Kazım Şensaltık

Kazım Şensaltık

Allah yoktan ver ettiği kullarından yeryüzünü inşa etmelerini istiyor. Hz. Âdem (a.s.)’dan son peygamber, Hz. Muhammed (s.a.s.)’e kadar, gelen bütün Peygamberler bu temel amaç için mücadele etmişler. Yeryüzünde, yeryüzünü, var eden rabbin istediği düzeni inşa etmek, yaratıcı ve hüküm koyucu olarak tek ilah olan Allah’ın yasalarının uygulandığı toplumu inşa etmek. Bizim toplumda ise Allah’ın kitabı sadece ibadetleri ve sevap toplamaya hizmet eden bir kitap olmuş. Oysa okuduğumuz kitap bizden temel bir amaç istiyor, kendi hükümlerinin uygulandığı bir toplum inşa etmemizi istiyor. Kitabı bir bütün olarak ele alırsak bize bir yaşam modeli, toplum modeli sunuyor. Biz bu kitabın sadece ibadetler kısmını almışız, kitabı bundan ibaret sayıyoruz. Oysa bu kitap, bizden ibadetten önce nasıl bir insan olmamız gerektiğini, yani ahlak alanını inşa etmemizi istiyor. Allah’ın istediği ve razı olduğu temel ahlakı kuşanırsak arkasından bize yol göstereceğini söylüyor. Bu temel ahlaka sahip olursak vahyiyle bize yol göstereceğini söylüyor.

Bunu Hz. Peygamber (s.a.s.) üzerinden bize öğretiyor. Hz. Muhammed (s.a.v.), Peygamberlik öncesi; ne kitap var, ne vahiy, cahiliye döneminde, o berbat toplumun içinde herkesin gıpta ettiği bir ahlaka sahipti. Onun künyesi “el-emin” idi. Allah mesajını kendi toplumunda emin kişi olarak tanınan kişi üzerinden topluma gönderecek, o emin kişiye yol gösterecektir. Bu temel ahlakın üzerine “taç” olarak “La ilahe illallah’ı” koyacak. Bu tacın altında bir toplum nasıl inşa ediliri öğretiliyor.

Şunu sakın unutmayın; o toplumda bir “El-Emin” vardı, birde “Ebu’l-Hakem” vardı. Vahiy yoksa toplumun Ebu’l-Hakem dediği kişilik, vahiy sonrası Ebu Cehil olacaktır. Amma “El-Emin” vahyin kılavuzluğunda toplumu inşa edecek. Toplumu Allah’ın istediği yurdu inşa etmeye başlamış olacaktır. Vahiy öncesi Ebu’l-hakem olan vahiyle Ebu cehil oluyordu, bugün bizim toplumda kendine emin diyenler, Ebu’l-Hakem’e dönüşüyor. Unutmayalım vahiy, Ebu’l-hakemlerin Ebu Cehil olduklarını söylüyor topluma.

Allah resulleri kendisine inen ayetlerle yol buluyor, onların ışığında Allah’ın kendilerinden istediği yurdu inşa etmeye başlıyorlar. Allah’ın kitabı bundan sonraki toplumlara bir mesaj veriyordu. Sizde bu kitabı kendinize kılavuz yapın ve Allah’ın istediği yurdu inşa edin diyor. Biz yaşadığımız toplumda Allah’ın bizden istediği yurdu inşa etmeyi çoktan unutmuşuz. Bu kitabı okuyup bir toplum inşa eden peygamberden, kitabı sadece ibadetler için okuyan bir ümmet oluverdik.

Ortada büyük bir problem var! ya peygamber anlamadı, biz daha doğru anladık, yâda biz ne Peygamber’i neden kitabı anlayabildik. Eğer Peygamber yanlış yapsaydı Allah onu uyarır ve düzeltirdi, böyle bir şey yok. Biz yanlış yapıyorsak bizi kim uyaracak yâda düzeltecek?

Gelin birkaç soru soralım kendimize Allah bu kitabı ve peygamberi bize ibadetleri öğretsin diye mi gönderdi? Kesinlikle hayır ibadetler kitabın sadece ufak bir kısmı. Allah bizden kitabında yapın ediği ibadetleri özgür ve rahat yapacağımız bir yurt, bir toplum istiyor öncelikle.

Allah bu kitabı okuyanlara sadece helal ve haramları öğrenelim diye mi gönderdi? Bu helal ve haramları okuyalım öğrenelim amma uymayalım!!!

Allah bu kitabı okuyanlara nasıl evlenip nasıl boşanmalarını öğretmek için mi gönderdi?

Allah bu kitabı okuyanlara miras nasıl taksim edilir bilelim diye mi gönderdi?

Sorular sorun ve soruları çoğaltın amma bu soruların cevaplarını da gönülden bulun ve yanıtlayın. Bu kitabı okuyanlar şu hakikati görecekler, bu kitap bir toplum modeli sunuyor insanlığa. Bu kitabın sunduğu modeli oluşturamayan toplum da kargaşa, terör, zulüm olur. Dönüp çevremize baktığımızda bunların her türlüsünü görüyoruz. Herkes bir çare arıyor, amma kimse kendilerini yaradan rablerinin ne dediğine dönüp bakmıyor bile. Allah bizden sadece ibadet etmemizi, sadece sevap kazanmamızı istemiyor. Bunları melekler zaten yapıyorlar, bizden istediği çok daha temel bir görev var, Allah’ın istediği toplum modelini Allah’ın razı olduğu ve Peygamber’in örnekliğinde inşa etmemizi istiyor. Tıpkı Hz. Peygamber’in kendi toplumunda uygulayarak yaptığı gibi, onlar vahyin rehberliğinde Allah’ın istediği toplum modelini inşa ettiler. Bize de kendi toplumumuza bu örnekliği okuyup onun örnekliğini model alarak uygulamamızı istiyor. Biz buna “Kur’an’ın Yurdu”nu inşa etmek diyelim. Kur’an’ın bizden istediği yurdu, toplumu inşa etmemizi istiyor desek yanlış olmaz. İşte bizim toplum bu temel ve asıl olan ödevi unutunca, fırkalara, cemaatlere, meşreplere bölündük. Kur’an’ın yurduna insanlığı çağırmayı unuttuk, kendi cemaat, meşrep ve hocalarımıza çağırmaya başladık. Her yapı kendini Allah’ın yurdu burası diye tarif etmeye başladı. Oysa bunların hepsi toplumu Kur’an’ın yurduna çağırmalıydı. Ortada böyle bir yurt kalmayınca, her yapı kendini Kur’an’ın yurdu olarak tarif etmeye başladı.

Gelin biraz açalım konuyu, vahiy öncesi Mekke toplumuna gidelim, o toplumda üstünlük yarışına giren kabileler vardı. Kendilerini en üstün en faziletli gören bu amaç için yarışan kabileler. O kabileler ve toplum da, hac var, kurban var, zekât var, farklıda olsa oruç var. Yani bugün bizim toplumda olduğu gibi. Bugün kabilelerin yerini cemaatler almış hepimiz üstünlük yarışındayız. Cennet satanımızdan, yanmayan kefen pazarlayanımıza varana kadar. O toplumda böyle değil miydi?

İnsanlık tarihi bize şu hakikati hatırlatıyor, Kitaba sırtını dönenler hep kaybettiler, kitaba tabi olanlar kazandılar. Bugün bizim toplumda bir karar veriyor kitaba sırtını dönüyor ve kaybediyor. Kurtuluşun kitaba tabi olmakla olacağını topluma anlatmak zorundayız. Bunu topluma anlatacağız amma kim ve nasıl olacak? Bunu da Allah bize rahmet edip öğretmiş. Toplumun emin olduğu kişilikler oluşturacağız, o emin kişi veya kişiler topluma mesajı götürecekler ki, toplum dinlesin kulak versin. Bunu Mekke toplumunda Allah bize modellemiş önümüze koymuş başlamamız gereken yer burası. Bakın bugün toplum Müslümanlara güvenmiyor, hatta hırsız, devleti soyan, yolsuzluk yapan olarak görüyor. Mekke toplumu da biraz böyleydi desek yanlış olmaz. Başlamamız gereken yeri çok ama çok iyi bilmeliyiz. Geçmişte bu toplumda kendini topluma emin olarak tanıtan kişilikler vardı, bir yorgan bir hırka diyenler, malı mülkü olmayanların reklamı yapılıyordu bu toplumda. Günün sonunda bu kişiliklerin nasıl bir servete hükmettiklerini hep beraber izledik ve izliyoruz. Burada sorun olan onların servetleri değil bir hırka bir yorgan muhabbeti yapıp toplumu buna inandıran, insanların birer yalancı oldukları. Bu algının toplumda yerleşmesini ve insanların bütün Müslümanlara bu algıyla bakmalarını sağlamaktır problem. Oysa bu oyunu iyi görmeliydik bu tuzağa düşmemeliydik, bu algıyı oluşturmak isteyenlere fırsat vermemeliydik.

Bakın bugün ibretle izliyoruz tahrif edilmiş de olsa kendi kitabının veya kutsalının etrafında toplanan bir avuç Yahudi, dünyayı sallıyor insanlığı ve bütün insani değerleri yok ediyor, karşısına çıkıp dur diyecek bir toplum olmuyor. Çünkü onların kötülüklerine karşı duracak hak kitabın mensupları kendi kitaplarına çoktan sırtlarını dönmüşler. Kitaba, vahye sırtını dönenler hep kaybediyor ve edecekler. Mekkeli müşrikler vahye, kitaba sırtını döndüler ve kaybettiler. Firavunlar, Nemrutlar, Calutlar kitaba, vahye sırtını döndüler ve kaybettiler. Bizim atalar, yani Türkler kitaba yüzünü döndüklerinde dünyevi nasıl bir başarı elde ettiklerini okuyoruz. Bugün sırtlarını kitaba döndükleri için nasıl bir zillet içinde olduğumuzu yaşayarak görüyoruz. Kur’an’ı okuyup onun istediği yurdu inşa etmek için yola çıkanlar dünyaya hükmettiler. Bugün aynı toplum Kur’an’ı sevap kazanmak için okuyor, nasıl bir zillet içinde ibretle izliyoruz.

Konuyu şöyle toparlayalım, bizim artık asıl amaca ve asıl hedefe odaklanmamız, Allah’ın bizden istediği yurdu insanlık için inşa etme hedefine kilitlenmeliyiz. Topluma önderlik edecek emin kişilikleri oluşturmalıyız, tıpkı peygamberlik öncesi Mekke toplumunda oluşan el emin kişilik gibi. Vahiy öncesi Mekke toplumu bir kişiliğe “El-emin” künyesi vermişti. Allah toplumun “El-Emin” dediği kişiliğe şunu söyleyecektir. “Senin üstün ahlakın Tevhit ile birleşince anlam kazanacak ve Allah’ın razı olduğu bir kişilik olacak”.  

Kelimeyi tevhit sancağı altında anlam kazanacak ahlakı kuşanmalıyız. İçimizdeki kirlenmiş bu temel ahlaki değerleri kuşanamamış önderleri, kişileri temizlemekle işe başlamalıyız. Toplum çaresizlik içinde kendilerini bu haksızlıktan, sömürüden kurtaracak eminleri bekliyor. Bütün Müslümanlara çağrımız olsun! Allah rızası için bu eminlik vasfına sahip olmayanlar ceketlerini alsın çekilsinler. İki hayra hizmet etmiş olsunlar, bir Allah’ın dinine kendileri üzerinden gelen kötülükleri kessinler. İkincisi de emin kişilere yol açsınlar. Toplum İslam’ın nuruyla tanışmış olsun. Artık fırkaları, cemaatleri terk edip hep beraber Allah’ın bizden istediği yurdu inşa etmeye başlayalım.

Hepimizin görevi ve sorumluluğu Kur’an’ın yurdunu insanlığa armağan etmek olması duasıyla!

Yaşadığımız bu toplumda, yani Türkiye’de 6284 sayılı kanunu sizce kimler yaptı?

Bu topluma kendilerini Müslüman olarak tanıtan, yaptıkları siyasete Hz. Yusuf (a.s.)mı referans gösterenler değil mi?

Peki, kadının beyanı esastır hükmü hangi toplumun kanunu bilen düşünen var mı?

Ben söyleyeyim kadının beyanı esastır, hukuku firavunun uyguladığı kanundur. Hz. Yusuf’u haklı olduğunu bile bile hapse attıran kanunun ta kendisidir. Çünkü melikin hanımı soylu kadındı ve onun beyanı esastı doğru mu?

Peki, kadının beyanı esastır kanununu koyanlar, nasıl oluyor da Hz. Yusuf’u kendilerine referans gösteriyorlar?

Hz. Yusuf bu kanunun veya kuralının mağduru, bunu bize Kur’an söylüyor.

Biz ne zaman aklımızı başımıza alacağız ve gerçekten tefekkür edeceğiz?

Bu kanunu yapanlar bu ayetleri hiç okumadılar mı? Eğer okuduysalar nasıl Firavun uygulamalarını kendini İslam’a nispet eden topluma dayatıyorlar. Bu kanunlar mazlum, müstezaf, kesimlere dayatılırken neden kendine Müslüman diyenler itiraz etmiyor, toplumu bu yanlıştan haberdar etmiyor. Ben bunlara itiraz edip sokaklara, meydanlara dolan Müslümanları nedense hiç görmedim. Bakın bugün bu kanunla yüz binlerce insan ya hapislerde veya onuruna yediremeyip intihar edip toprağın altında. Siz birde bunların ailelerini bir düşünün rakamların nerelere vardığını hayal edin.

