Asrın felaketi olarak nitelendirilen 6 Şubat depremleri üzerinden tam bir yıl geçmiş oldu. Bir yönüyle depremlerin toplumlar için ilâhî ikaz yönü bulunmaktadır. 6 Şubat 2023 tarihinde gerçekleşen depremde -resmi rakamlara göre- yaklaşık olarak 60 bine yakın insanımızı kaybettik. Yaklaşık olarak 11 ilimizi etkileyen depremde şehirlerimizin -bazılarında çok büyük olmakla birlikte- çok ciddi manada yıkımlarıyla karşı karşıya kaldık. Aradan geçen bu bir yıllık süre bize gösterdi ki toplum olarak, ne yazıktır ki bu ilâhî ikazdan yeteri kadar ibret alamadık, kendimize birtakım dersler çıkaramadık.
Ateş yine düştüğü yeri yaktı. Dolayısıyla depremde yakınlarını kaybedenler, evlerini barklarını kaybedenler, işlerini ve dünyalık imkanlarını kaybedenler depremin getirmiş olduğu acılara ve mağduriyetlere katlanmak zorunda kaldılar. Acıları ve kayıpları yüreklerinin derinliklerinde onlar yaşadılar. Sevdiklerinin olmadığı bir dünyada yaşamak zorunda kalmanın kişinin yüreğinde oluşturduğu sızılara katlanmak zorunda onlar kaldılar. Dünyada yaşamanın kişide oluşturduğu dayanılması güç ızdıraplara onlar katlandılar. Bütün mahrumiyetlere rağmen dünyaya bir umutla tutunmanın ne demek olduğunu onlar yaşayarak gördüler. Yıllarca çalışıp didinerek elde etmiş oldukları evlerinin yıkıntısının altında yakınlarını aramanın ne büyük bir acı olduğunu onlar yaşadılar. Tonlarca beton yığınlarının altında bir umutla yakınları bulabilmek için günlerce beklemenin ne demek olduğunu onlar yaşadılar. Birgün önce yarınlara dair nice hayallerinin olduğu sıcacık evlerinin, bir gün sonra yakınları için mezar olduğunu onlar gördüler. Elde etmek için nice bedelleri ödedikleri ve yıllarca mahrumiyetlere katlandıkları, kredi üzerinden borçlandıkları evlerinin birgün sevdikleri kimselerin nazik bedenlerini paramparça ederek öldüreceğine onlar tanık oldular. Bir lokma ekmeğe, bir yudum suya, başlarını sokacakları sıcacık bir yuvaya muhtaç olmanın ne demek olduğunu onlar yaşayarak gördüler.
Diğerleri ise televizyon kanallarının gündeme getirdiği kadarıyla deprem gündemi ile yaşadılar. Sonrasında ise sanki hiç böyle bir felaket yaşanmamış gibi hayatlarda kaldıkları yerden devam edenler oldu. Hatta depreme ve onun oluşturduğu mağduriyetlere aldırış etmeden oluşan mağduriyetlerden menfaat elde etmek isteyenler oldu. Yıkılan binalarda bulunan market ve benzeri yerleri yağmalayanlar oldu. Yakınları kaybeden insanların acılarıyla dalga geçen insan müsveddelerine tanık olduk. Yine, depremin oluşturduğu mağduriyetleri seçim için araca dönüştüren sözde toplumu yönetmeye talip olan “yönetici” olarak addedilen zavallıları gördük. Hata depremin mağduru olan insanlara, yaptıkları yardımların neticesi olarak kendi partilerine destek verilmediğinden dolayı gönderdikleri yardımları haram, zehir-zıkkım eden omurgasız insanlara tanıklık ettik. Depremin oluşturduğu yıkıntılar altından çıkarılan cesetleri televizyon ekranlarından seyrederken yürekleri sızlayanlar oldu, gözyaşı dökenler oldu, tüm imkanlarını seferber edenler oldu, kumbarasında biriktirdiği üç-beş lirayı onlar gönderenler oldu. Deprem haberini alır almaz oradaki mağdurların yardımına koşmaya çalışanlar oldu. Tüm ülkede yardım seferberliğinin içerisinde yer almak için koşuşturanlar oldu. Daha önce yaşanan depremlerin oluşturduğu mağduriyetleri yaşayanlar, oradaki insanların halinden en iyi kendileri anladıkları için depremzedeler neye ihtiyaç duyuyorlarsa onları toparlayarak bölgeye göndermeye çalışanlar oldu. Ülkenin her tarafından bölgeye insanî yardım taşıyan tırların oluşturduğu kuyruklara tanık olduk. Evleri-barkları yıkılan depremzedelere evlerini açan, onları misafir ederek ihtiyaçlarını karşılamak için fedakârca çırpınan insanlara tanık olundu.
