MEKKE’Yİ BİR DE BU YÖNDEN OKUSAK! - KAZIM ŞENSALTIK
Mekke dönemini hemen her Müslüman az veya çok birkaç kitaptan okumuştur. Bu yazımızda Mekke’yi ve Hz. Peygamberin risaletinin ilk yıllarını farklı bir pencereden bakarak okumaya çalışacağız. Mekke klasik tabir ile her tarihî kaynakta müşrik bir toplum olarak isimlendirilir. Kısmen doğru bir isimlendirme olsa da aslında eksik bir değerlendirme diyebiliriz. Mekke toplumu çok yönlü incelendiğinde çok farklı inanç ve kültürün toplandığı bir merkez. Örneğin bu toplumda Hz. İbrahim’den gelen bir Hanif kesim var. Ayrıca Yahudilik, Hristiyanlık vb. birçok inanç var. Bugünün tabiriyle demokratik bir toplum desek yanlış olmaz. Onlar bugünün demokratlarından çok daha özgürlükçü, kendi coğrafyasındaki inançlara karşı oldukça müsamahakâr bir toplum, yeter ki ticaret ve çıkarları zarar görmesin. Bu toplum da herkes, her inanç kendi inancını, ibadetini rahatlıkla yapar ve kimse kimseye müdahale etmez. Örneğin hac var, namaz var, oruç var, kurban var. Diğer inançların da ibadetleri var. Herkes bu konuda oldukça özgürdür ve hiç biri kınanmaz. Hatta inandığın putunu getir, Kâbe’ye koy. Bundan kimse alınmaz, aksine memnun olurlar. O toplumda her inanç kendine yer bulur ve bu çok yönlülük Kâbe’deki putların çokluğuyla kendini gösteriyor zaten. O dönemdeki Mekke toplumuna bu sistemi getiren en temel sebep ticaret yolunun üstünde olması ve Afrika’dan Bizans’a Sasani’den Hindistan’a kadar uzanan ticaret yolları ve bu yollarla farklı inanç’tan tüccarlarla olan münasebetleri. Bu ilişki ağları o dönemdeki Mekke’yi böyle bir merkez haline getirmişti. Tamamen çıkar ve menfaat temelli bir yapı. Buraya kadar okuduğunuzda sanki yaşadığımız toplumu tarif ediyorsun diyebilirsiniz ama öyle değil Mekke’den bahsediyorum. Bu toplumda sınıflar vardı: Soylular, tüccarlar ve köleler. Toplum katmanları bunlardan oluşuyordu. En çok itibar edilen kesimlerin önce din adamları yani cemaat liderleri sonra soylu aileler ve zengin tüccarlar olduğunu o dönemi okuyan herkes az çok anlamıştır. Din adamlarına bir örnek Varaka bin Nevfel, kabile olarak mahsun oğulları, Ümeyye oğulları vb. birçok kabile vardı. Kureyş kabilesinin Kusay’dan gelen bir ağırlığı vardı. Özellikle Kâbe ve hacılara hizmet görevleri vardı. Konumuz İslam tarihi değil. Konumuza dönersek Mekke Hz. Peygamber’den önce böyle bir yapıdaydı. Çok kültürlü, yönetim ve çıkarlarına zarar gelmediği sürece herkesle rahat geçinen bir yapı oluşturmuştu.
Peki, böyle özgürlükçü bir toplum neden Muhammed (s.a.s) bana Risalet verildi deyince “Lâ ilâhe illallah” deyin kurtulun çağrısına şiddetle karşı çıktılar? Neydi onları Hz. Peygambere hasım eden? Emin dedikleri kişiye düşman eden bir şey olmalı. Hz. Peygamberin bu çağrısının ne anlama geldiğini çok iyi biliyorlardı. Bunu söylemek yukarıda yazdığımız bütün menfaatlerden vazgeçmek demekti. Dikkat edin bu özgürlükçü toplum Hz. Muhammedin çağırdığı dini özgürlük alanının dışında bir tehdit olarak gördü ve düşman kesildi. Sonra pazarlık için gelenleri ve ikna çabalarının sonuç vermediğini okumuşsunuzdur, konumuz bu değil.
