Kazım Şensaltık

Kazım Şensaltık

Bu yazıyı yazmak için çok düşündüm, vicdanım galip geldi ve yazmaya karar vedim. Bu yazıyı her Müslüman kendi özelinde değerlendirsini istirham ediyorum.

Yetim peygamberin, yetim ümmeti Gazze yetimleri.

Onları rableri yardımsız bırakmadı ve bırakmayacak.

Bedel ödeyip beşerî olarak yapmaları gereken her şeylerini yaptıktan sonra Allah’ın yardımı gelecek.

Gördüğümüz kadarıyla da, Allah’ın yardımına muhatap oluyorlar.

Ya biz Türkiye toplumunun kendine Müslüman, “muhafazakâr” diyenleri, biz ne yaptık.

Gazze kan ağlıyor deyip kürsülerde, meydanlarda, yalancı gözyaşları döktük.

Gazze dedik ciğerimiz yanıyor dedik, onlar aç iken biz tok kalamayız dedik,

Restoranlarda, kebabı, sofralarımızda kebapları götürürken canlı yayında izledik.

Onların yardıma ihtiyacı var dedik, yardım toplama kampanyaları düzenledik,

Toplumdan yardım toplayıp oraya ulaştırmaya çalıştık.

Cemaatlerimiz, sivil toplum kuruluşlarımız ve onların liderleri,

Bir yandan yardım topladı toplumdan bir yandan da!

Bu cemaat ve liderleri Gazze bu haldeyken kendilerini umre tatillerinde, zemzem tavırdan Kâbe manzaralı kahve yudumlamaktan alıkoyamadılar.

Gazze de insanlık ölüyor, Müslümanlar açlıktan ölüyor diye, camilerde hutbe okuyan, yardım talep eden cami imamlarımız, maaş promosyonlarını faizli bankalardan neden verilmediğini protesto ediyordu. Alacakları promosyonları acaba Gazze’ye mi gönderecektiler! Bu imamlara sorun Gazze için hiç toplanıp hepsi beraber protesto yapmışlar mı?

Protesto için meydanlara koşan İsrail’e bağırıp horozlanan cemiyetlerimizin ve onların yöneticilerinin miting yorgunluğunu mağazalarda, restoranlarda attığını izledik.

Gazze de çocuklar yiyecek bulamıyor dedik, kendi çocuklarımıza en kral yemekleri yedirdik.

Gazzeli çocuklar giyecek bulamıyor dedik, kendi çocuklarımıza en kral markalardan giydirdik.

Gazzeli kadınlar giyecek bulamıyor diyen kadınlarımız, meydanlarda giydikleri marka kıyafetleriyle defile yapıyordu.

Gazzeli çocuklar içecek süt bulamıyor dedik, kendi çocuklarımıza arı sütü içirmekten geri durmadık.

Gazzeli çocuklar eğitimden yoksun dedik, kendi çocuklarımızı özel kolejlerde okutmaktan geri durmadık.

Gazzeli Müslümanlar kıyafet bulamıyor dedik, meydanlara en pahalı marka kıyafetlerle onların yanında olduğumuzu haykırmaya koştuk.

Gazzeli kadınlar kıyafetini yıkayacak su bulamıyor dedik, kendi evimize bir çamaşır makinesi yetmez birde kurutma makinası lazım dedik.

Gazzeli Müslüman kardeşlerimiz içecek temiz su bulamıyor derken, kendimiz en kaliteli suyu tüketiyorduk.

Öyle bir haldeyiz ki neresinden tutsan elinizde kalıyor.

Gazzeli insanların evleri yıkıldı açıkta kaldılar derken, kendi evimizi kiraya verirken en pahalı fiyattan vermek için zengin kiracı aramaktan uzak duramadık.

Gazze de bizim toplumun insanları olsaydı kuzey yıkıldı, güneydeki evleri kiralamak için, ne bedeller biçerdik?