Deprem bize, hiç beklenmedik bir zamanda ve beklemedik bir yerde ölümün gelebileceğini haykırdığı halde maalesef bizler, ölümün bize hâlâ çok uzaklarda olduğunu düşünerek, hayatımızı alışık olduğumuz alışkanlıklarımız üzerinden sürdürmeye devam ettik. Ölüm denilen hakikat oysaki daha öncede yakınlarımızı hiç beklemediğimiz bir zamanda kaybederek bize ansızın da gelebileceğini defaatle göstermişti. Bizler, akşam sapasağlam yatağında yattığı halde sabaha ölü olarak çıkanların olduğunu biliyorduk. Hiç beklemediğimiz biz zamanda aldığımız bir telefonla yakınlarımızdan birisinin bir trafik kazasında öldüğü haberini de almıştık. Evinde televizyon seyrederken oturduğu koltuğunda kalp krizi geçişmesi neticesinde hiç beklenmeyen biz zamanda hayata gözlerini yuman insanların oluğunu da haber kanallarından veya gazetelerden okumuştuk. Fakat bunların hiçbirisi deprem kadar büyük boyutlarda ölümün bizlere ansızın da gelebileceğini hatırlatmamıştı. Lakin depremin üzerinden zaman geçince bizler ölümün bizlere ansızın geleceği gerçeğini yeniden unuttuk, daha önce nice seferler unuttuğumuz gibi. Unutmamamız gerekirken unuttuğumuz ve bizler için en büyük kaybın ve pişmanlığın sebebi olan nice hususları daha önce çok kez unuttuğumuz gibi.
Depremle birlikte insanlarımız, bu ilâhî ikazdan nasiplenerek öncelikle bireysel hayatlarında yapmış oldukları hatalardan ve haramlardan alınarak daha iyi bir insan ve daha iyi bir Müslüman olmak için yola koyulmamız gerektiği halde maalesef bunu yine başka bir zamanlara erteleyiverdik. Müslüman olmamızın gereği olan nice sorumluluklarımızı yerine getirmeyi yine ileriki bir zamanlara erteleyiverdik. Uymamız gereken Allah’ın nice emirleri vardı ve biz onları bir an önce hayatımıza aksettirmemiz gerektiğini biliyorduk lakin yine hâlâ önümüzde uzun ömürler var yanılgısına kapılarak onları ileriki zamanlara erteleyiverdik. Terk edeceğimiz haramlar vardı ve bunları terk etmemiz gerektiğini biliyorduk ve hayatımızın ilerleyen yıllarında onları terk edecektik, deprem bize ileriki zamanlarımızın olmadığın hatırlattı lakin bizler, depremin üzerinden zaman geçince yeniden sanki Allah’tan uzun zaman yaşayacağımıza dair teminat almış gibi onları ileriki tarihlerde terk etmek için yeniden erteleyiverdik. Yine toplum olarak hiç iyi bir noktaya gitmiyorduk. Toplumun her kademesinde ifsat ve çürümüşlük hakimdi. Siyaset başta olmak üzere, eğitim, hukuk, ekonomi, aile, sosyal hayat büyük ölçüde tükenmişliğin eşiğine gelmişti ve bir an önce oradan kurtulmamız gerekiyordu. Hiç vakit kaybetmeden sürüklenmiş olduğumuz her türlü çirkefliklerden arınarak daha erdemli ve Müslüman kimliğimize yakışır bir toplum olmamız gerekiyordu fakat ne yazık ki bizler toplum olarak deprem öncesi sürdüregeldiğimiz problemlerimizi, hatalarımızı, kusurlarımızı ve ifsatlarımızı sürdürerek daha iyi bir toplum olma hedeflerimizi de yine başka baharlara ertelemiş olduk.
