Haberler

Haberler (104)

Kur'an Nesli İlim Merkezinde bu hafta Cuma Sohbetinde İsmail Hakkı Güleç "TERCİHİMİZ NE YÖNDE?";

Haftanın Hutbesinde ise Şükrü Hüseyinoğlu "TAHKİR VE ARAÇSALLAŞTIRMA KARŞISINDA SECCADENİN ANLAMI" başlıklı sunumlar gerçekleştirdiler.

Yakın dönem davet önderlerimizden Ahmed Kalkan Hocamızın hayatını ve davetini Asım Şensaltık hazırladığı bir sunumla Kur'an Nesli'nde paylaştı.

SURİYE'DE MAZLUM KALMASIN!

Suriye'de yaşanılan deprem felaketinde garip ve yetim aileler dünden daha çok muhtaç hale geldi.
Biliyoruz ki mazlum, garip, yetim nerede olursa olsun, bizler orada olmalıyız ve yaraları sarmak zorundayız.
Bu Ramazan ayında Suriye'de yaraları hepbirlikte saralım. Sizlerde bu hayır çalışmamıza
FİTRE, SADAKA, İNFAK, ZEKAT gibi bağışlarınızla destekte bulunabilirsiniz.
Destek Hattı: 0531 772 48 98

Gurbet24 TV Ekranında Şükrü Hüseyinoğlu ile Hasan Taştekin Ramazan ile ilgili

Bakara Suresi 183-185. ayetlerde bulunan kavramlar üzerinden 2. hasbihallerini gerçekleştirdiler. 

Bu hafta Kur'an Nesli İlim Merkezinde Hasan Çelenk "RAMAZAN'I KUR'AN'A TAHSİS ETMEK";

Rıdvan Dinçer ise "SAPTIRICILARIN SAPTIRAMADIKLARINDAN OLMAK" konulu sununm yaptılar.

HER MÜSLÜMANIN GÖREVİ: ÜMMETİN VAHDETİ İÇİN ÇALIŞMAK

Bir cemaatiniz var ise, bir hareketin içerisindeyseniz ve büyük bir hedefiniz bulunuyorsa size durmak, duraksamak ya da geri adım atmak yakışmaz. Siz, herkes dursa, bu yoldan geri dönse ve tek başına kalsanız dahi hedefinize doğru ve kararlı adımlarla, azmederek yürümeniz gerekir. Hiçbir kınayanın kınaması sizi yolunuzdan alıkoymamalı. Siz görevinizi yapmalısınız. Sonuç; Allah’a aittir. Tabii ki bu görevi yaparken plansız, programsız, rastgele bir yol takip etmek yerine “Allah’ın hükümlerini yeryüzüne hakim kılmak” için uygulanabilir, yere sağlam basan plan ve programlar yapmalı ve bunu yaparken de içinde bulunduğunuz toplumun ve size destek veren Müslümanların konum ve durumlarını, acil ve acil olmayan ihtiyaçlarını iyice tahlil etmeniz gerekir.           

Bu plan ve projelerde dikkat edilmesi gereken önemli bir hususta “Yapıcı ve birleştirici” olmasıdır. Müslümanları bölecek, parçalayacak veya birbirine düşürecek her türlü söylem ve eylem İslami hareket açısından uygun değildir. Kucaklayıcı olmak zorundayız. Birlikte hareket edeceğimiz insanlarla en azından ana esaslarda mutabık olmalı, ikinci derecedeki hususlarda birbirimizi hoş görecek bir olgunluğu yakalayabilmeliyiz. Bu bize güç ve zaman kazandıracaktır. Böylece Müslümanlar aynı hedefe doğru birlikte salih ameller oluşturacak ve bunu toplumda ve hatta dünyada yankı bulacak şekilde güçlü yapacaklardır. Böyle bir amel ve pratiğin oluşması ise inanıyorum ki İslam devleti ve İslam adaleti bekleyen gönüllere huzur verecek ve Müslümanlar yarınlara daha olumlu bakacaklardır.