Olmaz demeyin bunu şubat depremlerinde yaşayarak tecrübe ettik. Binaları yıkılmış canları enkaz altında kalmış insanların cebinde kalan paralarına nasıl göz diktiğimizi izledik, cevrede kiraların kaç kat arttığını hepimiz yaşadık.

Birde tüccarlarımız var bizim, Gazze diye ağlayan, bunlar Gazze için ağlamıyordu aslında İsrail ile rahat ticaret yapamayacaklarına ağlıyorlardı.

 Bozulacak olan ticaretlerine ağlıyorlardı.

Bir yandan kahrolsun İsrail diyor, öbür yandan İsrail’e nasıl mal satarım diye yollar arıyorlardı.

Yardım kuruluşlarımız Müslümanların zekâtlarını hayır hasenatını toplayıp götüren kuruluşlarımız.

Gazze’ye yardım sokmak için İsrail dostu, onların izin verdiği tüccardan malı al faturayı göster tırın direk Gazze’ye gider, onların tüccarından almıyorsan sınır kapısında aylarca bekletiliyorsun.

Topladığımız yardım paralarını bile onların sisteminden geçirmeden kullanamıyorsun, para transferleri nasıl yapılıyor biraz araştırın isterseniz.

Kurulan düzen onlara çalışıyor, savaşıyla barışıyla ona kazandırıyor, vicdanlı insanların yardımları bile onlara kazandırıyor. Gazze’yi kurtarmak isteyen varsa buyursun işe buralardan başlasın. Böyle delikanlı var mıdır bilemiyorum.

Müslümanların kendi aralarında yaptıkları para transferlerinin gelirini buraya aktaracak bir sistemimiz bile yok.

Gazze için yanıp tutuşan insanımız hiç empati yaptı mı? Müslüman kardeşim bu haldeyken ben umrelerimi erteliyor, parasını Gazze’ye gönderiyorum diyen kaç Müslüman var bu toplumda?

Gazze bu haldeyken bindiği lüks arabaları en azından garaja çekip, kullanmaktan utanan kaç Müslüman var bu toplum da?

Gazze bu haldeyken en azından, evinin lüks eşyasını yenilemekten vaz geçen, bu ücretleri Gazze’ye gönderen kaç Müslümanız bu toplum da?

Gazze bu haldeyken çocuklar açlıktan ölüyorken, eğitim hakkından mahrum iken, bu toplumda kaç Müslüman çocuklarını kolejlerde okutmaktan hayâ edip vazgeçti, bu paraları kardeşlerine gönderen kaç Müslüman var bu toplum da?

Gazze de çocuklar ölüyor diyerek vicdan yapanlar, kendi çocuklarına doğum günü partileri, vermekten kaçınan kaç Müslüman var bu toplumda? Gazze’de yeni doğan çocuklar kuvözlerde ölüme terk edildiğini canlı yayında izleyip gözyaşı dökenlerimiz, kendi çocuklarını en lüks hastanelerde dünyaya getirmekten duydukları huzuru mutluluğu sosyal medya hesaplarımızdan paylaşmaktan geri duramadık.

Anadolu da bir kültür vardı, babalar toplum içinde çocuklarını sevmezdi, bunun sebebinin kurtuluş savaşında hemen her aileden bir yetimin olmasıydı. Bu yetimler babasızlığın ızdırabını yokluğunu hissetmesinler diye insanlar kendi çocuklarını sevmekten uzak dururdu. Sevgilerini içlerine atarlardı, evlerinde yalnızken severlerdi çocuklarını. Sahi Gazzeli bu kadar çocuk ölmüşken bu kadar yetim varken Suriye’de bu hassasiyeti gösteren kaç Müslüman kaldı bu toplumda!