Gelelim Hz. Peygamberin Mekke döneminde inşa ettiği sisteme. Bizim üzerinde duracağımız asıl konu burası. Biraz ezber bozan bir bakış açısıyla konuya bakacağız. Bizim okuduğumuz klasik siyer de genelde Hz. Peygamber’e tabi olanları köleler, garip guraba ve ezilen kesim olarak okuyoruz. İşte Mekke de Hz. Peygamber bir yapı inşa etti. Bu yapının omurgasını Mekke’nin zengin soylu ailelerinin gençleri ve aile fertleri oluşturuyordu. Bunlara birkaç isim örnek olsun diye yazayım. Hz. Ebubekir, Hz. Osman bin Affan, Hz. Musab bin Umeyr vb. birçok soylu ailenin fertleri. Ali bin ebu talip, Cafer bin tayyar gibi. İsmini yazdığım ve yazmadığım birçok soylu ailenin fertleri vardı, Mekke’de iman eden. Bu soylu ve zengin insanlar aynı zamanda diplomasiyi iyi bilen tüccarlardı. Birçok devlette ticaretleri ve tanınmışlıkları vardı. Hz. Peygamber Mekke dönemini bunların üzerinden kurguladı. İman eden köle ve garipleri bunların himayesine verdi, desek yanlış olmaz. Bu garip köleleri ve ezilen insanları, bu maddi durumu iyi olanlar bakmakla yükümlüydü aslında. Hz Ebubekir’in köleleri satın alıp azad etmesi buna bir örnek. Onun oluşturduğu bir yapı vardı. Cemiyet deyin, cemaat deyin, ne derseniz deyin, amma bir yapı kuruyor. Kurduğu bu yapıyı Allah kendisine bildiriyor veya yönlendiriyor muhakkak. Çünkü yanlış yaptığında uyarılıp düzeltildiğine göre yaptıkları Allah’tan onay alıyor demektir. Burası çok önemli. Kurulan yapının sac ayaklarını toplumda saygın kişiler oluşturuyor. Bu oluşum anında karşı özgürlükçü cepheden tepki geliyor. Çünkü yapılmak istenileni anında anlıyorlar ve şiddetli bir karşı koyuş var. Bu yapılan aslında zengin ile fakiri birleştiriyor, sömürüyü değil hakça paylaşımı ön görüyordu. Mekke toplumunda bunun tersi işliyordu. Zenginler daha zengin oluyor, fakirler daha fakir oluyor. Bundan varlıklı vicdan sahibi insanlar da rahatsızdı. Amma yapacak bir şeyleri yoktu. Peki, bunu nereden çıkarıyoruz? Şöyle nübüvvet yok Mekke de “Hılful Fudul” diye bir müessese oluşturuluyor. Bu müessesenin görevi malı zorla alınan insanların haklarını savunmak. Bu kuruma katılmak üzere yeminleşen kabileler şunlardır: Benî Hâşim, Benî Muttalib, Benî Zühre, Benî Teym ve Benî Esed. Toplantıya Benî Hâşim'den düzenlenmesine ön ayak olan Zübeyr b. Abdülmuttalib'den başka o sırada yirmi (veya otuz beş; İbn Habîb, s. 53) yaşında bulunan Hz. Muhammed de katıldı”. Buradan da anlaşılacağı üzere Hz. peygamber ta o yaşlarda bile o sistemin yanlış olduğunu biliyordu. Buradan şunu çıkarmayın o okuma yazma bilmezdi ayetine ters bir şey çıkmasın. Kast ettiğimiz şey o çok zeki ve yaşadığı toplumu tanıyan biriydi. Sistemin nasıl işlediğini çocukluğundan itibaren ailesinden biliyordu. Hz. Peygamberin ailesi ve kabilesi Mekke’nin yönetim sisteminin içindeydi, bunu dedesinden biliyoruz. İşe ilk buradan başladı, varlıklı ailelerin fertlerini İslam’la tanıştırdı ve onlardan İslam’la şereflenen garip ve köleleri koruma ve muhafaza etmelerini istedi. Zaten uygulamada bunları görüyoruz. Hz Ebubekir’in ve Osman bin Affan’ın yaptıkları bunların örnekleri. Bir sonraki hamle stratejik olacak bir şekilde, İslamlaşan ve Mekke’de eziyet gören Müslümanların bir kısmını özellikle de diplomatik becerisi olanlarını Habeşistan’a gönderiyor. Habeşistan’a gidenler oraya yerleşiyor bir üs oluşturuyorlar. Siyer kaynaklarından okuduğumuz kadarıyla hiç de aciz insanlar değildirler. Aksine kral’ın karşısında oldukça özgüvenle konuşuyorlar ve diplomatik olarak da okudukları ayetler kendilerinin ne kadar bu konuda becerikli olduğunu gösteriyor. Mus’ab bin Umeyr’in Medine’ye İslam’ı anlatması için gönderildiği gibi. Özellikle Mus’ab seçiliyor, çünkü diplomasiyi iyi bilen birisidir. Mus’ab’ın ailesi böyle bir aile, kendisini de böyle yetiştirmiş. Hz peygamber onu tercih ediyor ve onun bu yeteneği Allah’ın yardımıyla Medine de kısa zamanda meyvelerini veriyor.