Değerli kardeşlerim! Her Tevhidi cemaat veya dernek, vakıf kendi başına olumlu özellikleri olsa da asıl hedefe varılması açısından eksik kalacaktır. Büyük İslam cemaatinin oluşması tüm Tevhidi cemaatlerin ortak hedefte birleşmesi, güçlerini, maddi ve manevi tüm imkanlarını birleştirmesi, birbirlerini sevmesi ve güvenmesi ile olacaktır. Bunun için gayret etmek tüm Müslümanların görevidir.

Son yıllarda özellikle 15 temmuz darbesi ve onunla ilgili gelişmeler Türkiye’de hiç olmadığı kadar milliyetçiliği (kavmiyetçiliği) güçlendirmiştir. Bununla birlikte iktidarı elinde tutanların demokrasi ile alakalı söylem ve tutumları da halkın Tevhide ulaşmasının önünde ciddi bir engel olmuştur. Halka, İslam’ın kabul etmeyeceği beşeri bir düzen olan demokrasi eli abdestli yöneticiler tarafından benimsetilmiştir. Hatta bu şekilde sadece halkın değil Tevhidi camiaların içinde bile birçok muvahhid Müslümanın ayağı kayabilmiştir. Böylece sonuçları itibariyle oldukça vahim bir tablo ortaya çıkmıştır.

Yukarıda anlatılan ve süreç içerisinde ortaya çıkan bu tablo, halka Tevhidi anlatmaya, onları Nebevi hareket metoduna çağırmaya çalışan muvahhid Müslümanları zor duruma düşürmüştür. Bir yanda haksız tekfir kılıcına sarılarak kendinden başkasını Müslüman görmeyenler,  diğer tarafta haksız teslimi şiar edinerek herkesi Müslüman görenler. Terazi bir türlü dengeye getirilememiştir. Bunun sonucunda da son 15 yılda Tevhidi camia’da şiddetli bir kan kaybı yaşanmıştır.

Bu durumun elbette birçok sebebi vardır. Ancak benim nacizane gördüğüm en önemli sebeplerden bir tanesi “ Müslüman cemaatlerin birlikte hareket edememeleri ve sadece kendi bünyelerinde kalmalarıdır.” Şu an içinde bulunduğumuz durum bu düşüncemi kuvvetlendirmektedir.

Bu nedenle acilen Tevhidi camianın önde gelen Hocaları, Alimleri, Kanaat Önderleri, Düşünürleri, Yazarları bu duruma yönelik çözümler bularak ortaya koymalıdırlar. Laf değil amel üretmelidirler. Yoksa Allah’ın huzurunda büyük bir pişmanlık duyma ihtimalleri bulunmaktadır. Yine bu çözüm sadece yazmış olduğum kişilerle sınırlı kalmamaktadır. Her Müslümanın, ümmetin bu durumuyla alakalı düşünmesi ve ortaya bir çözüm koyması gerekmektedir.

İşte tam da konunun burasında şunu belirtmek istiyorum. Her Müslüman diğer Müslümanlarla özellikle kardeşlik ve vahdet konularında iletişime geçmeli, bir araya gelmeli ve tanışmalı. Bu çabaların sonucunda ise Müslümanlar birbirlerini sevmeli ve güvenmeli. Sanal ortamlar hayatın içine taşınmalı. İnanıyorum ki böyle pratikler Allah’ın hükümlerinin hakim olacağı ve Müslümanların vahdet olacağı günlerin gelmesini hızlandıracaktır.

