Bu yazımızda kurbanı değerlendireceğiz ve kurbana farklı bir pencereden bakacağız. Kurban, ilk insandan yani Hz. Âdem’den buya var olan bir ibadettir. Kurbanın ne olduğunu, Hz. Âdem’in çocuklarından öğreniyoruz aslında. Biz konuyu Hz. İbrahim (a.s) üzerinden elimizden geldiğince güncellemeye gayret edeceğiz. İbrahimî bir şuur, İbrahimî bir tasavvurdur kurban. Yaratana karşı sadakat sözünün eri olmaktır kurban. Hatırlayalım Hz. İbrahim bir rüya görüyor ve rüyasında İsmail’ini kurban ediyor. Buradan da anlaşılacağı üzere eğer en büyük olan yaratıcıya bir kurban verilecekse o kurban en değerliniz olmalı. Hz. İbrahim’in en değerlisi İsmail’iydi demek ki. Çünkü Hacer’den doğan tek çocuğu İsmail’di. Yüzlü yaşlara yaklaşınca Sare’den bir çocuğu olacağı vahiyle bildirilir. Sare’den ilk çocuğu olacaktı ve kendileri yaşlı bir çiftti. Buradan anlıyoruz ki Hz. İbrahim, rabbinden bir çocuğu olmasını çok istiyordu. Yıllar sonra gördüğü rüyasında en değerli varlığı olan İsmailli rabbine kurban etmesi kendisinden istenecekti. Bir düşünün; yaşlı bir çift bir çocukları oluyor ve sahip oldukları bu en değerli varlığı kurban edecekler. Düşünmesi bile tüyleri diken diken ediyor değil mi? Siz birde bunu, bu durumda olupta çocuk sahibi olana sorun; size anlatsın nasıl bir duygu olduğunu. İbrahim, sözünde durdu ve İsmail’ini kurban etmek için bıçağı aldı eline. İsmail; “Baba sözünü tut beni sabredenlerden bulacaksın” diyordu. Tam bıçak gırtlağa geldiğinde rabbi yetişti kuluna, rahmetiyle “sen sözünde durdun bende sana merhametimle geldim, İsmail’i bırak şu koçu kurban et” diyecekti. Rabbimiz İbrahim için ne diyor; “o tek başına bir ümmetti” evet İbrahim’i tasavvur işte bu. En sevdiklerinizi kurban etmek, eliniz gitmese de sizin için çok değerli olsa da ondan rabbiniz için vazgeçebilmek!
Hz. İbrahim, rabbine o kadar güveniyordu ki hiç tereddüt etmedi. Çünkü rabbi onu Nemrud’un ateşinden kurtardığı gibi bundan da kurtaracaktı, emindi, hiç tereddüt etmedi. O güvendiği rabbi yetişti rahmetiyle İsmail’e. Şöyle bir soru sorsak: kurban denilince bu size ne çağrıştırıyor? Eminim hepimizin ilk aklına gelen bir koç alıp kesmektir. Peki, kurban bu mudur? İşte burası muamma. İçinde yaşadığımız toplum, kurbanı da asıl mesajından uzaklaştırdı. Onu adeta bir kazan kapısı sağlayan sektör haline getirdi. Kurban bir ticaret ve çıkar alanına dönüştü. İbadet olmaktan çoktan uzaklaştı. Gerçi bizim toplum, ibadeti de ticaret gibi yapar oldu. Hani kurban ibadetti! İbadette ticaret olur mu? Örneğin namaz kılıyoruz, bunun için camiler yapılıyor bu camilerde kıldığımız namaz kadar ücret isteniyor mu? Neden böyle söylüyorsun diyeceksiniz. Kurbanın nasıl kazanç kapısına dönüştüğünü ifade etmek için şu misâlleri verebiliriz: Belediyeler kurbanlık gelen hayvanların yerlerini kiralıyorlar mı? Evet. Peki, kesim yerleri ücretli mi? Evet. İbadet için cami yaptıran belediyeler Kurban’ı ibadet saymıyor galiba, cami kurbandan daha makbul bir ibadet. Oysa namaz için bir camiye ihtiyaç yok yeryüzü size mescit kılındı ayetini hatırlayalım. Amma kurbanlık için bir barınma yeri ve kesim yeri şart. Bunu neden ücretli yapıyor kendine Müslüman diyen belediye yöneticileri. Yerler ve kesim yerleri ücretsiz olsa fiyatlar ne kadar ucuzlar varın siz hesaplayın. Bunlar ilk aklımıza gelenler, siz gerisini istediğiniz kadar doldurun. Biraz haccımızda böyle ticaret oluvermiş. Diyanet hac için ne kadar ücret alıyor bir düşünün. İbrahim’i tasavvurda ibadet teslimiyet iken bizim toplumda yerini ticarete bırakıvermiş. Belediyelerimiz buradan para kazanacakta diyanetimiz durur mu oda hacdan kazanacak tabi ki.