Depremler bir yönüyle Allah'ın yüceliğini, kudretini, büyüklüğünü ve gücünü bize hatırlattığı halde maalesef bizler böyle bir gücün farkında olarak kendi acziyetimizi göremeyerek, kendimizi çok güçlü ve çok büyük kudrete sahip olan varlıklar olarak görmeye devam etmekteyiz. Oysa ki dünya üzerinde küçük bir bölgede meydana gelen bir sarsıntının bile, binlercemizin hayatını sonlandırdığını, o bölge üzerindeki sarsılmaz zannettiğimiz dağları parçaladığını, koca koca binaları temellerinden sarsarak bir moloz yığınına dönüştürdüğünü, daha düne kadar çok gelişmiş olarak görülen şehirlerimizi adeta bir harabeye çevirdiğini yaşayarak gördük. Lakin depremin oluşturmuş olduğu bu tahribatı ayne’l-yakîn gördüğümüz halde bir türlü kendi acziyetimizin farkına varamadığımız gibi ilâhî azametin büyüklüğünün de yine farkına varamadık.
Yine şuna bir kez daha şahit olduk ki deprem gibi bir afetin Allah'tan bağımsız bir şekilde değerlendirilerek birtakım fizik kanunları çerçevesinde anlaşılmasına sebebiyet verilmeye çalışıldığını dolayısıyla da insanların deprem hadisesinden Allah'ın kendilerine sunmak istediğim mesajı anlamalarının önüne geçilmeye çalışıldığını görmüş olduk. Evet, depremler bir takım fizik kanunları ile meydana gelmektedirler. Lakin bu fizik kanunlarını koyan ve yeri zamanı geldiğinde de o kanunları işleten ya da daha doğru bir ifadeyle işlemesine izin veren, âlemlerin rabbi olan Allah'tır. Allah dilemeden, yani izin vermeden ne deprem olabilir, ne bir yaprak dalından düşebilir, ne bir insan ölebilir ve ne de dünya üzerindeki herhangi bir olay meydana gelebilir. Hakikat bu iken maalesef yaşanan deprem olayı üzerinden Allah, gündem dışı tutulmaya çalışıldığı gibi insanların bu büyük olay üzerinden dine yönelmelerinin önüne geçilmeye çalışılmıştır. Hemen her gün haberlerde depremin meydana gelmesiyle ilgili haberler yapıldığı, konunun uzmanlarının görüşlerine yer verildiği halde ne yazıktır ki kâinata tümüyle hükmeden ve fizik kanunlarını koyan varlığın deprem gibi olaylar üzerindeki etkisine yönelik hemen hiçbir içerikli haber yapılmamıştır.
Deprem bize bir kez daha; toplumlar için büyük felaketler olan doğal afetlere karşı ne bireysel ne de devlet nazarında bir hazırlığımızın olmadığını ödediğimiz büyük bedeller üzerinden göstermiş oldu. Yaşadığımız coğrafyanın deprem kuşağında olduğu bildiğimiz halde bireysel olarak bizler; içinde yaşadığımız binaları inşa ederken depreme dayanıklı bir şekilde onları inşa etmediğimiz gibi karşılaşılması muhtemel olan doğal afetlerde hem kendimiz hem de bir başkalarının yardımına koşabilmek için arama ve kurtarma konusunda donanımlı hale gelmek için de hemen hiçbir gayretimizin olmadığını görmüş olduk. Devlet, daha önce defaatle deprem tecrübeleri yaşamasına rağmen maalesef yaşanan depremde, yeterli derecede bir tedbir almadığını bir kez daha görmüş olduk. Tedbir alması gereken kurumların, maalesef görevlerini hakkıyla yerine getirmediklerini ve bunun neticesi olarak da ödemiş olduğumuz bedellerin ne kadar büyük olduğunu görmüş olduk. Devletin deprem bölgelerine yeteri miktarda yardım ve enkaz kaldırma yardımlarını ulaştıramadığı gibi bölgelerde yapılan çalışmaları da maalesef koordine edecek bir kabiliyette olmadığını yaşayarak görmüş olduk. Depremin tüm mağduriyetlerini yaşayan insanlar için en temel gereksim olan ihtiyaç malzemelerinin bile para karşılığında satılabildiğine tanıklık ettik.