Gazze de insanlar evsiz kaldığını canlı yayında izleyen bu toplumun Müslümanlarının kaç tanesi, yaşadığı lüks evlerini satıp sıradan bir eve taşındı. Artan parayı buraya gönderebilen kaç Müslüman duydunuz bu toplumda?

Oysa İsrail’i bu şekilde destekleyen dindaşlarını anlatıyoruz, onlar sadece mallarını ortaya koymuyorlar, dünyanın birçok ülkesinden savaşmak için gelen Siyonist olduğunu biliyoruz.

Biz yardım işini bile bu toplumda gariban dar gelirli insanımızdan topluyoruz, zenginlerimiz mallarının azalmasından korkuyorlar. Sizce bu işte bir tuhaflık yok mu? Oysa bizim kitabımız mülkün sahibi Allah’tır buyuruyor. Bizim toplumda atık mülkün sahibi gibi davranıyoruz!

Bütün bunları şöyle düşünün; Hz. Peygamber aramızda olsaydı yine aynı şekilde davranır mıydık?

Ya da Hz. Peygamber bugün bu toplumda yaşasaydı Gazze için neler yapardı, bizim yaptıklarımızı mı yapardı, yoksa bambaşka şeyler mi yapardı?

Kendi toplumunda “lime kuyusu”nu anlamayanlar, Hz. Osman olamayacaklarını, onu anlayamayacaklarını bilmeleri gerekiyor. Sahi Hz. Osman (r.a.) “lime kuyusu”nun yarısını satın alınca neden tüm halka ücretsiz yaptı. Allah’ın peygamberi bugüne, bizlere mesaj yolluyordu ta o zamandan, “sömürücülere karşı siz Müslümanlar işte böyle hareket ederseniz toplumu kimse sömüremez” diye haykırıyordu. Biz onu da anlayamadık.

Gazze’yi kurtarmak istiyorsak, önce kendi toplumumuzu kurtarmakla işe başlamamız gerekiyor. Eğer bugün Gazze’yi bize teslim etseler oraya dönük elle tutulur bir programımız var mı? Böyle bir planımızın olmadığını Suriye’de görüyoruz. Allah bize yeryüzünü inşa etmemizi emrediyor, biz ellerimizi açıp “Allah’ım sen onlara yardım et” diyoruz. Oysa Allah onlara sizin ellerinizle yardım edeceğini söylüyordu.

Kur’an’ın mükemmelliği ve her okuyuşta önümüze açtığı eşsiz tasavvuru her çağda, her topluma ışık tutan masajları. Beled suresini okuyunca, yaşadığım toplum üzerine indirince, karşımıza toplumsal hakikatler geliyor. Özellikle 11. Ayetten sonrasını bir daha okumanızı ve yaşadığınız toplum ile karşılaştırmanızı tavsiye ederim, göreceksiniz ki 1400 yıl öncenin Mekke’sinden bugün bizim toplumu önümüze sermiş diyeceksiniz. Bugün yaşadığımız toplumda Müslümanından, ehli kitabına, ateistinden, sosyalistine, toplumun her katmanından insanımızı tanımladığını göreceksiniz. Eğer kelime-i şahadet getirip Müslüman olmuş iseniz size yaşadığınız toplumda ödevler, görevler veriyor. Yok, iman etmemiş iseniz de yine size temel insani ve toplumsal ödevler, sorumluluklar sunduğunu göreceksiniz.

Sure adını belde olarak alıyor, yani biz muhataba şunu söylüyor; bu sureyi okuyorsanız yaşadığınız beldenize, şehrinize indirin, kendi beldeniz ve toplumunuz üzerinde değerlendirin. Surenin sunduğu görev ve temel ödevlerin kendi toplumunuza, beldenize indirin, bakın bakalım Allah’ın yarattığı kullarından istediği temel ödevlerinizi yapıyor musunuz yoksa isyan mı ediyorsunuz?