İşin garip tarafı nedir diye sorarsanız, böyle bir kanunu ne cumhuriyeti kuranlar bu topluma dayatmaya cesaret edebildi, nede cumhuriyet savunucusu partiler ve bunlara benzer yapılar böyle bir kanun yapmayı hayal ettiler. Ya cesaret edemediler veya ters tepeceğini bildikleri için hiç böyle bir işe soyunmadılar. Bu büyük ifsadı bu topluma kendine Müslüman diyenlerin elleriyle yaptırdılar. Bakın bugün bu kanunun yanlışlığını görüyorlar yapanlar kaldırmak istiyor amma savunuculuğunu kimlerin yaptığına dikkat edin, kimlerin kimleri kullandığını göreceksiniz. Bu konuyu bize Allah kitabında anlatıyor gelin bakalım.

Olacak bu ya, evinde bulunduğu kadın onun nefsinden murat almak istedi, kapıları iyice kilitledi ve: “Haydi, gelsene!” dedi. Yûsuf hiç tereddüt etmeden: “Böyle bir şey yapmaktan Allah’a sığınırım. O, benim efendimdir. O bana güzel bir mevki verdi ve bana çok iyi davrandı. Doğrusu bunu kötüye kullananlar asla kurtuluşa eremezler” dedi. Yusuf 23.

Yûsuf’a da: “Yûsuf! Sen bu olaydan kimseye bahsetme!” tavsiyesinde bulundu. Tekrar eşine dönüp: “Ey kadın sen de günahın için af dile. Çünkü sen gerçekten büyük bir hata yapmışsın” dedi. Yusuf 29

Kral, kadınları toplayıp: “Ne idi Yusuf’la aranızda geçen? O’nun nefsinden murat almak istediğinizde Yûsuf size nasıl davranmıştı?” diye sordu. Onlar da: “Hâşâ! Allah için söylemek gerekirse, ondan herhangi bir kötülük görmüş değiliz” dediler. Bunun üzerine Aziz’in hanımı: “Artık gerçek açık seçik ortaya çıktı: Ben onun nefsinden murat almak istemiştim; o ise şeksiz şüphesiz sadık ve dürüst insanlardandır” itirafında bulundu. Yusuf 51.

Yukarda yazdığım ayetlerle Allah bize bir hakikati anlatıyor. O hakikat o toplumda soylu kadının beyanı esas alınarak hüküm veriliyor. Bu uygulamayı çok iyi bilen kadın kocası olan üst düzey yönetici mevki makam sahibi melik bile olsa ona çok rahat ihanet edebiliyor. Bunu bize insanlar anlatmıyor, aksine Allah vahiyle kitabında bize haber veriyor. Bunları anlatmasının bir sebebi olmalı, burayı iyi düşünmek tefekkür etmek gerekiyor, biz bu ayetleri sevap kazanmak, hatimler yapmak için okuyoruz. Hakkını verelim birde ölen olursa mezarının başında okuyoruz.

Oysa biz kitabın muhatapları, şu hakikati görmeliydik, Allah kitabında bize kadının beyanı esastır derseniz, bu kandın karşısındaki kim olursa olsun bunu kullanacak. Tıpkı Hz. Yusuf a.s. örneğinde olduğu gibi.

Benim aklımın almadığı bu kanun yapılırken bu toplumun din işlerinden sorumlu kurumu ve diğer Müslümanlar neden buna isyan etmiyor olmaları. Bunun zararını toplumun bütün katmanları yaşayacak, Allah’ın beyanını dikkate almadığınız takdirde toplumda önü alınmaz toplumsal sorunlara sebebiyet verecek. Bugün karşımızda duran toplumsal vahşet bunların eserleri değil midir?  Haberlerde eşini sevgilisini öldürenlerin haberleri yapılırken bu kanun yapılıyor kadını korumak için doğru mu? Bu kanundan sonra artık Ailecek katliamlar görmeye beşledik, artık sadece kadın değil çoluk çocuk hepsi öldürülüyor, bunları yapan sonrasında kendi canına kıyıyor.

Hz. Yusuf’u siyasetlerine referans gösterenlere birde şu soruyu sorun; Hz. Yusuf melikten iktidarı devraldıktan sonra hapis haneler doldu mu yoksa boşaltıldı mı? Ben bildiğim kadarıyla kaynaklar suç oranlarının düştüğünü hapis hanelerde suçsuz yere yatanlar serbest kaldılar, hapis haneler boşaltıldı desek yanlış söylemiş olmayız.

Peki, bugün onu siyasetlerine referans gösterenler, bu toplumda iktidardalar neden hapishaneler dolup taşıyor. Burada bir sorun yok mu? Yusuf’u referans gösterip Firavun’un uygulamalarını yapıyorlar demek olmaz mı?

Hz. Yusuf diye çıktıkları yolda vardıkları nokta Firavun uygulamaları oldu.

Gülen yüzü, tebessüm eden çehresiyle bir Ahmed kalkan geçti bu toplumdan. Yaşam biçimiyle, samimiyetiyle, Allah için yaşamak, Allah için ölmek düsturuyla yaşayan bir dava adamı. Sözleriyle yaşamı uyum içinde olan, yapamadığını başkalarına tavsiye etmeyen bir ahlak erdemi ve örnekliğiyle bir Ahmed kalkan geçti bu toplumdan. Konuşmalarında, yazılarında, sineklerle uğraşmayan aksine çöplüğü kurutmaya gayret eden bir kişilik. Hayatını Allah’ın dinini doğru anlama ve anlatmaya vakfeden, bu uğurda 10’larca hastalığa rağmen koşuşturan bir dava adamı. Ben Âlim değilim, ben Kur’an talebesiyim diyen, nezaket ve tevazu dersi veren, ahlakıyla bir Ahmed Kalkan geçti bu toplumdan.

Mütevazı yaşam tarzıyla, kendisini tanıyan herkeste etkiler bırakan bir ahlak ve erdem timsali geçti bu toplumdan. Sorunu, sıkıntısı olan ve her isteyenin istediği zaman ulaştığı, çoğu zaman geceleri bile insanların dertleriyle dertlenip, uyumadığı ve bundan hiç şikâyet etmediği bir ahlak sahibi. Yaşadığı semtten oturduğu eve kadar, mütevazı olmayı tercih eden bir ahlakı kuşanan biriydi. Talebelerinin her türlü sıkıntısıyla dertlenen, onların sıkıntılarını onlarla beraber yaşayan güzel bir insan geçti bu toplumdan.

Ailesinde örnek bir aile babası, çevresinde sorun çıkaran değil sorun çözen hayata hep olumlu taraftan bakan bir kişilik. Yazdığı eserleriyle övünen kibirlenen değil sanki onları kendisi yazmamış anlayışıyla sıradan bir vatandaş gibi yaşayan bir karakter.

Çok iddialı bir söz olacak amma kendisini tanıyıp görüşen, beraber zaman geçiren kim varsa “ben ondan şu zararı gördüm” diyen bulamazsınız.

Dönüp kendinize bakın ve şu söylediğim sözleri sizde arkanızdan söylete bilecek misiniz? Bu söylediğim söz Mekke de İslam öncesi yetim Muhammed içinde söyleniyordu. Çünkü o toplum ona el-Emin diyordu. Bugün, bu temel insani erdemleri ve ahlakı kuşanmış kaç hocamız, kaç cemaatimiz veya insanımız var. Ben kendisiyle yaklaşık 20 yıllık tanışıklığım vardı, yeri geldi maddi sıkıntı çekti, yeri geldi 10’larca hastalıkla mücadele etti. Ailesiyle soba gazından zehirlendi ve çocuğunu kaybetti, kendisi aylarca hastanelerde yattı. Hiç isyan eden olumsuz bir söz söylediğine şahit olan olmamıştır. Hep şükreden, tebessüm eden, imtihan diyen bir kişilik vardı karşımızda. Derslere sohbetlere kendi imkânlarıyla saatlerce otobüs, toplu taşıma araçlarıyla gider gelirdi. Hiç geç kaldığına şahit olan olmamıştır. Biriyle sözleştiği zaman saatinden önce giderdi. Onu tanıyan görüşmek için sözleştiğinde geç geldiğini veya unuttuğunu söyleyen pek bulamazsınız.

Bu dünyada bir makam mevki için hiç çabalamadı, kendisine teklif edildiğinde şu arkadaş buna daha yetkin o yapsın derdi. Kendi işini kendisi görürdü, kimseyi kendisine hizmet ettirmezdi, talebelerine bile hizmet ederdi. Yazdığı eserlerinde telif hakkı koymaz, basılıp dağıtılmasını, çoğaltılmasını isterdi. Toplumda bu kadar tanınmış olmasına rağmen onun bir makam aracı veya bir şoförü yoktu. Konferanslara, derslere kendi imkânlarıyla giderdi, kimseden bir ücret talep etmezdi, aksine gittiği yerlerde bir ihtiyaç hâsıl olduğunda kendisi imkanı ölçüsünde katkı sağlardı. Daha sayamayacağım nice erdemlere sahip bir insandı kendisi. Onun bu toplumda karşılık bulması işte bu temel ahlaki değerlere sahip olmasındandı.

Ben bunu İslam öncesi Mekke dönemindeki yetim Muhammed’in ahlakına benzetiyorum. Yaşadığınız toplumda öyle bir ahlaka sahip olacaksınız ki toplum size emin kişi desin, unutulmuş insani değerleri sizin üzerinizde bulsun, örnek olsun topluma. Siz bu temel insani değerleri kuşanınca Rabbiniz sizi yalnız bırakmayacak rahmetiyle koşacak. Vahiy bu ahlakın üzerine inecek, bu ahlaka sahip olmayanlara inen vahiy, ahlaksız Müslüman tiplemesi oluşturacak. Bizim toplumun en temel eksiği işte tamda budur desek yanlış olmaz. Siz temel insani değerleri ve ahlakı kuşanın ki, vahiy sizinle hayat bulsun, ete kemiğe bürünsün, topluma adalet ve huzur taşısın. Eğer bu temel ahlaka sahip değilseniz topluma adalet değil aksine kaos taşıyorsunuz. Hem de Allah’ın adıyla başlayarak kendi ahlaksızlığınızı Allah’ın adıyla boyayıp topluma yutturuyorsunuz. Bunu Ebu Lehepler, Ebu Cehiller de yaptılar.

Rabbim bu toplumda hoş bir seda bırakan, arkasından tanıyanlar “güzel insandı” dedirten Ahmed Kalkan hocamıza rahmet eylesin. Biz bu dünyada onu tanıyanlar onun Rabbinin istediği ahlakı kuşanan bir dava adamı olduğuna yaşayarak şahitlik ettik, rabbim de şahit olsun.

Abese suresi,  kitaba tabi olan bizlere şu mesajları sunuyor. Sûre Mekke döneminde nazil olmuş olup içerdiği uyarılar evrensel değerler taşıyor. Müslüman Âlimler bu uyarıları o günün Mekke yöneticilerine yönlendirse de asıl muhatabın kitaba tabi olanlar olduğu bir hakikat. Tefsirciler bu surenin ilk ayetlerinin muhatabı Velid bin Muğire olduğunu aktarıyorlar. Oysa biz anlamak ve hayata taşımak için okuyorsak muhatap değişecektir. Asıl muhatap kitaba tabi olanlar yani Müslümanlar olacaktır. Çünkü bu kitap Müslümanlara iniyor ve onu okuyup hayata, topluma hâkim kılmak Müslümanların görevi.   Kitabın tehditlerini sadece geçmiş çağlarda yaşamış kişilere hasretmek bizi görevimizden ve sorumluluklarımızdan uzaklaştırır. Oysa bu surenin ilk ayetlerinde anlatılan, kınanan kanaatimizce Hz. Peygamber değil, karşısındaki topluluktur. Bir iki kişi değil aksine sayılan olumsuzlukları barındıran topluluklardır. Bugün kendi toplumumuzda bu sayılan olumsuzlukları barındıran insanlar bu tehdidin muhatapları olacaklar demektir. Gelin ayetleri beraber okuyalım.

﴾1﴿Yüzünü ekşitip başını çevirdi

﴾2﴿ Görme engelli o kişi geldi diye.

﴾3﴿ Ama (ey Peygamber!) Sen nereden bileceksin, belki o kendini arındıracaktı.

﴾4﴿ Yahut o bir öğüt alacak, bu öğüt kendisine fayda verecekti.

﴾5-6﴿ Sen ise kendini her bakımdan ihtiyaçsız görenle ilgileniyorsun.

﴾7﴿ Onun arınmamasından sen sorumlu tutulmayacaksın ki!

﴾8-10﴿ Gönlünde Allah korkusu taşıyarak koşup sana geleni umursamıyorsun!

İlk ayette yüzünü ekşitti başını çevirdi ifadesiyle, bunu yapanın âmâ kişinin Hz. Peygamber’in yanına geldiğinde onu beğenmeyen, onları insan yerine koymayan Mekkeli elitler olduğu görünüyor. Çünkü vahyin başından beri Müslümanları ve Hz. Peygamber’i aşağılayan iman edenlere ayak takımı diyen bir zihniyet var. İşte bu zihniyeti temsil edenlere tebliğ yapan Hz. Peygamber’in olduğu ortama aniden giren âmâ kişiyi gören bu müstekbirler yüzlerini ekşitiyor, başlarını çeviriyorlar.