Gelelim kurbana: Kur’an, kurbanı sadece bir hayvanı boğazlamak olarak anlatmaz. Kurbanın asıl mesajı en değerli olanı rabbine sunmandır. Hz. Âdem’in çocuklarını hatırlayın birinin kurbanı kabul ediliyor diğerinin edilmiyor. Kurbanı kabul edilen en güzelini Allah’a kurban olarak sonuyor. Kabul edilmeyen ise en değersizini. Hz. Meryem de görüyoruz bir başka örneği. Dünyaya gelecek çocuğu adak olarak adayan İmrân ailesi, doğan kız çocuğunu söz verdikleri gibi mescide adıyorlar. Sözünü tutan Hanne’nin adadığı o adak, -sözünü tuttuğu için rabbi yetişti rahmetiyle Hanenin yardımına- Hz. İsa’ya (a.s.) anne olacaktı o adak, Hz. Meryem.
Bu örnekler bize şu hakikati gösteriyor; Kurban aslında koçu kesmek değil en sevdiğin neyse onu rabbine vermektir. Hepimiz çevremize şöyle bir bakalım. Göreceğiz ki her insanın İsmailli farklıdır. Kimimizin İsmail’i para, kiminin saraylar, kiminin lüks arabalar, kiminin lüks evler, kiminin kadın, kiminin makam, kiminin unvanlar, kiminin ticaret haneler, kiminin çocukları. Siz kendiniz bulun İsmaillinizi, bulun ve sonra rabbinize kurban edin tabi edebilecekseniz.
Gelelim bizim mahalleye! Bu toplumda yaşayan Müslümanlar, kurbanı bu kadar yozlaştıran topluma neden doğru kurban tasavvuru anlatmazlar, anlamak mümkün değil. Kurbanın sunduğu İbrahim’i mesajı unuttuk. Bir koç ve bir melek resminden –meleklerin resimleri olmaz, burasıda başka bir garabet- başka bir şey yok ortada. Resimlere odaklandık, resmin arkasında ki asıl mesajı unuttuk. Biraz öz eleştiri yapalım! Bazı cemaatlerimiz bundan menfaat elde ediyorlar, bu yüzden de sesleri çıkmıyor, çünkü hallerinden memnunlar. Nasıl mı? Şöyle; iyi bakın, İslâmî faaliyet adına Kur’an kursu işletmekle başlıyorlar sonra kurban organizasyonu yapıyorlar. Yetmiyor birde hisse dağıtıyorlar ve buralardan ne tür kar elde ediyorlar bilemem. Ama şurası bir hakikat ki; İbrahim’i tasavvuru topluma götürmesi gereken cemaatler, camiaların bazıları maalesef kurbanı ticarete dökmüşler. Dikkat edin İbrahim’in putları yıkmasını anlatırlar, balta Edebiyatı mükemmeldir, yapılır amma İsmail’ini kurban edeni pek bulamazsınız. Bizim toplumun Müslümanları biraz konjonktüre uyuyorlar. Asıl görevimiz insanlığa İbrahim’i mesajı ve tasavvuru götürmek olması gerekirken, maalesef bizler rakamlara takıldık. Kurban’ın ne olduğu, ne kadar olduğu hiç önemli değil. Kur’an bunun üzerinde hiç durmaz. önemli olan ibadet bilinciyle kurban ibadetini icra edebilmektir. Örneğin sadaka veriyoruz hiç verdiğimiz sadakanın miktarının ne olduğunu önemsiyor muyuz? Azı, çoğu pek önemli değil önemli olan Allah için vermek, yani ibadet, takva. İşte kurbanda böyle olmalı. Etin kilosu vesaire konular önemli olmamalı, Allah için verilmeli.