Buradan günümüze muazzam mesajlar var. Bizim başarıya ulaşmamız için bu mesajlara dikkat etmemiz elzem. Hz. Peygamber Mekke’de kurduğu cemaatte kendisine tabi olan, yani cemaatine katılan tüm fakir garip ve kölelerin mali durumlarını üstüne aldı. Yani bugün kendini cemaat lideri görenler veya ilan edenler bu mesaja dikkat. Eğer bir cemaat olduğunuzu iddia ediyorsanız cemaatinize katılan tüm garip fakir insanların mali yükümlülüğü sizlerin üzerindedir. Evlerinde aç kalsalar, çocuklarına ekmek alamasalar ve daha önemlisi kiralarını ödeyemeseler vebali ve sorumluluğu cemaatin liderinin üstündedir. Eğer bunları sağlayamıyorsanız cemaat olmamışsınızdır en azından Hz. Peygamberin oluşturduğu cemaati oluşturmamışsınızdır. Kendi istediğiniz bir cemaat olmuştur buda başarısız olacaktır.
Çağrım cemaat mensuplarına bakın araştırın. Hz. Peygamber Mekke’de bile bunları oluşturdu sizde liderinizden bunları isteyin. Bu sizin en temel hakkınız ve liderinizde varsa bunları temin etmekle yükümlü. Bu uygulama Medine döneminde de devam etti, hatırlayın Ensar muhacir kardeşliğini. Ensar olmak istiyorsanız cemaatinizin içinde ki muhacirleri önce görün sonra yurt dışından muhacir arayın.
Şuraları iyi okumanızı istirham ediyorum. Siyer kitabı alın ve birde bu açıdan okuyun. İslam tarihi okuyun, karşınıza yöneticilik yapmak isteyen pek bulamazsınız. Halifelerde dâhil yöneticiler, kendileri bu görevleri istemezler, istemediler peki neden hiç düşündük mü? Yukarıda yazdığım ağır sorumluluklardan uzak durmak için kimse bu yükü yüklenmek istemedi ki, doğru olanda budur. Müslümanlar kendi aralarında bu tür görevler için istişare ederek birilerini görevlendirir ve kendisine bu ağır sorumluluk için destek olacaklarını da bildirirdiler. O insanlar bu yüklerden hep korktular, üslenmek istemediler. Çünkü böyle bir güçleri olmadığını düşündüler. Bugün bizim cemaatlarımıza bir bakın, tersini göreceksiniz. Fakir, garip çalışır, cemaate aidat vb. paralar öder, lider bunlardan kendini ve ehlini geçindirir. Yetmez birde yakınlarını görevlendirir. Birer maaş bağlayanlar yok değil, haklarını yemiyelim. Okuduğunuz siyer kaynaklarında ne Hz. Peygamber’de ne Ebubekir de ve ne de Hz. Ömer (r.a) ‘de böyle bir şey göremezsiniz. Kendi yakınlarını cemaatinde görevlendirip maaş bağlamadı, bunun tersini yaptılar. Bizim sözde cemaat liderleri, sizce ilk yazdığım özgür Mekke yöneticilerine mi benziyor yoksa Hz. Peygamberin kurduğu sistemdeki cemaate mi benziyor siz karar verin. Biz bu yazımızda Mekke’ye farklı bir açıdan baktık. Bildiğimiz kadarıyla okuduklarımızı tahlil etmeye gayret ettik. Yazdıklarımız hakikatin tâ kendisidir, demiyoruz. Bunlar bizim anlayabildiklerimiz. En doğrusunu Allah azze ve celle bilir. Yanıldıysak rabbimizden affımızı diliyoruz. Rahmetli Ahmed kalkan hoca’nın “Ben hiçbir cemaatin adamı olmam” dediğini şimdi anlıyorum. Hep şöyle derdi ben cemaat kurup lideri olmam. Bu ciddi bir iş. Benim bunlara gücüm yetmez. Ben kurdum, gelin bana tabi olun. Hiçbir zaman hiçbir kimseye demem. Bunu doğruda bulmam derdi. Allah’u alem belkide bu gerçekleri bildiği içindi. Kendisini özellikle davet eden, hocam gel başımızda dur, etrafında toplanalım diyenler olduğu halde hiç düşünmedi ve böyle bir yapıya yanaşmadı. Hep bütün Müslümanlar bir arada olmalı derdi. Doğru olan bu, ben böyle düşünüyorum, derdi. Faydalı olduysak dualarınızda bizleri de unutmayın. Rabbim kendisine hakkıyla iman eden, razı olduğu kullarından kılması duasıyla Allah’a emanet olun.