Burada bir mesaj da sanki tüm ümmete geliyor. Dikkat edin içeri giren âmâ görmüyor, kimin ne yaptığını görmüyor. Yani gaybi bir konu onun için amma Allah sanki bugünün Müslümanlarını ta o günden uyarıyor. Size arınmak için gelen yüreği Allah korkusuyla dolu bir âmâyı, bir garibanı makam mal, mülk sahipleri için ötelemeyin diyor.

Bu sureyi okuyan Müslümanlar hele bir de liderse uykuları kaçmalı, çünkü eğer genel kanaati alırsak bu uyarıların Hz. Peygamber’e olduğunu söylüyor ki bu durumda onun varisi olanlar aynı uyarıların muhatabı oluyorlar. Biz bu ayetlerde yüzünü ekşiten, sırtını dönen o toplumun elitleri olduğu kanaatindeyiz ki böyle olsa bile yine muhatap Müslümanların yöneticileri oluyor. Uyarılar bunlara yapılıyor.

Gelin biraz güncelleyelim, bugün yaşadığımız toplumda cemaatlerimiz ve onların yöneticileri bu ayetlerin muhatabı değil mi?

Oturun düşünün siz bir cemaate gidiyorsunuz arınmak için, size yapılan muamele veya karşılama nasıl oluyor, bir de zengin varlıklı biri geldiğinde ona yapılan muamele nasıl oluyor.

Bir makam sahibi geldiğinde ona yapılan muamele nasıl , size yapılan muamele nasıl!.  Bir milletvekili, vali gibi insanlar geldiğinde onlara yapılan muamele nasıl , bir de size yapılan muamele nasıl !.

Cemaat liderlerimiz zengin bir finansör bulmak için neler yapıyorlar, bir de yanında dava arkadaşlığı yapmış sıradan insanlara nasıl muamele yapıyorlar!  Tek çırpıda yanındaki dava arkadaşını silip atıyorlar, amma imkân sahibi birini kendi cemaatinden olmasa bile ne ikramlar hürmetler sunuyorlar. Bu ayetlerin tehdit ettiği aslında bunlar değil mi?

Size yaşadığım bir anımı anlatayım, bu konuyla bağlantılı olduğu için yazıyorum. Yıllar önce bir cemaatin faaliyetlerine katılıyorum,  İslam’ı yeni tanıdığım dönemler. Bir gün sohbet için gittiğim mekânda yöneticiler toplantı yapmışlar biz de üstüne gitmiş olduk, biraz da erken gittik. Bende sakal namaz sorunundan dolayı işimi bırakmıştım. İşten ayrıldığımı duyan yöneticilerden bir kaçı kendi aralarında konuşurken işitmiştim. Aynen şu cümleyi kurmuşlardı bizim aramıza gelenler işsiz güçsüz olanlar, işi olanlar da işini bırakıyorlar sanki biz bunlara iş vereceğiz diyorlardı. Hiç unutamıyorum bu anıyı, bugün bu sureyi okuyunca bağlantı kuruyorum, galiba bunları söyleyenler bu ayetlerin anlattığı veya uyardığı kişiler diyorum. Yanlış bir okuma değil ayeti kendi yaşadığınız topluma indirdiğinizde karşılığı geliyor önünüze. Bu arkadaşları kınamak için yazmadım realiteyi yazdım, bugün yaşadığımız toplumda maalesef bu uyarılara muhatap olmayan Müslüman yok denecek kadar az. Hele Müslümanların yöneticileri arasında bile bulmak çok zor. Çünkü biz ayetin muhatabını 1400 yıl öncesinde yaşayan bir şahıs olduğunu söyledik işin içinden çıktık. Oysa unuttuğumuz bir gerçek var yaradan Allah bütün yarattığı kullarına eşit mesafede duruyor. Hz. Musa a.s.’a “firavuna git o haddi aştı ona yumuşak söz söyle belki öğüt alır” diye buyuruluyor. Aynı durum Velid bin Muğire için de geçerli onun da yumuşak söze ve uyarılmaya ihtiyacı var. Buradaki muhatap bu kişiden çok sıralanan olumsuzlukları yapan bütün insanlar olduğunu bilmemiz gerekiyor. Biz işin kolayına kaçıyoruz ibret almak hayata taşımak yerine birinin üzerine yıkıp kurtulduğumuzu sanıyoruz. Biraz da yahudilerin günah keçisi bulup işi ona yüklemeleri gibi.

Bu toplumun Müslümanları olarak tuhaf insanlarız, yüzünü ekşiteni, sırtını döneni 1400 yıl öncesinin Mekkesinde arıyoruz. Kendi hayatımızda aramamız gereken olayı yüzyıllar öncesinde arıyoruz. Bizim kendi hayatımızda, haz etmediğimiz insanlar yanımıza geldiğinde yüzümüzü ekşiltip sırtımızı dönmüyor muyuz?

Bizim cemaat liderlerimiz başka cemaatlerin yöneticileri kendilerinden ilmi bir konuyu münazara etmek istediklerinde onlara sırtını dönmüyorlar mı?

Bugunun Müslümanları kendilerinden olmadıkları için kardeşlerine bırakın sırtını dönmeyi onları hain, ilan etmiyorlar mı?

Bizim toplumun Müslümanları beraber dava arkadaşlığı yaptığı kardeşlerine menfaatleri için sırtını dönmüyorlar mı?

Soruları çoğaltmak mümkün bu ayetlerin uyardığı kişiler bunları yapanlar değil mi? Okuduğumuz ayetleri güncel hayatımıza taşırsak karşılığı oluyor. Karşılığını bulan ayetler bize yol gösteriyor olacak. Bizim arınmamızı sağlayacak, biz nedendir bilinmez hayata indirmek yerine tarihe hapsediyoruz. Bizim görevimiz kendi toplumumuzda bu ayetlerin muhataplarını bulmak ve uyarmak olmalıydı.

Bu ayetleri kendi toplumumuzda güncellemeliyiz, uyarılarını güncel karşılıklarını bulup hayata indirmeliyiz, tarihin geçmiş sayfalarında hapsetmemeliyiz.

Allah tüm Müslümanlara feraset, basiret ve arınma yolunu nasip etsin. 

Peygamber varislerinde aranması gereken vasıflar.!!

Kendi cahiliye toplumunuz da, kendiniz üstün bir ahlaka sahip olmanız gerekir. Tıpkı Hz. Peygamber’in kendi toplumunda emin kişi olduğu gibi. Bırakın düşmanlarınızı kendi cemaatinizde veya Müslümanların haklarını tıpkı Allah Resulü gibi teslim ediyor mu? yoksa kendi malıymış gibi üstüne mi çöküyor? Daha Müslümanların haklarını teslim edemeyen nasıl Allah Resulünün varisi olduğunu iddia edebilir, bunu sizlerin İslam ve Kur’an bilginize bırakıyorum.

Yaşam biçimi Allah Resul’ünün yaşam biçimi gibi olmalı. Yaşamında kimsenin hakkını, hukukunu ihlal etmemiş, kendisi hakkında böyle bir algının olmaması, çünkü Allah Resulü Mekke toplumunda böyle bir algıyı topluma vermişti. Toplum onun ister Müslüman olsun ister başka inanca sahip olsun, kimsenin hakkını hukukunu asla zedelemeyeceğini biliyor ve söylüyordu. Onun varisleri de kesinlikle böyle olmak zorundalar.

3. Söylemleriyle amelleri tutarlı olmalı, söylediklerini kendisi bir yaşam biçimi yapmak, başkalarına bir şeyler söylerken önce bunları kendisi yaşıyor olmalı. Tıpkı Hz. Peygamber’in İslam öncesi Mekke döneminde sahip olduğu ahlak gibi çünkü o ahlak Allah’ın taktirini almıştır. Söylemlerinde Allah Resulünü dilinden düşürmeyen ve onun varisi olduğunu söyleyen, önce kendisinin bu temel ahlaki değerlere sahip olalı. Söylemlerinde ahlaktan, haktan, hukuktan, vahdetten bahseden önce kendisi bu konuda kendisinin Allah’ın Resulünün ahlakına ne kadar benziyor diye sorgulamalı. Eğer kendisinde bunlara benzer zaaflar varsa en azından bunları sloganlaştırmamalı.

4. Yaptığı ticaretinde, hiç kimseye zarar vermemiş, kendisine teslim edilen emanetleri eksiksiz sahiplerine teslim etmiş olmalı. Tıpkı Hz. Peygamber’in hicret sırasında düşmanlarının bile emanetlerini teslim etmesi gibi. Medine de bir Yahudi ile bir Müslümanın anlaşmazlığını Allah Resulüne götürdüklerinde yahudiyi haklı görüp hakını teslim etmesi gibi. Eğer Müslümanların cemaat lideriyse, elinde olan imkanların birilerinin emanetleri olduğunu bilmeli ve hak sahiplerine eksiksiz teslim edilmelidir. Unutmamalı ki Allah onu bu imkanlarla imtihan ediyor, Allah’ın Peygamber’i bile olsanız bu imkanların sahibi olamazsınız, onları hak sahiplerine teslim etmekle yükümlü ve sorumlusunuz. Çünkü örnek aldığınız Peygamber aynen böyle yaptı. Eğer onun varisi iseniz sizde böyle yapmak zorundasınız. Cemaatinizde bir gurup insan veya bir dernek sizden ayrılıyorsa onların haklarını çağırıp eksiksiz teslim etmelisiniz. Bunu kendinizi yerine koyduğunuz Allah resulü olsaydı nasıl yapardı demelisiniz. Çünkü o bunların nasıl olacağını bize yaşayarak örnek olarak bıraktı.

5. Çevrenizde birilerinin ailevi sorunlarını çözmek istiyorsanız ve bu konuda öncülük yapıyorsanız, sizin aile hayatınız örnek aldığınız Hz. Peygamber’in aile hayatıyla uyumlu olmalıdır. Çünkü yaptığınız tavsiyeleri önce kendi aile hayatınızda yaşıyor olmalısınız. Yaşamadığınız şeyleri başkalarına tavsiye etmeniz tutarsızlık olur. Bir cemaatin lideriyseniz ve çevrenizde ailevi konularda size gelenler oluyorsa en azından Allah resulüne benzemelisiniz. Eğer hem lider hem uçkur düşkünüyseniz bu konulara asla girmemelisiniz. Çünkü toplum sizin her yönünüze bakacak ona göre değerlendirecektir, sizin durumunuz tıpkı Allah Resulü gibi bütün hayatınız topluma mal olacak ve bu konuda çok ama çok hassas olmalısınız. Eğer değilseniz o zaman bu konuma asla talip olmamalısınız, çünkü bu zaaflarınız Müslümanlara zarar verecektir.

6. Yanınızda çalışan, hizmetliniz bile olsa ona örnek aldığınız Hz. Peygamber’in davrandığı gibi davranmalısınız. Enes bin Malik bu konuda size model olarak sunulmuştur. Kaynaklarda yeterince bilgi mevcuttur. Bırakın hizmetçinizi yanınızda duran cemaat mensubu veya okullarınızda eğitim gören öğrencilerinizi kendinize hizmet ettirmemelisiniz. Çünkü örnek aldığınız Hz. Peygamber aynen böyle yapardı, bunlara zaafınız varsa sakın bu konumlara talip olmayın Müslümanları zor duruma düşürüp zarar vermeyin.

7. Eğer Müslümanların liderliğini yapmak istiyorsanız, dünyevi bütün rütbe, menfaat, şan ve şöhret gibi istek ve arzularınız olmamalıdır. Yani Müslümanların liderliğini kendiniz için bir basamak olarak kullanmamalısınız. Eğer böyle bir arzunuz varsa bu konuma asla soyunmamalısınız. Eğer bu konuda zaafınız varsa sizden günün sonunda Kral, Melik veya padişah olacaktır. Bugün içinde bulunduğumuz parçalanmışlık bunların sonucudur.

8. Eğer bir cemaatin lideriyseniz yakın çevremize buradan menfaat sağlamamalısınız. Müslümanların emanetçisi olduğunuzu bilmeli ve yakın çevrenize buradan iş, ticaret vb. Konuları asla yapmamalısınız. Hz. Ömer’in oğlunu Halifelik için önermelerini istediklerinde verdiği cevap bunun modelidir. “Bizim aileden bir kurban yeter” diyordu.

Bütün bunlarla beraber yukarda yazdığımız, ve yazmaya güç yetiremediğimiz konularda geçmişi sorunlu ve problemli şahsiyetler kesinlikle Müslümanların liderliğine soyunmamalılar. Kendilerine böyle bir teklif geldiğinde geçmişindeki problemlerin gelecekte, kendisi üzerinden Müslümanlara zarar vereceğini söyleyip elinin tersiyle itmelidir.

Eğer bütün bu problemleri olduğu halde bu konuma soyunuyorsa, ya kişisel hırsları ve ihtirasları için yapıyordur veya Müslüman’ların menfaatlerini kendi şahsi menfaatleri için kullanıyor demektir.