Yine deprem bize şu hakikati bir kez daha göstermiştir; topluma ait olan görev ve sorumlulukların ehil olan kimseler verilmediğinde bu durumun topluma ne tür bedeller ödettiğini göstermiş oldu. Gerek bürokraside gerekse de yerel yönetimlerde görev alan kişilerin liyakat sahibi olmamaları sebebiyle yaptıkları birtakım uygulamaların depremdeki kayıpları çok yüksek boyutlara çıkardığını hep beraber müşahede ettik.
Yine kapitalizmin temel felsefesi olan daha fazla kazanmak hırsının insanları sürüklediği ve on binlerce insanın hayatına mal olan bir neticeyi ortaya çıkardığını bir kez daha görmüş olduk. Malzemeden çalan müteahhitler, uygun olmayan zemin üzerine bina yapılmasına müsaade eden yerel yönetimlerdeki yetkililer ve yapılan binaları yeteri kadar denetlemeyen denetim firmaları yaşanan felaketin unutulmayacak mimarlarıdırlar.
Yine insanların barınma ihtiyaçlarını karşılamayan veya bu konuda onlara yardımcı olmayan devletin sebep olduğu netice olan; kişilerin denetimsiz bir şekilde ve malî bütçesi olmadığından dolayı barınma ihtiyacını karşılamak için gereken şartlara uygun hareket etmeyen veya edemeyen kimselerin sebep olduğu neticeyi yaşadığımız acı tecrübe üzerinden görmüş olduk. Bu durum bize bir kez daha göstermiştir ki; sorumluluklar, ehli olmayan kimselere verildiğinde bu durumun toplumlara ödettiği bedel de bir o kadar fazla olmaktadır.
Toplumun işlerine yönelik yapılan görevlendirmelerde en önde gelen prensip olarak; Allah'tan hakkıyla korkmak, hesap endişesi taşımak, sorumluluklarını en ufak bir şekilde aksattırdığında bunun yarın ahirette kendisi için cehenneme girme sebebi olduğunun bilincinde olan insanların bu görevlere getirilmemesi olduğunu bir kez daha görmüş olduk. Toplumun işlerine yönelik yapılan görevlendirmede Allah'tan hakkıyla sakınan insanların değil de çoğunlukla yetkililerin yakınlarının görevlendirilmesini, dolayısıyla da bu şekilde ehil olan kimseler dururken olmayan insanların bu görevlere getirilmesinin oluşturduğu faturanın çok ağır boyutlarda olduğu bir kez daha müşahede ettik. Peki buna rağmen ders çıkarıldı mı? Bir daha aynı durumla karşı karşıya kalmamak için tedbirler yeteri kadar alındı mı? Bu görevlere insanlar alınırken; başta Allah'tan hakkıyla korkmak, kişinin o görevi yapabilecek en mükemmel şekilde donanımlı halde olması, göreviyle ilgili bilinç ve yeteneklerinin olup olmadığı dikkate alınmakta mıdır? Yoksa daha önce olduğu gibi şimdi de o koltuklar ve yetkiler, seçim süreçlerinde yapandan pazarlıkların neticesi olarak yine konuyla alakalı liyakatsiz ve ehliyetsiz olan insanlara verilmekte midir? Yarın yine yaşaması muhtemel olan bir depremde yine benzer ihmallerden dolayı benzer bir akıbeti yaşayacağımız görülmekte midir?
Yine deprem bizlere kıyametin bir küçük provasını yaşattığı halde ne yazıktır ki bizler, sanki hiç kıyamet kopmayacakmış gibi, sanki hiç hesap kitap görülmeyecekmiş gibi, insanların dünya hayatlarında yapıp ettiklerinin hesabını mahşer gününde Allah’a vererek alamayacaklarmış gibi bir yanılgının içerisinde yaşamlarımızı sürdürmeye devam ediyoruz. Oysa ki deprem, bizim gündemimize, küçük de olsa bir provasını yaşatarak, kıyametin mümkün olduğunu haykırmıştı. Kıyametin vaki olacağını dair bize mesajlarını sunmuş ve kaçınılmaz olarak bizleri kuşatacak olan kıyamete karşı kendimizi hazırlamamız gerektiğini hatırlatmıştı. Bizler ise her zaman yaptığımız gibi yine çevremizde yaşanan bu tür hadiselerin bize sunmak istediği mesajları gündeminizin dışına atarak hayata nefsimizin istediği şekilde veya birilerinin bize dayatmış olduğu hayat keşmekeşi içerisinde dünyalık birtakım menfaatlerin peşinden koşarak hayatımızı yaşamaya devam etmekteyiz.