Hepimizin isteği, özlemi bu yöndedir. Hepimiz içinde bulunduğumuz dünyada beşeri düşüncelerin hakimiyetini istemiyoruz. Hepimiz gerçek adaletin ancak Allah’ın şeriatiyle olacağını ve başsız kalan Müslümanların, önlerinde onları birleştirecek, Kur’an ve sünnetle hükmedecek bir halife istiyoruz. Öyleyse daha çok çalışmalıyız. Oturmaya, durmaya, boş işlerle uğraşmaya hakkımız yok. Haydi Müslümanlar Allah için, İslam için, mazlum Ümmet için nefsi ve hevai düşüncelerimizden vazgeçelim. Kardeşlik ve vahdet için uzatalım ellerimizi…

  Selam ve dua ile…

Gurbet24 TV Ekranında Şükrü Hüseyinoğlu ile Hasan Taştekin Ramazan ile ilgili

Bakara Suresi 183-185. ayetlerde bulunan kavramlar üzerinden hasbihal ettler. 

Ya Rabbi!

Dinini bizlerden koru.

İslâm’ın sınırlarını reelpolitik uğruna gevşeten, beşeri otoriteleri ilahi otoriteye tercih eden, dini ifade ve söylemleri dünyevi çıkar hesaplarıyla kirleten, işimize geldiği kadar dine tabi olan, ikbal hesaplarıyla kavramların içini boşaltan, içtihad ve tevillerle maksat ve manayı rehin alan, dünyaya ve dünyalıklara gönüllü teslim olan tipler olduk biz.

Mazlum postundaki zalimlerden, müslüman kılıklı liberal muhafazakârlardan, muhlis görünümlü muhterislerden, muttaki geçinen mürayilerden,  hizmetkâr sanılan efendilerden koru.

Çünkü din bizim için bir varoluş sebebi, ölüm-kalım meselesi değil, kırmızı/yeşil çizgimiz olmaktan çıkalı çok oldu.

Ey Rabbimiz!

Dinin sahibi sensin.

Aziz dinini bizlerin elinden kurtar.

Biz aybaşı, yılbaşı, doğum, eğitim, düğün, cenaze… Vakıf, dernek, cemaat, stk, sendika, parti, iktidar, hükümet, devlet, savaş, barış… gibi ömürlük işlerle uğraşıp ‘küçük istasyonlarda’ oyalanmaktan insan olmaya, ahirete hazırlanıp müslüman gibi yaşamaya bir türlü vakit bulamadık. Bu bizim herhangi bir şekilde var olmakla yaşamayı birbirinden ayırt edemediğimizi gösteriyor.

Sağ salim ‘ana/asıl istasyona’ varmak, Rabbimize alnı ak, başı dik olarak kavuşmak için; sağlam bir imana, istikrarlı bir kalbe, doğru tercihlere, ilkeli düşüncelere, şahsiyetli duruşlara, iradeli bakışlara, salih amellere, doğru kararlara, müstakim direnişlere, umutlu, özverili yönelişlere ihtiyacımız olduğunu unutmuş veya bilmiyor gibiyiz sanki.

Ya Rabbi!

Din bizim yaşayış tarzımız değil. O artık pek çoğumuz için itinayla giyilip kullanılan bir giysi/aksesuar, her şeyin üstünü kendisiyle örttüğümüz ipekten bir şal gibi.

İslâm, Kur’an bizler için ölçü, hayat/hidayet rehberi, yol haritası değil. O artık bizim dünyalığımız, rızık kapımız ve geçim kaynağımız oldu.

Bizler, dünyadan kazanıp dinine harcaması gerekirken, dinden geçinmeye/kazanmaya ve dünyalıklara yatırım yapmaya çalışan dalkavuk, asalak, zamane tüccarları olduk.

Özü bırakıp kabukta gezinen, mış gibi yapan, gösteriş meraklısı, riyakârlarız biz. İki satır okumayla, üç günlük bilgiyle, malumatfüruş birer kibir abidesine dönüştük çoğumuz.

Dine uymayı değil, dini kendimize uydurmayı seçtik. Dinin hükümlerine tabi olmamız gerekirken, onu ele geçirip teslim alarak, hükümlerinin güncellenmeye ihtiyaç duyduğunu dillendirme hadsizliğini gösteren bahtsızlar olduk.