Değerli Müslümanlar sizde çevrenizde sizi cemaatine Çağıran birilerini görürseniz işte Allah Resul’ünün vahiy öncesi Mekke dönemindeki ahlak’a sahip mi sizi davet eden kişiler bunlara dikkatli bakmanızı tavsiye ederim. Eğer Allah Resul’ünün varisleri olduğunu söyleyenlerin en azami Mekke dönemindeki Muhammed’in ahlakına sahip olmaları gerektiğini bilmeliyiz.

Eğer biz bu hassasiyeti gösterirsek bizim liderliğimize soyunanlar, bu temel ahlak’a sahip olmaları gerektiğini bilirler. Kendilerini böyle yetiştirirler.

Unutmayalım bütün bu değerlere sahip kişi Alim vasfını alır. Çünkü vahiy bu değeri barındıran kişiliğin üzerine inmiştir. Bu vasıfları barındırmayan kişiler hep birilerini kendine kalkan yaparlar meşrulaşmak için. Bunu ya bir meşhur tanınan kişinin yanında resim vererek yaparlar. Veya kendinden önce toplumda karşılığı olan bir hocanın adını kullanarak yaparlar. Bu tiplerin gözden kaçırdığı hakikat şu bu yaptığını Allah resulü yapmadı, toplum bunları görecek ve neyin peşinde olduğunu anlayacaktır.

Asıl problem bu tür kişilerin günün sonunda Müslümanlara verdiği zararın onarılamaz yaralara sebebiyet verdiği hakikatidir. Bugün Müslümanların bölük pörçük olmasının en temel sebeplerinden biri işte budur.

Bu yazımızda, yaşadığımız toplumda, karşı iki cinsin birbirlerine karşı verdikleri iktidar yarışını gündemleştireceğiz. Yapacağımız analizler, kendi okumalarımızdan elde etmiş olduğum çıkarımlarımdır. Biz konuyu Allah’ın kitabı ve onun Resulünün yaşayarak bize örnek olarak bıraktığı sahih sünnetinden yola çıkarak anlamaya gayret edeceğiz. Yaşadığımız toplumda genel olarak bir deyim kullanılır, “biz ataerkil bir toplumuz.” Aslında bu deyimin hiçte öyle olmadığını göreceğiz. Ben bu toplumun, “anaerkil” bir toplum olduğuna inanıyorum. Bu kanaate varmak için ailenizi, akrabalarınızı ve yakın çevrenizi analiz edin, bu gerçeği göreceksiniz. Çocukların evliliklerinden tutun da yaşam bicilerine kadar müdahale eden anneler… Erkekler için “ana kuzusu” sözleri, kız çocukları için “anasının kızı” sözcükleri boşuna değil. Aynı anne ve babanın çocukları hep bir arada yaşarlar tâ ki evlilik dönemine kadar, evlilik olunca kardeşler birbirine hasım kesilir, bunun temel sebebi evlendikleri eşleridir, birinci derecede. Bizim toplumda yukarda söylediğim ataerkil deyimi bilinçli olarak kullanılıyor. Kadınları erkeklere karşı iktidar yarışının içine çekmek için yapılıyor. Bu tuzağa bu toplumun insanları maalesef kolay düştüler. Allah kendilerine “siz birbirinizin örtüsüsünüz” diyorken bunu hiç düşünmeden yarışın içinde bulduk kendimizi. Bu yarış son 20 yılda kendilerine Müslüman diyen bir kesimin iktidar olmasının temel saç ayağı oldu. Bu partinin politikalarına bakın temelde tamamen kadın üzerinden yürütülüyor. Kadınları kışkırtıp erkelerin üzerine musallat eden bu çirkin politikalar, Müslümanların bir birine örtü olması bir yana birbirinin hasımı haline büründü. Çok tuhaftır ki, bu toplumun Müslüman olduğunu haykırarak söyleyen örtülü kadınları yapılan bu politikalara hiç itiraz etmiyor, aksine sıkı sıkıya sarılıyorlar. Oysa Rahmanın Rahmetine ancak birlikte ulaşacaklarını unutmuşlar. Kıyasıya bir iktidar yarışıdır almış başını gidiyor.

Oysa biz bu dünyaya iktidar yarışı için eğil birbirimizi cennete götürmek için gönderilmiştik. Bu temel gaye unutulunca kim iktidar, kim daha güçlü algılarıyla birileri bizi ifsat ediyor. Verilen haklar alınan haklar, kim kime ne hak dağıtıyor? Allah bunları Müslüman için kitabında dağıtmış, neden beğenmeyip kendimizi Allah’ın yerine koyup yetki gaspına soyunuyoruz. Siz Allah’ın hudutlarını aşarsanız O’da sizi işte böyle zelil eder. Tesettürlü kadınlarımızın yanına mini etekli kızlar koyarlar, bunu da gayet normal bir olgu olarak kabul ederiz. Sakallı, namazlı/niyazlı babaların yanına dövmeli, dar pantolonlu gençler oluştururlar. Bu bizim kendi ellerimizle yaptıklarımızın bu dünyada ki tezahürü. Siz birde bunun ebedî olan ahiret gününü ve hesap gününü düşünün.

Şöyle bir soru soralım bu yukarda yazdıklarımızı gerçekten Allah’ın kitabına O’nun Resulüne tabi olan bir Müslüman yapar mı? Eğer yapıyorsa buna Müslüman denir mi? Kanaati sizlerin Kur’an bilgisine bırakıyorum.

Gelin birkaç örnek yazalım, çevrenize iyi bakın dün yanlış diyerek isyan eden insanımız, bugün dün yanlış dediğine nasıl sarılıyor. Çevrenizde çok görmüşsünüzdür yengesini, kız kardeşini, annesini yabancı bir erkeğin sadece yanında gördüğü için akla hayale gelmeyecek tepkiler gösterenlerin, bugün aynı durumu bizatihi kendisinin yaptığını görüyorsunuz. Bütün bunların aslında toplumun iman ettiğini söylediği dini hiç bilmediğinin bir göstergesi olduğudur. Biz son 20 yılda gördüklerimiz geçmişte yaptığımız yanlışların sadece bir gerçeği. Unutmayın yapılanlar bir sonraki nesilde sonuç olarak karşımıza gelecek. Şu öz eleştiriyi yapalım; demek ki geçmişte Müslümanlar eğitim, iman, din olarak uyguladığımız müfredat yanlışmış bugün sonucunu görüyoruz.

Unutmayalım toplumlar eksik ve yanlış yaptıkları yerlerden çökertilir. Bizim toplum geçmişte kadınları çok ihmal ettiler. Onları Kur’an kurslarında yetiştirenler, medreselerde yetiştirenler hep aynı yanlışı yaptılar. Kadınlarımıza, kızlarımıza sevap kazanma, en çok kim hatim yapar, en erken kim hafız olur yarışlarıyla hayatı bir yarış alanı algısı yükleyenler bugünü hesaplayamadılar. Çocukluktan itibaren yarıştırılan kızlarımız hayatı iktidar yarışı olarak algıladılar. Cahil bırakılan kadın Müslümanların çocuklarını/nesillerini yetiştirdi, işte bu istismar edilen kadınlar bugün karşımızdaki nesilleri yetiştirdiler. Bunun müsebbibi kim deriniz? Tabi ki bütün bu yanlışları yapan biz Müslüman olduğumuzu iddia edenleriz. Hiç hesaplamadığımız aklımıza gelmeyen yanlış uygulamalarımız ihmal ettiğimiz kadınlar eliyle yetişen nesillerimiz ancak bu kadar olurdu. İşte biz Müslümanların bu yanlışını gören birileri bizleri tamda buradan vurdular desek yanlış olmaz. Bugün iktidar olanlar işte bizim bu açık karnımızdan vurdular. Bütün politikalar burası üzerinden inşa edildi. Karşı çıkan ya kadın düşmanı veya istismarcı oldu, hakikati dillendiren neredeyse hiç kalmadı çünkü yaşayacağı sonu iyi biliyor. Onunda evinde aynı durumda olan bir kadın veya anne var neye nasıl karşı çıkacak, çıksa bile ilk itiraz kendi evinden gelecek. Gelin biz bunu yumuşatalım ilk muhalefet kendi yanında ki eşinden yükselecek. İşte burayı iyi analiz eden sistem biz Müslümanların evlerinin içini bile istediği gibi dizayn ediyor. İstediğiniz kadar itiraz edin hakikat bu, inanmıyorsanız dönün evinize bakın, söylediklerim çıkacak karşınıza. Bu hakikati kabullenmeyenler boşanıyorlar boşanmaları bile bir yarış kim kimden ne kadar dünyalık çıkar koparacak yarışı. Artık Müslüman kadınlarımız bile evlenirken Allah’ın emri Peygamber’in kavliyle başlıyor, medeni hukukun verdiği haklarla sonuçlanıyor. Kimse Allah’ın emriyle başlayıp Allah’ın emriyle sonuçlanmasını düşünmüyor bile tabi istisnalar hariç istisnalar genel kaideyi bozmaz.

Kadınlarımız bu yarışın içine düşünce asıl görevlerini çoktan unutmuşlar, çünkü istenen ve elde edilecek sonuç buydu, yarışa odaklanıp hakikati unutmak. Allah kitabında Lut kavmini ve düştüğü sapkınlığı bize haber veriyordu. Eğer toplumun kadınları yaradanın onlara biçtiği rolü ve hakikati görmezlerse karşı cins olan erkeklerin onlara karşı olan ilgisi bambaşka yerlere gideceğini. Bizim Müslüman kadınımız artık toplumda erkeklerden ilgi görmüyorsa bunun müsebbibi kendilerinin yaptığı yanlışlar değil midir? Müslüman erkeklerimiz, bu kadın örtülü Allah’ın hukukunu biliyor diyerek evleniyorlar, günün sonunda nasıl boşanıp kurtulurum derdine düşüyorlar. Oysa evlendiklerinde kendilerinde huzur bulmalıydılar, öyle söylüyor Allah’ın kitabı “ Rum suresi 21. Ayeti kerimesinde. Bugün geldiğimiz noktada bunun tersi oluyorsa, ya biz kitabı okumadık ki bu hakikat yâda okuduk anlamak istemedik ki bu çok daha vahim. Toplumun geldiği durumdan birinci dereceden kadınlar sorumlu olduğunu unutmamalı. Eğer Allah’ın hukukuna riayet edip üzerine düşeni eksiksiz yapan kadınlar olsaydı toplum bu halde olmazdı. Tabi istisnalar genel kaideyi bozmaz. Biz geneli analiz ediyoruz.

Toplumda kocasının kendisini başka kadınlarla aldattığını haykıran kadın aslında şunu söylüyor, ben kocamın haklarını vermedim, onun huzur kaynağı olmadım oda bunu başka yerlerde aradı diyor okumasını bilirsek. Aynı durum erkek içinde geçerli, tabi fıtratı bozulmamış sapkınlığa uğramamış insanlar için söylüyoruz bunları. Eğer bu sapkınlıklar birinde varsa o Müslüman değildir. Tuhaflık şurada ki bu sapkınlık dediği işleri bugün kendine Müslüman diyen çevreler yapıyor olması. Siz birde bunların yetiştireceği nesilleri düşünün vay ki ne vay. Dün Müslüman olsun olmasın toplumda kızını, kız kardeşini erkeklerle bir arada görmek istemeyen insanımız bugün kızının erkek arkadaşının olmamasını, erkeğin kız arkadaşının olmamasını tuhaf karşılıyor doğrumu. Nereden nereye oturup düşünmek gerekiyor. Eğer bu yeni neslin yaptığı doğruysa eskilerin çektiği zulüm değil midir? Eğer bunların yaptıkları yanlışsa doğruyu yapanlar bunlara nasıl sessiz kalıyor veya bu durumu onaylıyor. Neresinden tutsanız elinizde kalacak bir durum.

Allah kitabında Allah’ın Resulünde sizin için güzel bir örnek vardır buyuruyor Ahzap 23. Ayeti kerimesinde. Bu ayete bakarsak onun oluşturduğu toplum bizim için örnek alınması gerekiyor çünkü onu bize örnek gösteriyor Allah. Bugün biz bu ayeti sevap kazanmak için okuyoruz, oysa bu ayet bize bir model sunuyor. Hayatımızı topluluğumuzu oluştururken bir örnek ve model sunuyor. Biz modeli örneği bıraktık sevabın peşine düştük. Yarıştayız kim daha çok sevap kazanacak yarışı. Oysa bu kitaba tabi olanlar onun hükümlerini uyguladılar hem bu dünyada hem ebedi olan hayatı kazandılar. Dönün evlerinize, oturun düşünün, gerçekten aklıselim olarak tefekkür edin. Bir yarışın içine atıldınız, eve alacağınız bir eşya bile yarış sebebi, ihtiyaç giderme anlayışından uzak. Eşyanızın durumunu bile belirleyen çevreniz komşularınız oluyor. Bunu alabilmek için verdiğiniz bedelleri düşünün, birde size örnek olarak sunulan Peygamber’i düşünün onun yanlarında hasır izleri olduğu anlatılıyor kaynaklarda. O isteseydi Allah onu en lüksüne sahip kılmaz mıydı?

