlarına tabi idik ve bundan şaşanları uyarmakla görevliydik. Allah’ın işleyen kusursuz düzenini bizde görevimizi yapmayarak fesada uğratmadık mı dersiniz. Kapitalist düzen sadece kazanmaya odaklı akıl ve insan yaptığı her davranışta ne kazanıp ne kaybettiğinin hesabını yapan akıl. Böyle toplum inşa eden tasavvur yeni Müslüman modelleri üretmeye başlar ki zaten aksini beklemek yanlış olur.
Peki, biz Müslümanlar neyi fesada uğrattık dersek manzara ne oluyor gelin birazda buralara bakalım. Biz hakkı ve hakikati, adaleti yeryüzünde hâkim kılmakla görevli Müslümanlar neler yapmadık ki? Tarihi süreç içinde kendi menfaatimiz uğruna önce Kur’an ayetlerinin veya diğer bir tabirle emir ve yasaklarının etrafından dolaşmaya başladık. İşimize, çıkarımıza uymayan hemen her konuda bir hadis söylettik Peygamber’e, ve bununla kendimize yeni yollar bulduk. Elimizdekini kaybetmemek adına yeri geldi Kur’an’ı bile rafa kaldırdık, içtihat deyip menfaat devşirdik. Şöyle geçmişe bir bakın bu yazdıklarımız gelecek karşınıza. Bunu yapanlar hep kendilerine imkân devşirme peşinde olanlar veya kendi gelecekleri için kimleri neleri yok saymadılar. Bunları yapanlar hep Müslümanların lideri olduğunu iddia edenler olmuştur. Kendi hırsları, şahsi bekaları uğruna neleri fesada uğratmadılar ki. Asıl olan rabbine teslim olmak, onun rızasını kazanıp cennetine mükâfatına ulaşmaktı. O’nun rızasını kazanmak kalabalıklarla, kitlelerle değil bir hurma tanesiyle veya tek başına İbrahim olmaktı, zalimlerin içinde. İnsanlığa örnek olmaktı ki rabbi ona şu buyruğunu indirecekti: “Şüphe yok ki İbrahim, tek başına bir ümmetti, Allah'a itaat ederdi. Daima, doğruydu ve müşriklerden değildi.” (Nahl, 120) Sayıların, rakamların bir kıymeti yoktu, rabbinin katında. Bizim Müslüman olduğunu iddia eden liderlerimize bakın, kendilerine mürit toplamak adına kimlerin haklarını fütursuzca gasp ediyorlar. Bir makam elde etmek için ne entrikalar çeviriyorlar. Allah’ın işleyen düzenini nasıl fesada uğratıyorlar. Dönün ve iyi okuyun. Kazanmaya alışık akıl artık dini de kâr etme, kazanma alanı olarak görmeye başlar. Artık takvanın bir anlamı kalmaz tek değerli kavram sayıları çoğaltmak. Ne kadar çok müridin var, o kadar kazançlısın akılsızlığı. Konuyu fazla uzatmadan, işte böyle zihne, kafaya sahip sözüm ona Müslüman liderler kendileri gibi Müslüman yetiştiriyor. Kendilerine Müslümanım deyip her türlü cambazlığı yapanlar yüzünden artık toplum Müslümanım diyenden korkup kaçıyor. Bunu Allah yapmadıysa demek ki biz yaptık Allah’ın düzenini kendi ellerimizle fesada uğrattık. Bütün bunların sebepleri insanımız Kur’an’ı bir bütün olarak kendine rehber ve onun tarif ettiği yurdu inşa etme hedefinden şaşınca herkes kendince bulduğu doğru olduğunu düşündüğü yurdu inşa ediyor. Asıl olan Allah’ın istediği yurdu inşa etmekti. Oysa temel görevimiz olan Allah’ın istediği yurdu inşa etmekten uzaklaşan Müslüman, kendi yurdunu inşa etmeye başlar. Bugün bu kadar kendine Müslümanım diyen milyarlar var. Bunların sayısız yurdu, devleti var. Hiçbiri diğerine benzemeyen devletler. Her lider kendi arzu ve isteklerine uygun yurt kuruyor, kendi toplumunu yetiştiriyor. Makro ölçekte, mikro ölçekte her lider kendi müritlerini yetiştiriyor. Yetiştirdikleri de kendilerini devlet görüyor. Bu bir ifsat değil midir? Allah yeryüzünü imar etmekle görevlendirmiş idi oysa, Müslümanım diyenleri. Bugün Müslümanım diyenler kendi cemaat veya kendi yurtlarını amaç edinmiş, onun uğrunda çalışıyorlar. Bu kendi menfaatleri uğrunda Allah’ın menfaatlerini yok saymak değil midir?
Bugün Müslümanım diyenler kendi menfaatleri uğruna neleri feda ediyor, iyi okuyalım. Oysa Müslüman Allah’ın menfaatini en ön sırada tutmakla yükümlüydü. İşte yaşadığınız toplumda hakkı ve sabrı insanlara götürme görevimizi yapabilmemiz için önce kendi menfaatlerimizi bir kenara koyup önce Allah ne diyor ona bakacağız. Bunun örneği Allah resulü Hz. Muhammed (s.a.s.)’dir. Ona kendi zamanında yaşayan müşrikler bile el emin diyorlardı. Bugün Müslümanım diyenlerden uzak durun denilmesinin bir sebebi olmalı. İşte bu sebepler çok önemli her lider kendine sormalı. Bunda bir zerre miktarı benim dahlim varsa vay benim halime demeli. Çünkü bu topluma hakikatleri hakkı adaleti götürecek kişiler Müslümanlardır. Onların eminliğine hiç kimse leke sürmemeli. Bütün bu fesadın önünde durması gereken Müslümanlar olmalıydı. İnsanlığa hakkı, adaleti ve yaşadığı yer kürenin yaratıcısının bu yer küreyi belli kanunlara bağladığını ve bu kanunların işlediğini anlatmalıydı. Fay hatları, depremler, seller, taşkınlar bunların Allah’ın birer ayeti hükmü olduğunu insanlığa götürmeliydi. Biz Müslümanlar görevimizi bırakıp dünyaya daldığımız için fesat kaçınılmaz oluyor. Kur’an gelmiş bütün uyarıcıların fesada uğrayan, tuğyan eden toplumları uyarmak üzere gönderdiğini söylüyor. Bizi bu kitap uyarmıyorsa ne uyaracak oturup düşünmek lazım. Her Müslüman bu fesada uğrama konusunda ne kadar katkısı olduğunu muhasebe etmek zorundadır.