Ölüm bizler için küçük kıyamet, yeniden dirilip hesap vermeye gideceğimiz zaman ise büyük kıyamettir. Depremde hayatlarını kaybeden on binlerce insan küçük kıyametlerini yaşadılar ve şu an büyük kıyametin gerçekleşmesi için beklemekteler. Yarın bizler için de önce küçük kıyamet sonra da büyük kıyamet kopacaktır. Bizler de yapıp ettiklerimizin hesabını vermek için yeniden dirilerek Allah'ın huzuruna varacağız. Akıllı insanın yapacağı şey deprem gibi afetleri hakkıyla değerlendirerek onların bize sunmak istediği mesajları almak ve o mesajlar çerçevesinde hayatı yeniden ahiret merkezli olarak düzenlemeye çalışmak olmalıdır. Büyük kıyametle beraber Allah'ın huzuruna varıp yaptığımız en küçük iyiliklerin de kötülüklerin de hesabının sorularak bunların karşılığının kişiye tastamam verileceği o güne hazırlık yapmak olmalıdır. Bu durumdan gafil olanlar, depremlerin sunmuş olduğu bu mesajları alamayanlar ve hayatlarını Allah'tan gafil bir şekilde yaşamaya çalışanlar işte o kıyamet gününde pişmanlıkların tümünü yaşayacaklar, depremlerin kendilerine sunmuş olduğu o mesajları alamadıkları için dövünüp duracaklar, ah vah edecekler, lakin bunun kendilerine bir faydası olmayacaktır. Dolayısıyla bizlere düşen asıl vazife; ölümümüzün hangi şekilde olacağından ziyade iman üzere ölüp ölemeyeceğimizin derdinde olarak bunu başarabilmek için üzerimize düşen tüm sorumlulukları yerine getirmeye çalışmamız olmalıdır. Ne şekilde olursa olsun mutlaka ölüm bize gelecektir. Ya bir depremle, ya bir kalp krizi ile, ya da trafik kazası ile, ya bir hastalıkla veya başka bir şeyle, ama mutlaka gelecektir. Dolayısıyla her ne şekilde olursa olsun bize gelecek ölümden kaçamayacağımıza göre ve ölüm şeklimizi de çoğu zaman biz belirleyemediğimize göre, bize düşen şey bizim irademize bağlı olan, bizim başarabilme hakkına sahip olduğumuz imanlı bir şekilde ölmeye çabalamak olmalıdır. Eğer mümin olarak öldülerse depremde ölenlere ne mutlu! Eğer mümin olarak ölebilirsek ne şekilde öldüğümüzün bir kıymeti yoktur.
Dolayısıyla depremlere karşı tedbir elbette alınmalıdır ama her şeyden önce ilk tedbir imanın yaşayacağı depremlere karşı olmalıdır. Bizler öncelikli olarak Allah'a olan imanımızı sarsarak onu yok edecek saldırılara karşı onu muhafaza etmek için çabalamalıyız. Eğer o sarsıntıya uğrayarak yok olursa istediğimiz kadar depremlere karşı tedbir alalım, doğal afetlere karşı önlem alalım, ölümümüz hiçbir şekilde doğal afetlerden olmasın, lakin biz asıl felaketi yaşayan insanlar oluruz. Ölüm sonrasının bize getireceği felaketler, dünyanın getireceği felaketlerden kat ve kat üstündedir. Dünyada insanın yaşayabileceği en büyük zorluk ve felaketler, ahiretin kişiye getireceği en küçük felaketler karşısında yine de çok basit ve çok küçüktür. O halde bize düşen asıl vazife, felaketimiz olacak ahirette kaybedenlerden olmamak için öncelikli olarak bize orada kazananlardan olmamızı sağlayacak hususların peşine düşmeli, onları sarsarak yok etmeye çalışan depremlere karşı kendimizi koruma altına almalıyız.