Asıl olan dini öğrenmek, anlamak ve hayatın içinde yaşayarak temsil etmekti oysa. Yapılması gereken güncelleme bizim teslimiyetimizde, yaklaşımımızda, anlayışımızdaydı. Kalbimizde, aklımızda, düşüncelerimizde taşıdığımız cahiliye kirleri, tortular, beşeri montajlar, artırma ve eksiltmelerdi söz konusu olan. Güncellenecek olan önyargılı, şartlı inanışlarımız ve taşıdığımız bagajlardı. Bunlardan kurtulmak yerine dine dair reformlara diktik gözümüzü. Ve hiç rahatsız olmadık bundan.

Ya İlahi!

Görüyor ve biliyorsun ki

Çıtayı çok düşürdük. İnsani ilişkileri bile sürdüremiyor, koruyamıyoruz. Kendimiz gibi veya kendimizden olmayanları üzüyor, sevmiyor, yok sayıyoruz.

Kendi cehaletimiz, içimizdeki işbirlikçiler veya bu dinin kadim düşmanları eliyle oluşturulan ve kendisine tabi olmamız istenen “paralel dinler“le ‘paralel devlet’ yapılanmalarına üzülüp kahrolduğumuz kadar mücadele etmiyor hatta önemsemiyoruz bile.

Sentetik, oportünist, şüpheli veya haram şeylerle beslendiğimiz için olsa gerek tarihin zamanın, cennetin, hakikatin sesini duyamıyor, rengini göremiyor, kokusunu alamıyoruz, ışığına ulaşamıyoruz artık.

Ey Allah’ım!

İslâm’ı temsil iddiasındaki müslümanların muhtemelen en kötü temsilcileriyiz. Bizim yaşayışımıza (eğitim, ticaret, siyaset, kültür, sanat) bakarak ahirete yönelenler, Allah’a, kitaba, peygamberlere ulaşanlar, dine, dindarlığa özenenler yok malesef.

Ve özrümüz de kabahatimizden büyük. Modern zamanların imtihan ve şartlarının önceki zamanlara benzemediğini sanıyoruz.

Helal ve haramın sınırlarını tekrardan belirlemeye, dünya ve ahiret gerçeklerini tanımlamaya bile yeltendik. Daha nice şeylere cüret ettiğimizi biliyorsun.

Ya Rabbi!

Dinini bizim elimizden, dilimizden kurtar ve koru.

Bizler evlat, mal, mülk, servet, sağlık veya imkânları birer emanet ve geçici olarak aldığını unutup bunların gerçek sahibiymiş gibi hareket eden, hakikate kalbini, gözünü, kulağını tıkayıp bencilce hareket eden türedi bir nesil olduk.

İbadeti siyaset, siyaseti ibadet olan bu dinin mükerrem, mübarek ilâhî/nebevî/Kur’anî siyasetini bırakıp aziz İslâm’ı laik, seküler, muhafazakâr zihniyetlerin himaye ve hizmetinde kullanarak demokratik siyasete meze/sos yaptık.

Tekfirci fırkaların güncel versiyonları eliyle nice müslümanların toprağına, ırzına, geleceğine musallat olduk, kanına girdik.

Omurgasızlığın, kimliksizliğin, yanlış tercihlerin, ontolojik mücadele zafiyetinin, bedelini defalarca ödedik. Fakat yine de kaygan zeminlerde, puslu ortamlarda bulunmaktan, kaypak kişilerle görüşmekten, akçeli ilişkilere girmekten çekinmiyoruz.

Ya İlâhî!

Bu dini bizlere bırakma.

Dini bizlerden al, elimizden kurtar.

Bizleri dinin eline, emrine, hizmetine ver.

Farz-u muhal, Hz. Muhammed (sav) gelse ‘bu din benim dinim değil, böyle bir din tebliğ/temsil etmedim’ diyecek kadar onun kimyasını bozduk, ucubeye çevirip tanınmaz hale getirdik.

