Helak sözlük anlamı itibariyle, yok etme ve yok olma anlamlarına gelir.
Dini açıdan helakın anlamı ise ; Korku, ceza ve azap görme demektir.
Mükâfatın kelime anlamı ise “ödül”dür.
Dini açıdan ise; İyi tutum ve davranışların karşılığı olarak alacağı sevap ve ödül anlamı taşıyan bir terimdir.
Öncelikle, bireyler toplumu oluşturdukları için; Helak ve Mükâfat kavramlarını, hem bireysel hem de toplumsal olarak değerlendirebiliriz.
Bireysellik kavramının, insanın iyi veya kötü olarak yaptıkları olmakla beraber, bunun sonucu olarak da toplumun yaşam tarzının gidişatı noktasında önemli bir etkisi söz konusudur.
ALLAH C.C hak kitabımız Kur’ân’da; Zâriyat sûresi 56. âyette şu şekilde buyurur;
“Ben cinleri ve insanları, başka değil, sırf bana kulluk etsinler diye yarattım.” ve A'râf sûresi 179. âyette de şöyle buyurur; “Andolsun biz, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.”
Bu iki ayetten şunları anlamalıyız:
İnsanlar ve cinler ALLAH'a kulluk için yaratılan varlıklardır.
Yaratma sıfatı sadece ALLAH'a ait olduğu için, O’nun dışında başka bir ilah aramak ve edinmek, en büyük ve tevbesi edilmediği taktirde affedilmeyen tek günah olarak ŞİRK’tir diyebiliriz.
İnsanlardan ve cinlerden bir çoğunu cehennem için yarattık demek ise;
Kendilerine kalp, göz ve kulak verip yaratan Allah olduğu halde, yaradılıştan kendilerini rablık misakına taahhüt ettiren semi (işiten), Basir (gören) ve eşi benzeri olmayan ALLAH TEALA olduğu halde O’na türlü türlü şirk koşarlar. Gafletlerinden dolayı ALLAH'ı anmazlar.
Bu şekilde bir yaşamı benimseyenler için rabbimiz cehennemi hazırlamıştır.
İnsanların yaradılışındaki en büyük hikmet ALLAH'ı tanıyıp, O’na ibâdet ve kulluk etmeleridir.
Çünkü ibâdetlerle kurtuluş yakalayabilmek ve kulluğunu hakkıyla yerine getirmek, kulların kendi menfaatleri içindir.
Bunun dışındaki başka şeylere tüketilen ömürler ve âmeller zâyi edilmiş olur; bu şekilde hayatlarını sürdüren kişiler hak olan âzabı boylarlar.
ALLAH TEALA'nın insanlara verdiği en büyük nimetlerden biri akıldır.
Bu aklı insana ister hak yolunda ister bâtıl yolarda kullansın diye verilmiş ve insan bu noktada özgür bırakmıştır.
Ama Allah insanı serbest bırakmakla kalmamış onu uyarmıştır da;
Birçok âyet-i kerimede; “aklınızı kullanmaz mısınız” der.
Aklın dışında verilen insana verilen bir başka özellikte özgür irade sahibi olmasıdır! Buna bağlı olarak yaşamında seçim hakları söz konusudur ve insanlar haklarını çoğunlukla bâtıldan yana kullanmaktadırlar.
Bu da başta Allah’ı, dini, peygamberi ve ahireti inkar ve ayrıca da küfürde ısrarı doğurarak haddi aşmalarına sebep olmaktadır.
Bu tip insanlara baktığımızda aslında şu sonuç çıkıyor:
ALLAH'ı hakkıyla idrâk edip anmaması(unutması) ALLAH'ın da kendisini onlara unutturması, göndermiş olduğu hak kitap olan KUR'AN-I okumamış, okumak istememiş, bununla beraber okuyanlarında yüzeysel okuyup, “KUR'AN bize ne diyor” diye üzerine düşünmeyip, kendini sorgulamaması bu sebepler bütünlüğündedir.
Oysaki Rabbimiz bize;
Bakara sûresinin 2. âyetinde şu şekilde buyurur: “İşte o kitap, bunda şüphe yoktur ve müttakiler (kötülükten korunacaklar) için hidayettir.” Ve Kalem sûresinin 52. âyetinde ise: “Halbuki o alemler için bir öğüttür.” diye buyurur.
Bu iki âyet bize göstermektedir ki; kurtuluş reçetemiz KUR'AN’dır!
İnsanın yaşamı boyunca en büyük düşmanı ise hiç kuşku yoktur ki şeytandır. Onun adımlarını takip eden, onunla dost olan -buna insan şeytanları da dahil- onu düşman bilmesi gereken insandır.
Çünkü şeytan, “sırat-ı müstakim”den saptırmak için biz insanlara sağımızdan, solumuzdan, önümüzden ve arkamızdan yanaşarak vesvese verdiği gibi nefsimizin de yenik düşmesiyle, bize dünya hayatını süslü göstererek helaka uğramamıza neden olur.
Biz insanlar şunu bilmeliyiz ki:
16. yüzyılın ikinci yarısında, sömürgecilik fââliyetlerinin beraberinde getirdiği sermaye birikimi, kapitalizminle birlikte temellerinin atıldığını görüyoruz.
Bununla akabinde Portekiz cumhuriyet facto diktatörü olan Salazar'ın 3 F kuralıyla, yani halkı spor, eğlence ve din ile uyuşturulması rejiminin günümüze kadar geldiğini görmekteyiz.
Bu durumları göz ardı etmeden, kapitalizmin ve 3 f kuralının insanlar üzerindeki etkisinden uzaklaşıp kendi nefislerimizi sorgulamalıyız.
Nedir bu nefis?