Toplum artık kurbanı hisse paylaştırma, Kur’an kurslarının organize ettiği hayvan kesme ve et dağıtma organizasyonu olarak görmeye başlamış. Maalesef toplum, bu ibadeti de tahrif etmiş kavramın içini boşaltıp kendi işine geldiği gibi doldurmuş durumdadır. Bizim mahallenin, yani Müslümanların bu durum karşısında hiç dertleri yok gibi görünüyor. Yani herkes halinden memnun. Bir deyim var; ‘alan memnun satan memnun’ sana ne oluyor diyeceksiniz. Allah’ın dini tahrif ediliyor, İbrahimî mesaj siliniyor, bir Müslüman olarak gerçekten yüreğim yanıyor. Ben okuduğum siyer ve tarih kaynaklarında İslâmî eğitim yapan yerlerin kurbanlık alıp hisselere bölüp dağıttığını hiç okumadım. Varda ben okumadıysam o da benim cehaletim, varsa beni aydınlatan olursa memnun olurum. Bu değerlendirmeler bu işi o şekilde yapanların topyekûn yanlış yapıkları algısına götürmesin bizleri. Tabi ki güzel örnekler var bu yazdıklarımız dışında. Güzel örneklikler de var onları takdir ediyoruz.
Bu toplumda yaşıyoruz ve hakkı hakikati insanlara götürme gibi bir görevimiz var Müslümanlar olarak. Kendimiz topluma benzemeye başladık. Artık cemaatlerimiz birer İsmail pozisyonunda fakat bizler onlardan vazgeçemiyoruz. Kimimize vakfımız, kimimize derneğimiz birer İsmail oluvermiş. Bunlardan vazgeçemiyoruz. Hele birde elimize imkân geçtiğinde bu imkânı kaybetmemek için neler yapmıyoruz ki! Kurban etmemiz gereken İsmailler oluyor çıkarlarımız, imkânlarımız. Amma hiç aklımıza bile gelmiyor İbrahim veya İsmail. Varsa yoksa elde edeceğimiz güç ve imkânlar. Tabirimi hoş görün, durumumuz biraz İsrailoğullarına benziyor, hani Bakara sûresinde anlatılan ineği kesme meselesi anlatılır ya! Bizde ise iyi bir tosun bu ve kes, oldu sana kurban ibadeti. Bunu sanki Hz. İbrahim düşünemedi, biz onlardan daha akıllıyız öyle mi? Ben, en sevdiğinden geçen pek görmedim. Örneğin ev sahipleri kiralardan hiç vazgeçmiyor, evleri onlar için birer İsmail olmuş. Biraz güncel olduğu için yazdım buna benzer daha nelerimiz var.
Biz örnek olmak zorundayız, topluma. Hele adına cemaat lideri, hoca denilen Müslümanlar, topluma örnek olmalı, İsmaillerini Allah için kurban etmeli. Gerektiğinde benim İsmail’im cemaatim diyecek. Başkası benim İsmail’im kursum, derneğim vesaire. Bbir başkası benim İsmail’im yazdığım kitaplarım vb. bulup İsmaillerini kurban etmeliler.