İslâm’a hizmet ederek onunla şeref bulacağımız yerde, dini kullanmaya, onu ülkelere, coğrafyalara, kendimize hizmet ettirmeye çalışan muhterisler olduk. Halbuki ailemizi, iktidarlarımızı, coğrafyalarımızı ve insanlığı dinin hizmetinde bulunmaya, İslâm’la şereflenmeye çağırmalıydık. Asıl sorumluluk buydu.

Ey Rabbimiz!

Bizler çok kirlendik.

Senin aziz, mükerrem dinini, dünyalık hedeflerimize, kariyer planlarımıza ulaşmak için atlama taşı, koltuk değneği gibi kullanmaktan utanmadık. Kendimizi dine ilaveler yapmaya ve dinden iskontolarda bulunmaya hak sahibi gördük.

Kendimize ikbal, istikbal, iktidar devşirirken aziz dinini; vakıfların, sendikaların, derneklerin, stk’ların, iktidar siyasetinin adeta arka bahçesi gibi gördük. Dini halen istetme, yeşilay, kızılay, sarı sendika gibi hoyratça kullanmaya, ondan otorite ve meşruiyet devşirmeye devam ediyoruz.

Kur’an’dan, siyer’den, sünnet’ten öğrenmeyi terk edip bıraktığımızdan bu yana tarihin hurafeler çöplüğünde din adına üretilen hezeyanlardan besleniyor ve zelil bir şekilde öleceğimiz günü bekliyoruz.

Siyaset ahlâkımız, konjonktürel tavırlarımız, ulusal/bölgesel/küresel tercihlerimiz, emperyalist, kapitalist, siyonist unsurlarla işbirliğimiz ve buna karşın din kardeşlerimizle olan mesafeli/ikircikli ilişkilerimiz bizi yeterince ele veriyor.

Ey bize şah damarımızdan daha yakın olan Rabbimiz!

Sabahtan akşama kadar, din, dava, siyaset konuşuyor fakat derin çelişkiler taşıdığımızı ve kimlik krizleri içinde olduğumuzu göremiyoruz.

Güç ve egemenlik beklentilerimiz, ahlâkın, adaletin, dinin önüne geçmiş bulunuyor. Mikro boyutlarda olsa bile kendimize bir iktidar alanı oluşturmak için bütün imkânlarımızla seferber oluyor ve bunu dindarlık, müslümanlık adına yapıyoruz.

Allah (cc)’a din öğretmenin pek çok versiyonunda rol alıyor, köşe kapıyor, görev üstleniyor ve bununla gururlanıyoruz.

Ya Rabbi!

Bizi birbirimize bırakma.

Bizi kendimizle baş başa bırakma.

Bizlere hamd, şükür, kanaat, zikir, tevazu, cömertlik, ihlas, fazilet bahşet. Cehalet, nifak, isyan, tuğyan, zulüm gibi haddi aşmalardan sana sığınırız.

Nefsin, ailenin, düşmanın, tuzaklarından, vesvesesinden bizleri kurtar. Senden rahmetini, merhametini, bağışlamanı, şefaatini umuyor ve istiyoruz.

Dua ve niyazlarımızın, isteklerimizin, salih amellerimizin sana ulaşmasını engelleyen, haya perdesini yırtan, nimetleri azaltan kusur ve günahlarımızı bağışla.

Hayatın, ölümün, dinin, diyanetin, dünyanın sahibini, kainatın yaratıcısını hakkıyla tanımak ve teslim olmak istiyoruz. Özeleştiri yapmak, özümüze dönmek ve sözümüzde durmak istiyoruz. Duaların, tövbelerin gölgesine sığınmak ve merhametinle serinlemek istiyoruz.

Ya Rabbi!

Pişmanlıklarımızı, gözyaşlarımızı bizden kabul buyur ve secdelerimizi çoğaltmamıza yardım et. Haddimizi ve sınırlarımızı bilmeyi, lokal, parçacı arayışları, anlayışları terk etmeyi, bütüncül yaklaşımı, meşru sınırlarda yaşamayı bizlere lûtfeyle.