Bu yarış hayatın her yönünde karşımıza geliyor, haz peşindeyiz oysa Allah bize bunun tehlikesini lut kavmi üzerinden veriyordu. Haz odaklı yaşayan toplum evliliğinden sosyal hayatına haz almak için çabalıyor, bununda bir sınırı yok. Hazzın kurbanı olan toplum eşini yeterli görmüyor yok mu daha diyor. Buda bir yarış kim kazanacak kadın mı yoksa erkek mi? biz yarışa duralım, helak yanı başımızda duruyor. Kur’an da okuduğumuz helak sebepleri hep buralara dayanıyor insanın haddi aşması, kendisine verilen sorumluluğu ya yetersiz bulup ileri gitmesini veya görmezden gelmesine dayanıyor. Bugün bizim toplum da bunu yapıyor, ya yetersiz görüyor veya umursamaz bir tavır koyuyor.  Helak olan kavimlerde bir yarışın içindeydi, bu yarış onları doğru yoldan saptırdı. Bugün bizim toplumu da bu yarış iktidar yarışı doğru yoldan uzaklaştırdı.

Bu öyle bir yarış ki toplumda Müslüman, Müslüman olmayan herkesi etkiliyor, iki karşı cinsin birbirine üstünlük kurma yarışı. Herkes elinde olanı silah olarak kullanıyor, kadınlarımız kadınlıklarını, erkeklerimiz maddi ve bedeni güçlerini, silahlar aynı insan aynı helak olanlarda aynıydı. Oysa biz Müslümanlara bu yarışı sonlandırmamız ve yaradan Rabbe kulluk yarışı emredilmişti. Biz yaradan tek olan Rabbin rızası için mi yarışıyoruz yoksa şeytanın güzel gösterdikleri için mi? oysa okuduğumuz kitap bize yarışacağımız bir yol sunmuştu takvada yarışın diyordu, biz takvayı mı yanlış anladık acaba. Takvada yarışı kaybedenler hem dünya hayatını hem de ebedi olan ahiret hayatını kaybediyor.

Allah bizleri takva yolunda yarışanlardan eylesin. Amin.

Bu yazımız da yaşadığımız toplum da gençlerimizi geleceğimizi nasıl görmezden geldiğimizi, nerelere savurduğumuzu anlatmaya gayret edeceğiz. Okuduğumuz Allah’ın Kitabı ve onun bizlere örnek olarak sunduğu Peygamberlerin yaşamlarına ve toplumlarına baktığımızda karşımıza müthiş manzaralar çıkıyor. Onlar yaşadıkları toplumlarda toplumun her katmanına hitap ettiler, çünkü toplumu dönüştürmek, toplumun tabanından, çocuklardan başladığını çok iyi biliyorlardı. Allah biz Müslümanlardan yarınları inşa etmemizi istiyor günü kurtarmamızı değil, aslında. Allah’ın kitabı iyi okunduğunda bir toplum modeli sunuyor insanlığa. İşte bunu inşa etmek, bu toplumun kendini bu kitaba nispet edenlerinin görevleri olduğunu asla unutmamamız gerekiyor. Toplumlarına gelen peygamberler, mesajlarını sundular; kimi karşılık buldu, kiminin mesajı sonraki nesiler eliyle bir toplum oluşturdu. Hz. Peygamber kendi toplumuna mesajı sunduğunda dikkat edin, hedeflediği asıl kitle gençler; bugünün tabiriyle çocuklar olmuş. Siyer okuyan her insan bunu net olarak görecektir. Hz. Peygamber’in davet götürdüğü ilk insanları araştırın, karşınıza Hz. Ali ilk Müslüman olduğunda 10 yaşındaydı. Abdullah b. Ömer ve Ubeyde b. Cerrah 13 yaşında, Ukbe b. Amr 14 yaşında, Cabir b. Abdullah ve Zeyd b. Harise 15 yaşında, Abdullah b. Mesud ve Habbab b. Eret ve Zübeyr b. Avvam 16 yaşında, Talha b. Ubeydullah, Erkan b. Ebi-l Erkam, Saad b. Ebî Vakkas, Esma binti Ebubekir 17 yaşında, Muaz b. cebel ve Musab b. Umeyr 18 yaşında, Ebu Musa El Eşari 19 yaşında, Cafer b. Ebi Talib 22 yaşında, Osman b. Affan, Ebu Ubeyde, Ebu Umeyre ve Hz. Ömer bunlar 25 ile 30 yaş arasında Müslüman olmuşlardır.

Bunlar sadece yazdığımız birkaç örnek. Hz. Peygamber yetiştirdiği bu nesille birlikte Allah’ın ahkâmını uygulayacak bir toplum inşa ettiler. Onların yetiştirdiği gençlik tüccar oldular, bugün bizim Malezya, Endonezya gibi ülkeler bu tüccarların örnekliğiyle, savaşılmadan İslâmlaşmıştır. Yukarıda isimlerini yazdığımız genç olan ilk Müslümanları araştırın hepsi bir esnafın yanında çalışıyor olduklarını veya kendi ailelerinin yanında ya da çobanlık yaptıklarını göreceksiniz. Allah bizden, toplumda örneklik yapacak ve Allah’ın razı olduğu kişiler, şahsiyetler oluşturmamızı istiyor. Hayatın içinde, toplumun içinde erdemli, ahlaklı nesiller yetiştirmemizi istiyor. Bunu Hz. Peygamber kendi hayatında yaşayarak modellemiştir. Allah kitabında zekât verilen zümreleri sayarken, bu gençleri, Allah “verin” diye emrettiği zümrelerin içinde en başa koymuş desek yanlış olmaz. Sadakalar (zekât gelirleri) ancak şunlar içindir: Yoksullar, düşkünler, sadakaların toplanmasında görevli olanlar, kalpleri kazanılacak olanlar, âzat edilecek köleler, borçlular, Allah yolunda (çalışanlar) ve yolda kalmışlar. İşte Allah’ın kesin buyruğu budur. Allah bilmekte ve hikmetle yönetmektedir.” (Tevbe, 60.) Bu ayeti okuduğunuzda, sayılan niteliklerin hepsinin bu gençlerde var olduğunu rahatlıkla göreceksiniz. Eğer bir öğrenci tatillerde iş arıyor ise o yoksulluk nedeniyle, ihtiyaç sahibi olması sebebiyle, ailesinin maddi gücünün yetersiz olduğunu anlatıyordur zaten. İhtiyacı olmayan öğrenciler tatil bölgelerine ve farklı aktiveler ile meşgul olurken bunlar iş arıyorlar demek ki, dikkat etmek gerekiyor. Kendinizi şöyle düşünün; Hz. Peygamber şimdi aramızda olsaydı ve bu gençler size gelip iş isteseydi, siz iş vermeseydiniz de onlar da Hz. Peygamber’e bunu götürseydiler, sizler hakkında ne derdi iyi bir düşünün derim. Ne diyeceğini merak ediyor iseniz Allah’ın kitabını elinize alın ve anlayarak okuyun, cevabını rahatlıkla bulacaksınız.

Bu kadar açıklamadan sonra gelelim bizim topluma; bizim toplum kendini İslam’a nispet eder amma İslam’dan, hayatlarında birkaç ritüelden başka bir şey yoktur. Allah: “Belli ritüelleri yapanları müjdele” demiyor. Sanki böyle bir algı var üzerimizde, namaz kıl oruç tut, kelimeyi şahadet getir kurtul, gerçekten böyle mi? Allah kendi toplumunda tıpkı Hz. Muhammed gibi emin ve kişilikli, karakterli insanlar olun diyor. Hz. Muhammed Mekke toplumunda adam oldu, toplum ona emin kişi dedi, Allah da bu adam gibi adama vahiy indirip Peygamberlik görevi verdi. Bizim toplumda, adı Müslüman amma toplumun kendisinden kaçtığı kişilikler oluşuyor ve bu kişilikler; kendilerine Muhammed’ i örnek aldıklarını söylüyorlar. Yani kısaca Mekke toplumunda kendilerini Allah’ın şerefli kulları olarak gören topluma, Allah Muhammed üzerinden cahiliye diyecektir. İşte Allah’ın cahiliye dediği topluma benziyoruz. Onlar gibi üç-beş ritüel yapıp cenneti parselliyoruz. Dikkat edin! Hz. Peygamber gelmeden önceki toplum kendi neslini yetiştiriyordu. Hz. Peygamber geldikten sonra Allah’ın vahyine tabi olanlar kendi neslini yetiştirdiler. Soru şu bizim toplum nesil yetiştirirken sizce kime benziyor?

Biz bu toplumun Müslümanları olarak toplumu iyi okuyup Allah’ın razı olduğu çözümler geliştirmeliyiz. Toplumun Müslümanları, gençleri yanlarına alıp çalıştırmalı, onlara örnek olmalı, onların toplum içinde birey olmalarını sağlamalı. Sokaklarda başıboş gençler gördüğünde yüreği sızlamalı, Allah bunlardan dolayı bana hesap sorar mı diye düşünmeli. Ayağınıza gelen gençleri sokaklara itmek nasıl bir anlayış olur, Kur’an’la sağlamasını yapın. Konuyla ilgili daha öncede yazdığım yazılarım var, oralara bakın! Allah bizden birilerinin yoksul olmasını ve bizlerin de o yoksulları doyurmamızı mı istiyor yoksa yoksulluğun kökünün kurutulmasını mı istiyor? Bizler asıllardan uzaklaştıkça, aslı kaybediyoruz. Müslümanlar zekâtlarıyla, infaklarıyla müesseseler oluştursa, ihtiyaç sahibi olanları buralarda istihdam etse sizce toplumda kaç tane ihtiyaç sahibi kalır? Biz ihtiyaç sahibi insanlar oluşturuyoruz, sonra dönüp bunlara yardım ediyoruz yanlış mı? Yaptıklarımızla, yaşantımızla ne yaptığımızı iyi okuyun anlayacaksınız. Tarihi kaynaklar bize Hz. Ömer döneminde zekât verilecek fakir zor bulunduğunu yazıyor. Allah Resulünün, Allah’ın ondan istediğini yaparak oluşturduğu neslin yaptıklarıyla elde ettikleri sonuç, bugün onun takipçileri olduğunu iddia eden bizlerin yaptıklarımız hiç benzeşiyor mu? Nereden nereye geldik ve hala aklımızı başımıza almıyoruz.

Bu toplumun Müslüman olduğunu iddia edenleri, çocukları, gençleri alıp eğittiklerini düşünüyorlar. Dikkat edin! Hemen her yaz tatilinde, gençleri alıp oyalamak, onlara aktiviteler düzenleyip oyalıyoruz. Oysa yapmamız gereken; onları bu dönemde hayata hazırlamak, onlara Müslümanca çalışacak, Müslümanca hayatın içinde nasıl olması gerektiğini pratik olarak uygulayacağı alanlar oluşturmak olmalıydı. Yukarıda yazdığım ilk Müslüman gençleri bizim gibimi yetiştirdi Allah’ın resulü, iyi düşünün. Allah bizden hayatın, toplumun içinde O’nun istediği gibi yaşayan insanlar olmamızı istiyor. Oysa cahiliye tersini istiyor. Allah için yaşamı camilere, vakıflara, derneklere taşımamızı, oralarda yaşamamızı istiyor. Sanki biz de onların istediğini yapıyor gibiyiz. Gelin asr-ı saadetten Allah Resulünün Medine’sinden size bir çocuk anlatalım; Vakıayı, ağabeyi Sa’d b. Ebî Vakkas’tan (r.a.) dinleyelim:


“Durumumuz Resûlullah’a haber verilmeden önce, Bedir Savaşına gidilirken, kardeşim Umeyr’in gizlenmeye çalıştığını gördüm. Kendisine, ‘Kardeşim, ne yapıyorsun böyle?’ dedim. ‘Resulullah’ın beni görüp, küçük kabul ederek, savaşa götürmemesinden korkuyorum, oysa ki, ben savaşa katılmayı çok arzu ediyorum. Belki Allah bana şehitlik nasip eder’ dedi. 
Durum Resulullah’a arz edilince, onun savaşa gitmesine izin vermedi. Umeyr ağlamaya başladı, bunun üzerine Resulullah ona izin verdi. Kendisi küçük olduğu için kılıcını omuzuna ben bağladım, şehit düştüğünde henüz 16 yaşındaydı.’’