Nefsi sorgulama demek, iç kritik, içe dönüş, içimizdeki ben ile hesap günü gelmeden önce hesaplaşmak demektir. Bu sebeple nefsin yaptığı kötülüklerden pişmanlık duyması, kendi kendisini yargılayıp kınaması ve kendisini düzeltmeye çalışması takdir edilecek bir tutumdur. Nitekim Yüce ALLAH, kendini kınayan nefse yemin ederek bu sürecin önemine işaret etmiştir. (Kıyâmet,2) Unutulmamalıdır ki, kişinin en acımasız düşmanı, nefsidir ve nefisle mücadele düşman ile mücadeleden daha zordur. Nefsi sorgulamaya ilk önce Yüce ALLAH ile ilişkilerimiz sorgulamayla başlamalıyız. Yüce ALLAH’ın ortaya koyduğu aşkın değerleri hayatımızın merkezine oturtup oturtmadığımızı gözden geçirilmeliyiz. Çünkü Rabbimiz ile iletişimimiz sorgulanmadan toplum, çevre ve eşya ile ilişkilerimizi sağlıklı bir şekilde yürütmemiz mümkün değildir.
3 F kuralı ve Kapitalizmin günümüzdeki yaşama negatif anlamda yansımalarını şu şekilde değerlendirebiliriz.
İnsanlar artık farkında olmadan köleleşmişler; eğlence adı altında tüm zevklerini icra etmeye devam eden, gece evinde ve plajlarda giydiklerini sokağa taşıyan ve bunun adında özgürlük diyenler, ALLAH'ın emri örtünmeyi çağ dışı ve gericilik olarak nitelendirenler, her türlü fuhşiyata zemin hazırlanan mekânları mesken tutmuş iki ayaklı şeytanlardır. Cinayetlerin, trafik kazalarının başlıca sebeplerinden olan içkinin su gibi tüketildiği mekânları hazırlayanlar da yine o şeytanlardır. Devletlerin bile kendi imkânlarıyla oynattığı ve yaygınlaştırdığı kumarı (piyango/at yarışı) meşru gösterenler de yine aynı şeytanladır.
Evet, böyle bir yaşam benimsemiş ve bu yolda devam edenler!
ALLAH'IN yasaklarını, haramlarını hiçe sayan, görmezden gelerek sınavsız bir yaşam olduğuna inandırılmış ve helaka doğru giden insanlar ve toplum!
Bu helakın başlıca sebebi ise dinde zorlama olmamasıdır.
İnsanların bir dine inanmaya veya o dinin ibadetlerini uygulamaya zorlanması, İslam'ın özüne ve ruhuna aykırıdır. Çünkü İslam, inanç için özgür iradeyi ve vicdani bir kabulü şart koşar. Elbette Müslümanlar birbirlerini KUR’AN'da anlatılan ahlaki vasıfların uygulanması için uyarabilir, teşvik edebilirler. Ama asla bu konuda bir zorlama yapılamaz. Ya da dünyevi bir imtiyaz tanınarak, kişi dini uygulamaya yönlendirilemez.
Bunun aksi bir toplum modeli varsayalım. Örneğin insanların ibadet yapmaya zorlandıklarını farzedelim. Böyle bir toplum modeli İslam'a tamamen aykırıdır. Çünkü inanç ve ibadet, sadece ALLAH'a yönelik olduğunda bir değer taşır. Eğer bir sistem insanları inanca ve ibadete zorlayacak olursa, bu durumda insanlar o sistemden korktukları için dindar olurlar. Din açısından makbul olan ise, vicdanların tamamen serbest bırakıldığı bir ortamda Allah rızası için dinin yaşanmasıdır.
Evet dinde zorlama yoktur, ancak! İnsanlığın kurtuluş reçetesi ve ahiretteki mükâfatını alacağı ve onun hakkıyla idrak edileceği yegâne din İSLAM' dır.
EY İNSANOĞLU!
İnandığın hak kitabı KUR-AN'ı oku, anla ve hayatına yansıt.
Özüne dön, dinini iyi öğren, ALLAH'ın rızasını kazanmaya çalışanlardan ol. Eğer Müslüman olduğunu iddia ediyorsan; sadece Müslümanım kelimesini kullanmaktan ve kendini o dine nispet etmekten kurtul ve fiiliyata geç. Senin için hazırlanmış ahiretteki mükâfata ancak böyle kavuşabilirsin.
Yüce Rabbimizin Kitab-ı keriminde buyurduğu Fussilet sûresinin bazı âyetleriyle size hatırlatmada bulunayım.
"ALLAH'a çağıran, salih amelde bulunan ve gerçekten ben Müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kimdir? İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen en güzel olan tarzda kötülüğü uzaklaştır; o zaman görürsün ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir. Buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz. Şayet sana şeytandan yana bir kışkırtma gelecek olursa hemen ALLAH'a sığın. Çünkü O işitendir, bilendir" (Fussilet, 33-36).
"Kim sâlih bir amelde bulunursa kendi nefsi lehinedir, kim de kötülük ederse o da kendi aleyhinedir. Senin Rabbin kullara zulmedici değildir... İnsan hayır istemekten bıkkınlık duymaz, fakat ona bir şer dokundu mu artık o umutsuzluğa kapılır" (Fussilet, 46, 49).
"İnsana nimet verdiğimiz zaman yüz çevirir ve yan çizer, ona bir şer dokunduğu zaman ise artık o geniş dua eden biridir" (Fussilet, 51).
ÂHİRET YURDUNDA ALLAH'IN RIZASINI KAZANMIŞ, MÜKAFATLARINI GÖRECEĞİMİZ KULLARINDAN OLMAMIZ DUASI İLE. ES SELAMÜ ALEYKÜM VERAHMETULLAH.