Bak dediğin yerden bakmayı, yürü dediğin yöne yönelmeyi, dur dediğin yerde de durmayı… Allah(cc)’tan geldiğimizi, yine O’na döneceğimizi, itaat ve kulluk için bedeller ödenmesinin sünnetullah olduğu farkındalığını… Tevhid, vahdet, ümmet duvarında birer tuğla olmayı nasibet.

Aynılaşmayı, farklılaşmayı, ifrat veya tefriti, ulusal/yerli/millî/hamasî konjonktürel, marjinal oluşumları değil… Evrensel İslâm Ümmetini teşekkül ettirmeyi, İlâhî nizamı tesis etmeyi… Yalnızca İslâm’la sabıkalanmayı, hareket/mücadele ile kıdemlenmeyi bizlere lûtfet.

Bizleri resullerin, hidayet elçilerinin, sıddıkların, salihlerin, şehidlerin, nimet verdiklerinin izi sıra yürüyen muvahhidlerden, hizbullahîlerden eyle.

Bizleri aziz dinin sahibi değil hizmetkârı olduğumuz, bizim dinin yegâne temsilcisi olmadığımız daha nice insanların veya oluşumların var olduğu hakikatine ulaştır. Kardeşlerimizle kucaklaşmayı, Allah(cc) yolunda yarışmayı ve yardımlaşmayı sevdir.

Bizi yolsuz, mücadelesiz, sensiz, yardımsız ve yalnız bırakma Allah’ım.

Ramazan denince aklımıza hangi hususlar gelmektedir? Ramazan deyince oruç tutmak, ibadet, takva ve en önemlisi de Kur’an geliyor aklımıza. İçinde kadir gecesini barındıran ve Kur’an’ın indiği aydır Ramazan ayı. Hepimiz söyleyip geçiyoruz, bilinçlimi yoksa bilinçsiz mi yapıyoruz bilmiyorum. Ben şuranın çok önemli olduğunu düşünüyorum; Kur’an’ın indiği ay ne demek? Buradan anladığımız kitabın inmesi mi yoksa çok daha ötesinde bir mesaj mı var? Kur’an neye ve neden iniyor, kime iniyor, inmekten kasıt nedir? Bunları iyi okumamız lazım. Bir şeyler iniyor ve kimden kime gidiyor? Yaratıcıdan yaratılmış en şerefli mahlûk olan insanoğluna iniyor. Bu inen sıradan bir şeyin inmesi değildir. Yaratıcıdan insanlığa, bir kurtuluş mesajı iniyor. Yeniden inşa olma, yeniden batıldan aydınlığa gidişin yol haritası iniyor. Bu inişi şöyle okumalıyız; İnen vahiy yeniden bir inşa süreci başlatıyor, bir milat oluyor, geçmişteki yanlışlardan, yanlış inanışlardan yeniden bir iman inşası öneriyor.

Bu inen mesaj, insanlık için örnek olarak seçilen resulün örnekliğiyle insanlığa yol gösteriyor. Siyer okuyan herkes bunu rahatlıkla görecek. İnen mesaj, resulü nasıl yeniden inşa ediyor? Kendisine uyanlar nasıl yeniden bir başlangıç yapıyorlar? İlk nesli iyi incelediğimizde bu inen mesajın onları nasıl da değiştirip, inşa ettiğini okuyoruz. Peki, bu inen mesaj neden bizde aynı tesiri bırakmıyor? “Sıradan bir kitap gibi okuyup geçiyoruz” dersiniz. Kanaatimce biz bu mesajı olduğu gibi saf ve temiz haliyle okumuyoruz. Bu mesajı kendi bulanık zihnimizle yorumluyoruz ve belki de farkında olmadan tahrif ediyoruz.