Bugün bu toplumun her ferdini kuşatan mal yığma hırsı, zenginlerin toplumu sömürme gayreti, bundan 1400 yıl öncesinin Mekke toplumunda da vardı. Allah peygamberi üzerinden o problemi düzelmesi için gönderdiği mesaj. Gelin ayetlerin meallerini yazarak başlayalım:

“Fakat insan, sarp yokuşu aşmak için bir gayrete soyunmadı. Sen o sarp yokuşun ne olduğunu bilir misin? Bir köleyi veya esiri hürriyetine kavuşturmaktır. Yahut bir salgın açlık gününde yemek yedirmektir; Ya bir akraba olan yetîme, Veya toprağa uzanıp kalmış, hiçbir şeyi olmayan yoksula. Bir de iman etmek ve birbirlerine sabır ve merhamet tavsiye edenlerden olmaktır. Böyle yapanlar, amel defterleri sağlarından verilecek olan uğurlu ve mutlu kimselerdir.”

Dikkat ettiniz mi amel defteri sağından verilenlere gelen uyarıları. Bu ayetler Allah’ın rızasını arayan, kurtuluş ümidi besleyen insanların, diğer tanımıyla Müslümanların yapmaları gereken bir ahlaki tutumu sunuyor önümüze. Allah bizlere yani müminlere şöyle buyuruyor: Mal yığma, zenginleşmek sarp bir yokuşa benzetebilirsiniz veya kendi sarp yokuşlarınızı kendiniz tespit edin. Sonrasında bu yokuşa tırmananların nasıl kurtuluşa ulaşacağını da anlatıyor. Zenginliğin varlığın nasıl harcanması gerektiğini önümüze seriyor. Dikkat edin bu ayetlerde ve surenin tamamında kurtuluşa giden yolu sıralarken imanı ilk sırada söylemiyor. Birkaç kavramdan sonra söylüyor, yani bunları yapanlar iman etmiş olur veya iman sözünüzde ciddi iseniz önce bunları yapın diyor.

Bugün kendi yaşadığımız toplumun temel problemi mal toplamak, zenginleşmek yoksulu garibanı, itip kalkmak, adam yerine koymamak olmuş. İnsanlığınız/adamlığınız paranız/malınız kadar olmuş.

Bu ayetlerde anlatılanlar Müslümanları ilgilendiriyor, çünkü başta iman edin yok, demek ki iman etmiş bir topluluğa hitap ediyor. Biz Müslümanlar bu kitaba tabi isek ki öyleyiz, bizi ilgilendiriyor. O dönemin en büyük bedeli köle azat etmekti, ya bugünün en büyük bedeli nedir? Üç beş dairesi olan Müslümanın bunları ihtiyaç sahiplerine ücretsiz vermesi midir?

Birkaç kiracısı olanların kiracılarından çok uygun fiyatlar alması mıdır?

Birkaç işyeri dükkânı olan Müslümanların bunları ihtiyaç sahiplerine tahsis etme simidir?

Kendine ve ailesinin geçimini temin ettiğinden fazlasını ihtiyaç sahiplerine dağıtması mıdır?

Bugün bizim toplumda en büyük problem, yoksulun daha fazla yoksullaşması, zenginin daha çok zenginleşmesi değil midir? İşte bu ayetlerin indiği Mekke toplumu da böyleydi.

Bir yakınım kiralık ev arıyor, durumu orta halli belediyede çalışıyor, yani asgari ücretli değil, ev buluyor ev sahibiyle görüşüyor, ev sahibi istediği kirayı biraz indirmesini rica ediyor, okuyan çocukları olduğunu, tek kendisinin çalıştığını söylüyor. Ev sahibi ne dese beğenirsiniz: “Ben evi sana kiralamıyorum, başka yer bak diyor.” Neden vermediğini sorunca, verdiği cevap insanı utandıracak cinsten: “Ben senin çocuklarının hakkını yiyemem, sen çalışıyorsun bu çocukların rızkını temin ediyorsun, ben onların hakkını yiyemem diyor.” Dikkat ettiniz mi evimi vermem çünkü onların hakkını yerim diyor, bunu almayı doğru görmüyor. Oysa bunun doğru olmadığını bilen insan doğru olanı yapar, sen daha az ver der. Bunu diyemiyor evi vermiyor daha varlıklı birini bulup ona verecek, vicdanını rahatlatacak.