Allah Peygamber’i üzerinden oluşturduğu algılara dikkat edin, Umeyr sadece yüzlerce çocuktan biriydi. “Benim gücüm yerinde, boyum kısa olabilir ama bende Allah için çabalamaya hazırım” diyordu. Peki, Umeyr sizce hangi akılla buna kalkışıyordu? Kendi kendine mi böyle bir işe kalkıştı yoksa onun içinde yaşadığı toplum onu böyle mi yetiştirdi? Şurası kesin ki onun içinde yaşadığı toplum ve o toplumun algıları böyleydi ve çocuklar bu algılarla yetişiyordu. Bizim toplum nasıl? Algılarımız birbirine benziyor mu dersiniz? Bizim toplum bu algıya sahip olacak çocuklar gençler yetiştirmek istiyorsa en azından yaz tatillerinde bende bir bireyim ve çalışıyorum para kazanıyorum demelerini ve bu özgüvene sahip olmalarını sağlamakla işe başlamalıyız. En azından bunu yapmak isteyen çalışmak için iş arayan çocuklara bu imkânları sağlamakla başlamalıyız. Çünkü Allah Resulü kendi döneminde böyle yapıyordu desek yanlış olmaz. Allah biz Müslümanlardan hayatımızın her yönüyle kulluk bilinci ile yaşamayı; patronsak işyerimizi, tüccar isek ticaretimizi, esnaf isek dükkânımızı, Allah’a yaklaşma, O’nun razı olduğu şekilde yaşasak, buralara gelen çalışandan tutun müşterisine kadar, algılar nasıl oluşur hayal edin. Her yanında Allah’ın razı olduğu kulların olduğu yerde onları saptırmak isteyenlerin işleri çok zor olacaktır. Oysa adına Müslüman deyip cahiliye toplumundaki gibi yaşayanların çocukları zaten sapacaklar. Düşmanlarına çok iş düşmüyor, kolay ve kestirme yoldan başarı elde ediyorlar. Allah’ın razı olduğu kulların oluşturduğu topluma cahiliye etki edemez. Eğer adımız Müslüman, toplumumuz cahiliyeyse vay halimize. Allah Peygamber’i üzerinden bize bir tasavvur sunuyor, geleceğiniz olan çocuklarınızı nasıl yetiştirmeniz gerektiğini sunuyor. Onun sunduğu toplumda gençler; yöneticidirler, toplumun birçok alanında bunun örneklerini kaynaklar bize aktarıyor. Savaşlarda komutan, Allah’ın kitabını öğretme de muallim ve benzeri alanlarda hep bu gençler ön plandalar. Dikkat edin bu gençler yaşlanınca ve Müslümanlar bu tasavvuru terk edince sonraki nesiller hep ifsat edildi. Kargaşa, kavgalar, dünyevileşme Müslümanları yedi bitirdi. Gelin bizim toplum bu konuyu nasıl uyguluyor ona bakalım:

Size, gelecek nesil nasıl algılar hakkında bir örnek yazayım. Kurban Bayram’ıydı ve biz, kurban kestik dağıttık, doğrumu, doğru. Bunu Kevser sûresindeki ayet gereği yaptık. Orada “kurban kes diyor” doğru mu? Peki bizim toplum nasıl uyguluyor? Kurban kesmek yerine, kurban bağışlama olarak uyguluyor, doğru mu, doğru. Bizden sonraki nesil, kurbanı kesmek yerine bağışlamak olarak uygulayacak bu kaçınılmaz. Ayet “kes” diyor biz bağışlıyoruz, haydi çık işin içinden. Dün yanlış diyerek isyan etmediğimiz uygulamalar bugün bu toplumda din oldu, hem de bağnazca bir din.

Bizim toplum, çocuğu 5-6 yaşında okula gönderiyor ve eğitim sistemi bilinçli olarak böyle hazırlanmış. 6 yaşında çocuğunuzu alıyor, 25 li yaşlara kadar öğrenci yapıyor, başka bir işi yok. Mezun olduktan sonra iş haytana başlıyor, adaptasyon ve sistemin önüne koyduğu kademe yükseltme, bariyerlerini aşa aşa yetkin bir konuma gelmesi, 50’li yaşları buluyor. İşte bizim toplumda bu sebepten dolayı toplumu yönetenler hep yaşlılardır. Çünkü o yetkinliği sistemin kuralları gereği o yaşlarda elde ediyorlar. Sanki biz Müslümanlarda bu sisteme adapte olmuş gibiyiz. Bizim yöneticilerimiz de cemaat liderlerimiz de hep bu şekilde yaşlılardan oluşuyor farkında mısınız? Bu sisteme uyum sağlamış görünüyoruz. Tüccarımızdan esnafımıza, iş yerimizden çalışanımıza bu sistemin razı olduğu Müslümanlarız, bu doğru. Peki ya Allah bizden razı mı “işte orayı kurcalama” diyor gibiyiz. Uzun sözün kısası; biz hayatın her alanında Allah’ı razı etmek için bu dünyaya gelmiş idik. Oysa dünyada Allah dışında herkesi razı etmeye çabalıyoruz.

Bu yazımız da Allah’ın doğru yolu olan sırât-ı müstakīm’in üstüne kimler pusu kurmuşlar onu irdelemeye gayret edeceğiz. Araf suresinde anlatılan bu kıssayı günümüze getireceğiz. Önce ayetlere bakalım. Şu hususun altını çiyeyim, Allah’ın doğru yolunu tutan müminleri tenzih ediyoruz, bütün bu yazdıklarımızdan.

(Allah): "Haydi, sen kendilerine mühlet verilenlerdensin" dedi. (İblis de) şöyle dedi: "Beni azgınlığa düşürmene karşılık onlara karşı senin doğru yolunun üstünde oturacağım. Sonra onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Böylece sen onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın." (A’raf, 15-17)

Bu ayetlerin öncesi ve sonrası okunduğunda temel bir mesaj çıkıyor karşımıza. Dikkat edin buradaki diyalog Allah’a inanan, O’nun varlığını kabul eden, O’nun yaratıcı olduğunu onaylayan, O’nun varlığını inkâr etmeyen bir İblis var karşımızda. Yaptığı tek yanlış büyüklenme kibirlenme olarak anlatılıyor. Dikkat edin kendisini yaradan rabbinden izin istiyor, “izin ver senin doğru yolunun üzerinde durayım, beni bu duruma düşüren âdemoğlunu senin yolundan saptırayım” diyor. Allah “sen mühlet verilenlerdensin” buyuruyor. Ancak sen benim Salih kullarımı saptıramazsın buyuruyor. Kur’an’ı okuduğunuzda karşınıza çıkan manzara bu ve benzeri saptırıcılar. Hemen bütün peygamberler toplumlarını uyarmış bu sapkınlıktan uzaklaştırıp doğru yola çıkarmışlar. Bunun için mücadele etmişler, onlar toplumların içinden ayrılınca toplum doğru yolun üzerinde pusu kuranı ve onun hesabına çalışan pusu kurucuları unutmuşlar. Bu saptırıcılar, toplumları bir veya iki nesil sonra doğru yolun görünmediği uçurumların kenarına getirmişler. Allah merhamet edip yeniden uyarıcı gönderiyor, bu uçurumun kenarındaki toplumları doğru yola davet ediyor. Toplumun refleksi hep aynı şekilde tezahür ediyor, “biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yoldan ayrılmayız”. Tarif edilen atalar aslında kendilerine gönderilen peygamberler. Oysa o peygamberler ’in getirdiği mesaj nesilden Nesil’e aktarılırken tahrifata uğruyor. Son Nesil’e ulaştığında bambaşka bir din oluşuyor.

Kur’an bize bunları sık sık hatırlatıyor, dikkat edin bu hataya düşmeyin diyor. Bizim toplum bugün bu yanlışın tam tezahürünü yaşıyor. Hz. Peygamberden sonra peygamber gelmeyeceği için artık son uyarıcı toplumu uyarmış, Allah’ın dosdoğru yolunu yaşayarak insanlığa göstermiştir. Kendinden sonra gelecek nesiller bu örnekliğe bakacak model alıp toplumuna uygulayacak, doğru yolun üstünde pusuya yatmış onları bekleyen saptırıcıları unutmayacaklardır.

Peki, bugün gerçekten bu yolu sırât-ı müstakīm’i takip ediyor muyuz, yoksa pusu kuranlar bizi saptırdılar mı? Dikkat edin Allah bize yani Kur’an’a tabi olanlara bu uyarıları yapıyor. Yani kitabı okuyanlar bu saptırıcıları bilenlere bu uyarıları yapıyor. Demek ki doğru yolun üzerinde pusu kuranlar kitaba tabi olduğunu söyleyen Müslümanlar oluyorlar.

Gelin bizim toplumda doğru yolun üstünde pusu kuranlara biraz bakalım. Bu pusuyu kendine Müslüman diyenler kuruyor olabilir mi? Bugün bu doğru yolun üstüne pusu atanlar toplumu yöneten siyasetçiler olabilir mi? Allah’ın doğru yolunun üstüne pusu kuranlar bu toplumda şeyhler, tarikat liderleri olabilir mi? Bu doğru yolun üzerine pusu kuranlar gavslar olabilir mi? Sosyal medya araçları mı? Medya kanalları mı?

Allah’ın doğru yolunun üstüne pusu kuranlar bu toplumda din tüccarları olabilir mi? “Tüccarlar” bu kavram gerçekten çok önemli. Bugün yeryüzünde toplumları yönetenler aslında tüccarlar değil midir? Bu tüccarlar kazanmak uğruna savaşlar çıkarıp toplumları ve insanların ölmesinden kazanç sağlayanlar değil midir? Ülkeleri yerle bir eden silahları yapanlar, bunları kullanacakları toplumları da belirlemiyorlar mı? Önce silahlar yapıyorlar sonra bu silahlarla yıkacak yerler buluyorlar, buraları yakıp/yıkınca sonra dönüp inşa ediyorlar. Çünkü kazanmaları gerekiyor, hem de çok kazanmaları gerekiyor. Şeytanda bir hesap yaptı; çok kazanmak istedi ama kaybetti. Bununla yetinmedi, mühlet istedi, kendine tabi olacak insanlar toplamaya başladı. Ona tabi olacaklar aslında kaybediyorlar. Bugün Allah’ın dosdoğru yolunun üstünde pusu kuranlar bizim tanıdıklarımız değil mi? Gelin çevremize bakalım bu yolun üstünde pusu kuranlara bakalım. Bu doğru yolun üstüne pusulanan bizim aşiretimiz değil mi? Pusu atan bizim akrabalarımız değil mi? Bizim milletimiz, bizim soyumuz, bizim devletimiz, bizim cemaatimiz, bizim önderlerimiz.  Bizim liderlerimiz vb. pusuyu kuranlar aslında bizim tanıdıklarımız değil mi? Biz pusu kuranın Allah’ın düşmanları olduğunu düşünüyoruz, oysa dikkat edin pusu kuran Allah’ın düşmanı değil, O’nun varlığını, büyüklüğünü, kudretini bilen biri. Tabirimi hoş görün bugün toplumda kendini Müslüman gören yığınların inandığı gibi inanan biriydi iblis. Pusu başarılı olmuş bir avuç muvahhit dışında doğru yolda kalan pek kimse yok. Amma sorun bu pusuya düşenlerin hepsi cennetlik yani Allah’ın razı olduğu insanlar olduklarını söylerler. Tıpkı Allah’ın bize haber verdiği gibi “siz onlara fesat çıkarmayın deyince onlar biz ancak ıslah edicileriz derler.”

Gelin yazdığımız kavramları bir kaçını biraz açalım. Allah’ın doğru yolunun üstünde pusu kuranlar ve insanlığı bu yoldan saptıranlar tarikatlar olabilir mi? Bu tarikatları incelediğinizde Allah’ın resulünün yaşayıp örnek olarak bıraktığı hakikatlere benzemeyen neler var neler. Oysa bunlar kendilerini Allah’ın doğru yolunun üstünde olduklarını söylemiyorlar mı? Bunların pratik uygulamada Allah’ın kitabına ters nice şirk unsurları var. Unutmayın şeytan Allah’a şirk bile koşmadı sadece bir emrine uymadı, büyüklendi. Bu şirk bataklığında olanlar Allah’ın doğru yolunun üstünde pusulamış insanlığı saptırmıyorlar mı?

Kendilerini İslam’a nispet eden yöneticiler Allah’ın doğru yolunun üstüne pusu kurup toplumları saptırmıyor mu? Müslümanların yöneticileri bulundukları toplumda yöneticilik yapıyorlarsa Allah’ın ahkâmını kendi toplumlarına uygulamakla görevli değiller mi? Peki uygulamayanlar ve kendilerini Allah’ı kitabına, resullerine nispet ediyorlarsa doğru yolun üstün de pusuya yatmış, toplumu doğru yoldan saptırmıyor mu? Bu yöneticilerin örnek almaları gereken Allah’ın resulleri ve onun kitabı kerimi değil mi? Eğer bunlara uymuyorsa kendilerine Müslüman deseler bile şeytanın pusulandığı yerde değiller mi? Allah’ın doğru yolunun üstüne pusu kurup insanlığı haktan saptırmıyorlar mı?

Cemaatler, toplumu Allah’ın dinine ve kitabına tabi olmaya davet etmeleri gerekirken kendilerine davet edenler şeytanın pusu attığı yerde değiller mi? Müslümanlar Allah’ın kitabına yani vahyine ve peygamberine tabi olmak zorundalar. Toplumu buna çağırmalılar, bunu yapmayıp kendilerine, hocalarına, meşreplerine çağıranlar pusuyu nereye kurmuşlar oturup düşünün. Unutmayalım iblis insanlığı kendine tabi olmaya çağırmıyor, beni kendinize önder lider yapın demiyor. Biz farkında olmadan çok daha büyük fecaatler yapmıyor muyuz? Yaptıklarımızı da hakkın ta kendisi olarak sunmuyor muyuz topluma? Pusuyu nereye kurmuşuz farkın damıyız?