Bu inen vahiy, mesaj, o dönemin insanları için yeni bir önermede bulunuyordu. Bu önerme her zamanda ve her çağda aynıydı. Yeni bir başlangıç, yeni bir düzen öneriyordu. Bu önerilen, Kur’an’ı kendilerine yurt edinmeleri gerçeğiydi. Eğer bugün biz vahyi insanlığa götüremiyorsak, insanlık fevç fevç bu mesaja gelmiyorsa, bizim insanlığa sunduğumuz bir yurt, vatan yok ondandır. Biz önce, bu inen mesajın en temel hedefinin, bir yurt inşa etmek olduğunu görmek zorundayız. Bugün bu toplumun Müslümanlarına düşen en temel görev, okuduğumuz vahyin, bizi davet ettiği yurdu inşa etmek olmalı. Kur’an yurdunu inşa edemeyen insanlık, onun ahkâmını uygulayacak bir topluluk da bulamaz.

Bugün bütün Müslümanlar bir amaç için çalışmak zorunda. İlk işimiz olarak Kur’an yurdunu yeniden inşa etmeliyiz. İnşa ettiğimiz bu yurtta inen vahyi uygulayacak, bir toplum inşa etmeliyiz. Bugün vahiy ve mesaj elimizde ama bu vahyi ve mesajı uygulayacak bir yurdumuz maalesef yok. İşte mesajın anlam bulması için bu mesajın istediği yurdu inşa etmek, bugünün Müslümanlarının en temel görevi. Ramazanı ramazan yapan işte tamda burada saklı. Ramazan kendi yurdunda bir anlam ve değer ifade eder. 

Hz. Peygamber’in hayatını okuyan her Müslüman bu hakikati görecektir. İlk inen vahiyle beraber Peygamber, ilmek ilmek bir inşa süreci başlatıyor. Onu insanlığa okuyup geçmiyor, ben okudum anlattım, işim bitti demiyordu. Bu yurdu inşa etmek için gerekirse canından vaz geçiyor, malından, kazancından, dünyalık menfaatinden vaz geçiyordu. Yetmiyor, yaşadığı topraklardan uzaklaşıyor, hicret ediyordu. Bütün bunlarla Rabbinin istediği yurdu inşa etmek istiyordu. Bu yurdu inşa eden, inen mesajı, vahyi bu yurtta uygulayacak ve insanlığa rehberlik edecekti. İşte bu yurtta Ramazanında, Kadir gecesinin de bir anlamı ve değeri olacak. Kur’an’ın istediği yurdu kurmak ve bu yurdun değeri olan Ramazan ve Kadir gecelerinin gerçek mahiyetine ulaşmasını sağlamak en temel görevi olmalı bu toplumdaki Müslümanların.

Bugün Ramazan da Kadir gecesi de boynu bükük, öksüz, garip ve yetim bırakılmıştır. Çünkü bunların vatanı, yurdu yok, mahsun ve garip kalmışlar. Ramazanı aziz kılmak, Ramazanı mebrur kılmak istiyorsak önce onun yurdunu inşa edip, Ramazanı kendi yurduna kavuşturmak zorundayız. Ramazanın bizlerden razı olmasını istiyorsak, onu kendi yurduyla taçlandırmak zorundayız. Kadir gecesinin bin aydan daha hayırlı olmasını istiyorsak, Kadir gecesini kendi yurduna kavuşturmak zorundayız. İşte o zaman Kadir gecesinde inen vahiy, bizi inşa etmiş olacak.

Bugün, eğer zillet içinde bir İslam dünyası varsa, işte sorunun temelinin burada olduğunu unutmayalım; İslam’ın kendi yurdunun olmaması. Kendi hükümlerinin uygulandığı yurdunun olmamasıdır. Ramazan insanlığa; pide kuyrukları, mükellef sofralar kurmak, eğlence cümbüşleri yapmak için gelmemektedir. Ne yazık ki biz Ramazanı getirip buralara bağlıyoruz. Bunları kendimizi ve vicdanlarımızı rahatlatma alanlarına dönüştürdük. Bunun en temel sebebi bedel ödemeyi, hakkı ve hakikati savunmanın bedelini göze alamadığımız için uydum topluluğa deyivermemizdir.