Konuyu uzatmadan kurban, İbrahimî bir bilinç ve tasavvurdur aslında. En sevdiğinden Allah için vazgeçmek. Bu dünyada kalacak değerleri ahiret için gözünü kırpmadan feda etmektir kurban. Ne hisse dağıtmak ne de İslâmî çalışma deyip kurbanlık hayvan alıp satmaktır. Kurbanın kurban olması için, İbrahim olmaktır ilk işimiz. Bizim önümüzde duranlar İbrahim olacaklar ki arkalarından gidenler İsmail olabilsinler. Durum, İbrahim’in bıraktığı İsmail’in inşa ettiği mesajı, onlardan sonra gelen yozlaştırarak asıl amacından saptırdıkları anlayışlara benziyor.
İbrahim diyoruz fakat İbrahim ve İsmail den sonra yaşayan kendilerine Hanif diyen Kureyşliler gibi yaşıyoruz. Bizim insanımız, İsmaillin inşa ettiği Kâbe’yi ziyarete bile yaşlanınca gider, neden mi? Çünkü hacca giden doğru olur, yalan söylemez, hile-hurda işlere bulaşmaz anlayışı var bizim toplumda. Yaşlanınca gidecek ki elini ayağını işten-güçten çekmiş olsun. Yoksa boşuna gitmiş olur. Çünkü kendine güvenmiyor, hile-hurda işlere bulaşacak biliyor. Haşa Allah’ı aldatıyor insanımız. Hacca giden insanımız İbrahim’in tasavvurunu unutmuş en sevdiği dünyalıklarını garantiye alıp öyle gidiyor İsmail’in inşa ettiği Kâbe’ye. Oysa İsmail, en sevilendi ve rabbine kurban edilecekti. Bizim hacılarımızın en sevdiklerini kurban ettiler mi oraya giderken? Yani kısaca İbrahim’i bir ibadeti yaparken bile Kureyşli Hanifler gibi çıkarımızın peşindeyiz. Allah bizlere İbrahim’in mesajını anlayan İsmailler yetiştiren müminler olmayı nasip etsin!
Kurban diyoruz fakat kilo ile et taksimatı yapıyoruz, kasap oluverdik. “Şu kadar kilo et şu fiyata” diyor adını kurban koyuyoruz, öyle mi? İbrahim böyle mi yaptı? Yaptı da bizim mi haberimiz yok? Yaptıysa cehaletimize verin. Eğer kilo ile kurban oluyorsa neden hayvan pazarlarına gidiyoruz ki kasaplara sipariş verelim “bana şu kadar kurban ayır” diyelim. İşte itirazımız tamda bu anlayışa, bu tasavvura.
Teşrik tekbirleri getiririz kurban bayramında. Bütün hocalar çok kuvvetli sünnettir derler. Hanifîlere göre vaciptir. Yani bu kadar önemli! Anlamıyla beraber yazalım buraya: “Allâhü ekber1 Allâhü ekber! Lâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber! Allâhü ekber ve lillâhi’l-hamd”. Anlamı: “Allah her şeyden yücedir, Allah her şeyden yücedir. Allah’tan başka ilâh yoktur. O Allah, her şeyden yücedir, Allah her şeyden yücedir. Hamd Allah’a mahsustur”. Her farz namazdan sonra söylenir. Arefe günü sabah namazında başlar. bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar devam edilir.
Peki, bu ifadeleri dilimizle söyleriz de gerçekten gereğini yapar mıyız dersiniz. Örneğin “Allah en büyüktür” deriz de o en büyüğün emir ve yasakları hayatımızda ne kadar vardır. “Hamd alemlerin rabbi Allah’a’dır” deriz de gerçekten O’na hamd eder miyiz? Hamd sadece dille söylenmez amel ile ispat etmek gerekir. Yani en sevdiklerimizi kurban etmekten başlar hamd. En büyüğün verdiği nimetleri yine en büyüğün istediği gibi harcamaktan geçiyor. Malın şükür malla olur, paranın parayla mülkün mülkle olur. Bizim insanımız diliyle söyler geçer bu mu ibadet yâda kurban. Neden namazları namaz deyip geçmiyoruz, gereğini yapıyoruz, kılıyoruz da hamd’ı sözle söyleyip geçiyoruz. Bizim toplumda ibadetler sloganlaştı, kâğıt üstünde Müslümanlık desek hata etmiş olmayız.