Medya ve özellikle sosyal medya, buralar eğer bugün şeytanın pususuna hizmet ediyorsa bu şeytanın mahareti değil. Bu bizim kitabı okumasını beceremediğimizi gösteriyor. Eğer biz Müslümanlar Allah’ın kitabını okumuş olsaydık bu alanları Allah’ın razı olduğu alanlar olarak doldururduk. Şeytanın pususuna hizmet eden değil Allah’ın hakikatine hizmet eden alanlar yapardık, eğer yapamadıysak suç bizim. Şeytanın pususuna hizmet etsin diye alanlar açmış olmuyor muyuz? Allah yeryüzünün tümünden Müslümanları sorumlu tutuyor. Yeryüzünü imar etme sorumluluğunu Müslümanlara yüklüyor. Biz görevimizden kaçarsak sorumluluğumuzu yerine getirmez isek buraları birileri dolduruyor. Biz sorumluluklarımızdan kaçarsak zaten pusu kurmuş bekleyenlerin işini kolaylaştırmış oluyoruz. Çevremizde yaşadığımız, şahit olduğumuz sapkınlıkları Allah kitabında bize bildiriyor. Biz kitabı okuyup yol gösteren kılavuz yapmak yerine okuyup sevap kazanma alanına çevirdiğimiz zaman şeytanın pususuna düşmüş oluyoruz. Hz. Peygamber’in aramızdan ayrılmasının üzerinden daha bir asır geçmeden biz doğru yolun üzerindeki pusuları unuttuk. Bizim unuttuğumuz pusuları kuranlar unutmadılar, işlerini yaptılar. Oysa Allah kitabında bizi bu sinsi pusulara karşı uyarıyordu. Geçmiş kavimleri anlatırken nasıl bu pusulara düşüp doğru yoldan saptıklarını haber veriyordu. Biz bunları okuyup sevap kazanma yarışına girdik, şeytanın bile şaşırdığı en kolay pusuya düştük. Erkekliğimize laf söyletmemek adına saptığımız bu yanlışları artık hakikat olarak anlatmaya başladık.

Burada kendini Allah’ın kitabına nispet eden tüccarları unutmayalım. Tüccar her alanda tüccardır ya Allah ile ticaret yapıyordur veya Allah’ın doğru yolunun üzerinde pusu kuranlarla. Bunlarda bizim aramızdalar bizim tüccarlarımız. Dışarıda olanlara karşı azda olsa dikkatliyiz amma içimizde bizden görünen tüccarlar işte bizi doğru yoldan saptıranlar bunlar olacaklar.

Konuyu şöyle toparlayalım: Allah kitabı bize indirdi, okuyup sevap kazanın diye değil. Okuyun, doğru yolu bulun, aldatıcıların sizi aldatmasına izin vermeyin diyeydi. Tüm ümmeti kast ederek söylüyorum biz kitabı sadece sevap kazanmak için okuduk, düştüğümüz durum ortada. Oysa Allah’ın peygamberleri kitabı hayat kılavuzu olarak okudular, kendilerine yol göstersin diye okudular ve Allah’ın doğru yoluna tabi oldular. Müslümanların elindeki kitap tüm insanlığı karanlıktan aydınlığa çıkaracak hakikattir. Biz bu kitabı bizi aydınlığa çıkarsın diye değil, vicdanlarımıza hapsedip onun aydınlığını kendi vicdanlarımızda kararttık. O aydınlıktı biz onun aydınlığına koşmak yerine kendi karanlık fikirlerimizi aydınlatmak için onu araç sallaştırdık. Âlimlerimizin yorumlarını, cemaatlerimizin yol ve yöntemlerini onun önüne geçirdik. Bizim fikirlerimize ve düşüncelerimize delil bulma alanına çevirmedik mi? Şeytan doğru yolun üstünde pusu kurmuştu, bugün biz bu pusunun yanına sağlam barikatlar kurduk. Şeytanın işini kolaylaştırdık, pusuları yıkmakla görevlendirilenler pusu kuranlara dönüştü. Hayat nizamı olması gereken ahkâm, mezarlıklarda ölülere okunuyor. Camilerde, ramazanlarda hatimler, mukabelelerde okunuyor katmerli sevap kazanıp cennete gitmek için. Oysa cennete gidecekler onu tarif ettiği hakikatleri okuyup anlayan ve hayatlarını bu hakikatlerle inşa edenler olduğunu çoktan unuttuk.

Allah’ın doğru yolunun üstünde pusu kurup insanları saptıranları kendi içimizde aramakla işe başlamalıyız. Bunun için Allah’ın kitabını iyi bilmeliyiz, onun peygamberinin örnek yaşamını iyi bilmeliyiz, bunları doğru bilirsek çevremizdeki pusu kuranları bulup ayırtlarız. Allah kitabını okuyan feraset ve basiret sahibi Müminlerden olmamız duasıyla.

Ashab-ı kehf diğer adıyla mağara arkadaşları! Allah kitab-ı keriminde bunların bu kıssayı neden bize anlatıyor. Allah (c.c.) kitabında bize vermek istediği bir mesaj olmalı. Hikâye olsun Müslümanlar veya kitaba tabi olanlar okusun sevap kazansın diye mi anlatıyor, yoksa başka bir muradımı var? Gelin bu kıssayı hatırlayalım:

"İnsanların hangisinin daha güzel amel yaptığını deneyelim diye şüphesiz biz yeryüzündeki şeyleri ona bir ziynet yaptık.

Biz, elbette (zamanı gelince) yeryüzündeki her şeyi bir kuru toprak hâline getireceğiz.

Yoksa sen, (sadece) Ashab-ı Kehf ve Ashab-ı Rakîm'i mi bizim ibret verici delillerimizden sandın?

Hani o gençler mağaraya sığınmışlardı da, "Ey Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve içinde bulunduğumuz şu durumda bize kurtuluş ve doğruluğa ulaşmayı kolaylaştır" demişlerdi.

Bunun üzerine biz de nice yıllar onların kulaklarını (dış dünyaya) kapattık (Onları uyuttuk).

Sonra onları uyandırdık ki, iki zümreden hangisinin bekledikleri süreyi daha iyi hesap ettiğini bilelim.

Biz sana onların haberlerini gerçek olarak anlatıyoruz: Şüphesiz onlar Rablerine inanmış birkaç genç yiğitti. Biz de onların hidayetlerini artırmıştık.(3)

Kalkıp da, "Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. O'ndan başkasına asla ilâh demeyiz. Yoksa andolsun ki saçma bir söz söylemiş oluruz. Şunlar, şu kavmimiz, O'ndan başka tanrılar edindiler. Onlar hakkında açık bir delil getirselerdi ya! Artık kim Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalimdir?" dediklerinde onların kalplerine kuvvet vermiştik.

(İçlerinden biri şöyle dedi:) "Mademki onlardan ve Allah'tan başkasına tapmakta olduklarından yüz çevirip ayrıldınız, o hâlde mağaraya çekilin ki, Rabbiniz size rahmetini yaysın ve içinde bulunduğunuz durumda yararlanacağınız şeyler hazırlasın." (Kehf, 7-16)

Bu kıssada anlatılanları iyi okuyalım! Allah biz Müslümanlara bir mesaj veriyor, bu mesaj yarınları öngörme, geleceği okuyabilme yeteneği sunuyor önümüze. Önce gelin bu geleceği okuyabilme kısmına bakalım, dikkat edin bu insanlar hakkı haykırıyorlar, sonra toplum bunları bölücü, bozguncu ilan ediyor. Yetmiyor yaşam hakları bile olmuyor, öldürülecekler mağaraya sığınıyorlar. “Allah onları uyuttuk buyuruyor” uyuyorlar. 300 yıl; diğer adıyla 3 asır sonra uyanıyorlar, uyanıp içine döndükleri toplum, onları terörist, bölücü olarak niteledikleri Allah’ın mesajının, o toplumda devletin resmi inancı dini olduğunu gördüler. Peki, bu onlara ne kazandırdı, hiçbir şey kazandırmadı. Çünkü onlar bedelini o mesajı haykırdıkları gün ödediler. O zaman kime ne mesaj veriyor, Allah bu kıssa üzerinden? Bize mesaj veriyor, bugünü değil yarınları inşa edin diyor. Onlar haykırdıkları Allah’ın mesajının asırlar sonra o toplumda nasıl karşılık bulduğunu bize sunuyor. Bu kıssa bize geleceği okuyabilme yeteneğinin nasıl olduğunu anlatıyor. Bugün attığınız tohumların yarın nasıl meyveler verdiğini anlatıyor. Buradaki Allah’ın temel olmazsa olmaz mesajı; onun razı olduğu işlerin yapılmasıdır.

Bunu geçmişimize baktığımızda göreceğiz; mezheplerin oluşması böyle olmadı mı? Bugün büyük mezhep dediğimiz mezhepler ’in imamları kendi dönemlerinde baskı ve zülüm görmediler mi? Kendileri görmeseler de asırlar sonra kendi düşünceleri devletlerin resmi mezhebi olmadı mı? İşte kısaca yarınları öngörme, geleceği okuma yeteneği sunuyor bizlere, tabi okumasını bilirsek.

Bu kıssa bize yarınları öngörüp bedel ödeyecek öncülerinde nasıl olması gerektiğini anlatıyor. Dikkat edin hakkı haykıran sıradan vatandaşlar değil aristokrat insanlar, devletin tüm imkânlarını kullanan, dünyanın tüm nimetlerinin önlerine serilmiş yönetici insanlar. Allah bunların kıssasını bize anlatıyorsa, burayı kaçırmamalıyız. Dünyanın tüm nimetleri önlerindeyken, keyif ve saltanat içerisindeyken Allah’ın mesajını veya rızası için bunları elinin tersiyle iten insanların kıssasını anlatıyor. Buradan bize bugünün Allah’ın kitabına tabi olanlarına ve onların liderlerine bir mesaj yolluyor. Siz dünyalık makam, mevki ve saltanatınızdan, dünyevi imkânlarınızdan Allah için vaz geçmedikçe Allah’ın yardımı size gelmeyecektir.

Bunun bir benzerini hatırlayın, Mekke de görüyoruz, Mus’ab’ı Mus’ab yapan neydi dersiniz? O Mekke’nin en zengini ve en lüks yaşayanıydı. Mekkeliler onun için geleceğin Mekke lideri yöneticisi olarak görüyorlardı. İşte Mus’ab bütün bunları elinin tersiyle itip Allah’ın mesajına sarıldığı için şehit olduğunda üstünü örtecek bir dünyalığı dahi yok idi. Oysa çok zengin lüks içinde yaşayan biriydi, Mus’ab b. Umeyr. Mus’ab b. Umeyr’in de Ashab-ı keyf’ten farklı bir yanı yoktu. O Medine’de insanlığa sunduğu Allah’ın mesajının yarınlarda nasıl kök salacağını öngörebiliyordu, çünkü eğitimliydi bugün yaptığının yarın nasıl sonuç vereceğini öngöre biliyordu. Peygamberlerde böyledir zaten onların bir sıfatı da Fethanet’tir.

Bütün bunları gelin bizim topluma getirelim.

Bizim toplumda bu makamlara sahip olup ta Ashab-ı keyf gibi elinin tersiyle iten kaç tane yönetici gördünüz. Göremezsiniz çünkü bizim bırakın devlet yönetiminde olanları dernek, vakıf, cemaat yöneticilerimiz bile elde ettikleri makamları kaybetmemek için neler yapıyorlar, çevrenize bakın anlayacaksınız. İşte böyle topluluklara Allah yardım eder mi? Etmiyorlar! Değerli dostlar, etmediğini geldiğimiz noktada halimize bakınca anlıyoruz.

Bizim toplumda kendini İslam’a nispet eden insanlarımız bu mağara arkadaşlarının hiç düşünmeden vazgeçtikleri makam, mevkileri ele geçirmek için neler yaptıklarına şahitlik yapıyoruz. Allah onlar vazgeçtikleri için övüyor, biz ise onların vazgeçtiklerini elde etmek için çabalıyoruz, bu ne yaman çelişki. Siz aristokratları sadece devlet yönetiminde olacağını mı düşünüyorsunuz? Eğer böyle düşünüyorsanız eksik düşünüyorsunuz. Bugün Allah’ın verdiği imkânları Müslümanların yarınları için değil de kendi lüks yaşamı için harcayanlar aslında aristokrat olmuşlar farkında değiller. Bu lüks ve şatafat onları bir yerlerin yöneticisi yapmıştır, onlar da oraların aristokratları olmuşlardır. Oysa mağara arkadaşları bu unvanlarını yırtıp atmışlardı. Bugün bizim yarınları okuyabilmemiz çok daha kolay. Önümüzde Allah’ın kitabı, arkamızda bu kadar yaşanmış tarih varken çok daha nitelikli işler yapmalıydık. Amma maalesef eskiler kadar bile olmadık, elimizde kocaman bir hüsran ve kötüye gidiş var bunu görüyor ne yapacağız deyip duruyoruz. Oysa bu toplumun Müslümanları olarak bu elimizdeki sonuç bizim yaptıklarımızın sonucu. Eğer yanlış ise demek ki bir yerlerde gömleği yanlış düğmelemişiz. İlk düğme yanlış takılırsa ardın sıra gelecekler de yanlış olacak. Bunu ya görmemişiz veya önemsememişiz. Bir yazarın şöyle bir tespitini okumuştum şöyle diyordu “Eğer tarih okumalarımız bize tarihte yaşanmışları alıp bugüne kopyalarsak tarihin ve geleceğin hakkını yemiş ve gelecek nesilleri tahrip etmiş oluruz.” Geçmiş tarihimizde yaşananlar o zamanda kaldı biz artık bunlardan faydalanarak yarınları inşa etme yoluna düşmeliyiz. Bunu yapmak bedel istiyor bu yüzden geçmişi kutsamaktan geleceği inşa etmeye vaktimiz kalmıyor.