Ramazanın izzeti ancak ve ancak Kur’an’ın istediği yurtta yerine gelir. Yurdundan uzak sürgün yaşayan bir Ramazan, Ramazan olamaz. Ramazan olsa da garip olur ve bu Ramazanın bayramı da olmaz. Ramazan; ibadet, oruç, zekât, infak gibi değerleri içinde barındırıyor. Ramazan hakkıyla yaşandığında, onun izzeti yerine gelince sonu bayram olur. O bayramda ancak Kur’an’ın kendi yurduna kavuşmasıyla olur.

Ramazan aslında bir devrimdir, Ramazan şuurunda olanlar bunu fark ederler. Çünkü Ramazan, 11 ayın içindeki yeri farklıdır. Diğer aylarda ki rutin yaşantıdan kişiyi ayırarak farklılığı getiriyor. 11 ay boyunca yaptığınız rutin yeme-içme alışkanlıklarımızı farklı bir düzene koyuyor, rutin yapılan ibadetlere yenilerini ekliyor, adeta insanı farklı bir alana taşıyor. Bu bir devrimdir. Her zaman yaptıklarınızdan farklı bir ay yaşıyorsunuz, gün boyu aç kalıyor, Teravih namazı kılıyor, sahur diye gece kalkıp yemek yiyorsunuz. Normalden farklı bir yaşama evriliyorsunuz. Bunun adı da tam olarak bir devrim. İşte ramazanı bu şuur ile okuduğunuzda bizlere bir mesaj veriyor. Bu mesajın Müslümanlara bir devrim mesajı olduğunu unutmayalım.

İnsanı rutin yaşamdan alıkoyup, yeni bir evreye yöneltiyor, bir devrim yapıyor hayatımızda. Bedenimizde bir devrim ve arınma yapıyor. Müslümanlara bir mesaj veriyor, “ben geldim seni değiştiriyorum. Senin bütün uzuvlarında bir devrim yapıyorum, seni değiştiriyorum”. İnsan ramazanla değişiyor, zekât veriyor; daha cömert oluyor, daha fazla ibadet ediyor, normali değiştiriyor. İşte bütün bunlar yaptım oldu mantığı veya ezberciliğinden sıyrılıp bir şuur bilinci inşası yapıyor insanda. İnsanı inşa ediyor. Bu inşanın temeli ve en önemli yeri Kur’an’ın bizlerden istediği yurdu inşa etmek.

Kadir suresi Mekkeli müşriklerin yurduna inmedi. Çünkü o zamanlar Mekke buna layık bir yurt değildi. Kadir sûresi Müslümanların yurduna indi. Çünkü Müslümanların yurdu, bu sûrenin kadri kıymetine layıktı. Bizde kadir süresinin bizlere inmesini istiyorsak, Kur’an’ın bizden istediği yurdu inşa etmek zorundayız. Biz Kur’an’ın yurdunu inşa edersek Kadir sûresi bize inecek ve bizi inşa edecektir. Sadece kadir sûresi değil, Kur’an bizim yurdumuza fevç fevç inecek, bizleri inşa edecektir. Bizler, Rabbimizin, bizden istediklerini yerine getirince, Rabbimizde bize karşılık verecek, bizi kuşatıp rahmetine düçar kılacak. Kur’an yurdunu inşa eden ve Kadir sûresinin ineceği topluluk olmamız duasıyla.

Kur'an Nesli İlim Merkezi'nin bu haftaki Cuma Sohbetinde Hasan Çelenk "Harameyn İzlenimleri" başlıklı bir sohbet gerçekleştirdi.

Kur'an Nesli Minberinde ise Şükrü Hüseyinoğlu "Ubudiyet Bütünlüğü Ve Ramazan" başlıklı bir hutbe irad etti.