 

Mübarek ramazan ayında bu toplum bir imtihan verdi. Bu imtihan ramazan ayında ve ramazanın son 10 gününe denk geldi. Allah’ın bir tokadı mı yoksa tesadüf mü bilinmez. Bu seçimde kendini İslam’a nispet edenler ile laik seküler kesimin seçimi oldu. Bir kaybedenler birde kazananlar var. Kaybedenler az çok belli. Eğer biz kaybedenin ak parti olduğunu düşünüyorsak yanlış düşünüyoruzdur. Kaybedenlerin Allah’ın dininin temsilcileri olan Müslümanlar olduğu algısı yayılmaya çabalanıyor. Karşı taraf, konuşmalarında şu cümleyi kuruyordu: “artık göğsünüzü gere gere Atatürk diyeceksiniz, artık kuytu köşelerde değil bağıra bağıra Atatürk diyeceksiniz” bu bizlere bir şeyler anlatıyor olmalı. Oysa Atatürk konusunda kaybeden taraf kazanan taraftan daha çok bağlılık gösteriyor ve sahipleniyor. Kazanan taraf hedefe Erdoğan’ı değil onun temsil ettiği dini kimliği koymuş görünüyor. Galiba kazanan tarafın amacı üzüm yemek değil, bağcı dövmek olduğu görünüyor.

 Düşünün; koca koca medya kanalları, devletin imkânları, yetmez devletin yayın organları hepsi size çalışacak ama siz kaybedeceksiniz. Demek ki ediliyor, bunun örnekleri insanlık tarihinde sayısızca var. Hatta okuduğumuz Kur’an bize bunların örneklerini sunuyor. Tabi olduğumuz, örnek aldığımızı söylediğimiz, Peygamber bile böyle bir atmosferde başarı elde etti. Peki, neydi kaybettiren, toplum neden bunca medya ve manipülasyonlara rağmen tercihini farklı yaptı. Gelin bunları biraz ete kemiğe büründürelim.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın her sıkıştığında sığındığı liman, bu sefer kendisini terk edecekti. Bu liman İslam’dı. Dikkat edin her başı sıkıştığında bu toplumun Müslüman muhafazakâr insanlarına sığınıyordu, bu seferde aynı şeyleri yaşadık. Amma unuttuğu bir gerçek vardı, artık 90’lı yılların cahil bırakılmış muhafazakârları yoktu karşısında. Artık düşünen, yorumlayan, söze-slogana değil yapılan icraatlar bakan bir toplum vardı karşısında. Beni tanıyan herkese şu cümleyi söylediğimi bilir, “akp’yi iktidara getirenler götürecekler” derdim. Onu şundan dolayı söylerdim; akp’nin seçim kazandığı ilk döneme bakın hiç sandığa gitmeyen bu toplumun Müslümanları sandığa gittiler. Ortalama %8 ile 10 arasında bir rakama tekâmül eder, bu sandığa giden kesim. Bugün akp’nin kaybetmesinin sebebi bu %8’lik kesimin sandığa gitmemesi desek yanlış olmaz kanaatindeyim.

Bu sonuç çok şey anlatıyor bu topluma özellikle Müslüman muhafazakârlara okumasını doğru yaparlarsa tabi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve çevresi bu sonucu kendi elleriyle hazırladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı iktidara getiren ne kadar neden varsa bugün hepsi bir araya toplanmış durumdadır. Tarih tekerrür ediyor sanki. Hatırlayın MHP koalisyonu iktidar ve arkasından gelen krizler, bunun tuzu biberi olan İzmit depremi. O dönemde de partiler arası pazarlıklar. Ve arkasından yapılan ilk seçimde yeni kurulan partinin iktidarı. Bugün farkında mısınız bilmiyorum yine ekonomik kriz ve yine iktidarda MHP, AKP ve yine deprem tesadüf mü yoksa geçmişini unutanların akıl tutulması mı? bilinmez.

Cumhurbaşkanı Erdoğan artık şunları iyi okumalı; kendisinin bu toplumun Müslümanlarının başına bela ettiği 6284 sayılı yasa topluma rağmen dayattı. Buna itiraz eden Yeniden Refah oylarını artırıyor buradan ders çıkarmalı Erdoğan. “Kadının beyanı esastır” deyip milyonlarca insanı evinden yasa zoruyla sokağa atmanın bir sonucu olmalıydı. Geçmişte Müslümanlara yapılan zulümleri dillendirirken Cumhurbaşkanı Erdoğan şu cümleleri kuruyordu; “Millete deli gömleği giydiriyorlar” diyordu. Bu saya bu millete giydirilmiş deli gömleğidir. “Süresiz nafaka zulmü”, bu toplum bunu Erdoğan düzeltir diyordu -özellikle muhafazakâr kesim- ama düşündükleri gibi olmadı ve bununda bir karşılığı olacaktı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan kendine yandaş medya alanları açtı ve ülkenin medya alanında tekeli oldu. Bu medya kuruluşları Erdoğan’ın söylemlerinde olduğu gibi Müslümanlara mı hizmet etti yoksa tersimi oldu? Bu medya kuruluşları; bu Müslüman toplumun bütün değerlerini ayaklar altına alırken kimsenin sesi çıkmadı. 90’lı yılların Televole kültüründen illallah eden toplum bu sefer Esra Erolları, Müge Anlıların kültürünü tanıyacaktı. İşte bu kültürün yetiştirdiği yeni nesil sandığa gitti, tercihini yaptı ve sonuç ortada. Bu toplum 90’lı yıllarda Müslümanlara güveniyordu, o yüzden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı iktidar yaptı. Rüşvetten, torpilden, ranttan, adaletsizlikten artık bıkmıştı toplum. “Bunu Müslümanlar düzeltir” dediler, “çünkü onlar her şeyden önce bir iş yapacaklarında Allah’tan korkarlar” diye düşünüyorlardı. Bugün geldiğimiz noktada hiçte öyle olmadı. Adaletsizlik mi “Müslümanım!” diyenlerde, adam kayırma mı “Müslümanlarda!”, rant mı “Müslümanlarda!”, rüşvet mi adı değişse de sapına kadar “Müslümanlarda!”. Daha doğru bir ifadeyle toplumun Müslüman dediği kesimlerde! Yoksa gerçekten Allah’ın hükmüne ram olmuş hakiki Müslümanları kast etmiyorum, onların seçimle de işi de olmaz zaten.

İslam’ı temsil ettiğini düşünülen Akp’in bu toplumda, Müslümanlara verdiği zararı hiçbir parti, ideoloji vermedi. Erdoğan’ın “Müslüman!” belediye başkanları, çalıştıkları her şehirde rant oluşturdular. Devletin hazinesine ait mülkleri nasıl birilerine peşkeş çektiler herkes bilir. Bir cemaate “ne istediniz de vermedik” diyecekti, itiraf gibi. Yetmedi gariban vatandaşın tapulu arsalarına imar planları diyerek nasıl çöktüler, oturup düşünsünler.

Cumhurbaşkanı Erdoğan; “Biz İstanbul’a ihanet ettik” demişti bir konuşmasında, hemen arkasından söylediği cümleler çok daha vahimdi; “Artık yüksek katlı binalar değil yatay mimari uygulanacak, imar planlarında” diyordu. O günden buyana Erdoğan’ın partisinin belediye başkanları -dikkat edin- yandaşlara gök delenler, gariban vatandaşa yatay mimari imarları vermeye başladılar. Aynı ilçede yandaşların oturduğu mahallede gökdelenler, yan mahallede yatay mimari, bu vatandaşın malına çökmek değil mi? Bu sonuçların bir nedeni de bu değilimdir? Dikkat edin bu yatay mimari fikrinden sonra İstanbul’da artık müttehitler dönüşüm yapmamaya başladılar. Sonuç; uçuk kaçık kiralar, uçuk kaçık ev fiyatları, kimin işine yaradı, hükümetin oturup düşünmesi gerekir.

Şu cümleler çok şey anlatıyor tabi onurlu olan varsa: “Paçamıza yapışanlar–Gölgemizde büyüyenler” kimler bunların paçasına yapışmış oturup düşünsün, böyle büyüklenme ve kibir bir Müslümanda olur mu?

Fazla uzatmadan başlıklar halinde kaybettiren nedenleri yazalım.

Memura verip emekliye vermemek zarar verdi!

“Bize oy vermezseniz, biz olmazsak bu emekli maaşını da alamazsınız..”

“Emekliyi enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz”, sözü verdiği halde bağ-kur pirim sorununun üstünü örtmeye çalışmak.

“Fırsatçılara göz açtırmadık, açtırmayacağız, fırsatçı marketlere şu kadar ceza kestik...." söylemleri zarar verdi!

Bir hâl yasasını bile çıkartamamak zarar verdi!

Başıboş köpekler meselesini bile defalarca söz verildiği halde çözememek zarar verdi!

Konutlarda %25 uygulaması, kiracı ile ev sahibini birbirine düşürdü, zarar verdi, her biri "ters" etki yaptı. Bu konuda kendisini ikaz edenler dinlenmedi.

Turist Ömerlere itibar zarar verdi!

“Biz kazanınca Gazze kazanacak” söylemi zarar verdi!

Futbol Federasyonu'nun McDonald’s sözleşmesine müdahale edilmemesi zarar verdi,

Medyadaki goygoyculuklar, Gazze kan ağlarken espriler yapmaları zarar verdi, troller zarar verdi!

Süresiz nafakanın defalarca söz verildiği halde kaldırılmaması zarar verdi!

6284 zarar verdi!

Feministler zarar verdi!

İhsan Şenocaklara, Boynukalınlara ve daha nice Müslümanlara çekilen operasyonlar zarar verdi,

Kibir, israf zarar verdi!

Topluma tevazu ve mütevazılığı tavsiye edip, kendileri yapılan her işte açılış törenleri düzenleyip, yapılan işi insanların gözüne gözü ne sokmak riyakarlığı kaybettirdi!

Tabanın sesine kulak tıkamak zarar verdi!

Ailenin çöküşü zarar verdi!

Küçük esnafın çöküşü zarar verdi!

Hesapsız üniversiteleşme, mecburi eğitimin 12 çıkartılması, mesleksizliğin yaygınlaşması zarar verdi!

Tam da seçim öncesi Ayasofya'nın bir bölümünü paralı yapmak zarar verdi!

Her ağzını açana “fetöcü”, “hain” demek zarar verdi!

Özeleştiri yapıp bünyedeki yanlışları tespit etmek ve düzeltmeye çalışmak varken, dikkatleri başka yerlere çekip odağı dağıtma kurnazlığı zarar verdi!

Yandaşlara gökdelenler, gariban vatandaşa yatay mimari uygulamaları!

Her seçimde trilyonları, seçime giren partilere dağıtıp gariban emekliye, küçük esnafa gelince para yok anlayışı kaybettirdi.

Mavi Marmara’yı yola çıkaranları teşvik edip, günün sonunda “kimden izin aldınız” deyip o gemide şehit olanların ahları kaybettirdi.

Gazze diyip miting yapmak, “yanındayız” deyerek israile verip veriştirmek, arkasından israile yapılan ticareti kesmemek, tersine yükseltmek kaybetirdi. Bu mihvalde Müslümanlar ve toplum, rıyakar siyaseti bu sefer yemedi. Emekli amcalar maaşlarını Gazze’ye bağışlarken İsraille ticareti kesmeyenler kaybetti.

Bu topluma bir din yerleştirme planları, tasvvuf-tarikat dindalığı tutmadı, seçim öncesi üç beş sakallıyla poz vermek, cemaatlere yanaşıp oy istemek tutmadı, oy istemek dışında bu yapılara karşı yapılan hukuksuzluklar kaybettirdi.

Milletin paralarıyla yapılan hizmetleri kendi yapmış anlayışı, yetmez birde diyanet eşliğinde yapılan açılışlar kaybettirdi.

Topluma, vatandaşa zühtü ve sabrı tavsiye edip, kendileri ultra lüks umreler, tatiller balolar vb. nice yanlışlar kaybettirdi.

Bütün bunları yazdın-döktün, hiçmi olumlu bir şey yok diyeceksiniz. “Yiğidi öldür hakını inkar etme” diye bir deyim var bizim toplumda. Yaptığı güzel işler de var tâbi, yazmakla bitiremeyiz. Bu yüzden kaybettiren hususları yazmak kolay olacağından ve yazımızın asıl maksadının da bu olmasından sebep olumsuzlukları yazdık. Konumuz yaptığı icrahatlar değil kaybettiiren sebepler. Bularında yukarda büyük bir kısmını yazdım diye düşünüyorum. Müslüman adil kişidir. Bu yüzden hakkını teslim etmek gerekir. Bu seçim özelinde yaptığımız bir okuma, olumlu yönleri zaten toplum iktidar yaparak 20 yılık bir yönetim verdi. Böyle seçimle gelip bu kadar iktidarda kalan başka bir örnek yoktur herhalde.

Yukarıdan aşşağı yazıyı okuduğunuzda dikkat ettiniz mi bilmiyorum, yazılanlar genelde dünyalık menfaat odaklı. Yazılanlar arasında hiç Allah’ın dini vb. konular yok tuhaf değil mi? Oysa kaybettiren sebeplerin Allah’ın hükümlerinin şöyle veya böyle hatalı uygulanması olmalıydı. Neden mi çünkü kaybeden taraf kendini İslâm’a kitaba nispet ediyor da ondan. Bu toplumun tevhid’i müvahit müminlerini tenzih ediyoruz, onların böyle konularla işi olmaz olmamalıdır.