Bu ayetlerin inşa ettiği rahmet toplumundan, bu ayetleri okuyarak zalimleşen topluma everildik.

Oysa bu surede yokuşa tırmanan mal toplayan, zenginleşen müminin, bunu nasıl kullanması gerektiğini sunuyor önümüze. Bugün yaşadığımız toplumun sözüm ona Müslüman zenginlerin, holding sahiplerinin, gayr-i menkul zenginlerinin ellerindeki imkânları Müslümanların, yoksulların, yetimlerin kullanımına sunsalar sizce kiralar bu kadar artar mıydı? Oysa bizim Müslümanımız bile daha fazla nasıl kazanırım derdinde. Oysa bu sure Müslümanlara iman yokuşuna talip iseniz, bu yokuşa tırmandığınızda bunun inişinin kurtuluşa olmasını isteyenlere yol gösteriyor.

Bu ayetleri okuyan Mekke toplumundaki müminler yokuşa talip oldular, yokuşun cennete inmesi için gerekeni yaptılar. Onların inşa ettiği toplum, adil bir toplum oldu, onların yöneticileri mazlumun hakkını zalimden alıncaya kadar zalimin hasmı olduklarını haykırdılar. Onların yetiştirdiği nesillerin yaşadığı topluma, “asr-ı saadet” diyor insanlık. Onlardan asr-ı saadeti devralan bu çağın Müslümanı asr-ı saadeti zulüm asrına dönüştürdüler. Çıkarlar menfaatler, toplumun her katmanının olmaz ise olmazı olmuş.

Tabiki toplumda bu sarp yokuşa tırmanıp bu ayetleri kendine rehber edinen muvahhitler var, onlar yokuşun inişinde cennet kapısına iniyorlar inşallah. Bunlar toplumda çok az, aslında tersi olması gerekiyordu.

Allah Müslümanlardan zengin olmalarını murad eder, onlar zenginleşince işte yukarda sıralanan vasıfları yaparlar. Toplumun mazlumlarına gariplerine, yetimlerine sahip çıkarlar, zalimlerin onları sömürmesine izin vermezler. 80’li 90’lı yılarda Anadolu’nun köylerinde temel ihtiyaç malları bedelsiz dağıtılırdı. Tereyağından sebzesine, süt ürünlerinden tahılına kadar para ile satan çok azdı, bu yüzden ucuzdu. Bugün bunlar astronomik fiyatlara satılıyor, köye biri geldiğinde köylüler müşteri geldi gözüyle bakıyorlar. Eskiden köye gelen oldu mu herkes elinde olanı ikram etmek için yarışırdı. Artık ikram etmek için değil malını satmak için yarışıyoruz.

Daha düne kadar eleştirdiğimiz nice konuları kendimiz yapar olduk. Sahi hiç düşündünüz mü, Mekke döneminde eleştirip reddettiği, hangi konuyu sonradan kendisi yaptı, Hz. Peygamber. Onun kendi toplumuna sunduğu güzel ahlak, hiçbir dönemde değişmedi, insanlığa müminin temel ahlakını öğretiyordu. Bugün onun ümmeti olduğunu iddia eden bizlerin değerleri menfaatlerimize kadar, menfaatimize uymadığı yerde bütün değerlerimizi unutuveriyoruz.

Oysa Allah yarattığı kullarından iman ettiğini iddia edenlerden bedel istiyor, benim size verdiğim malları nasıl kullanmanız gerektiğini söylüyor. Biz eğer iman iddiamızda ciddi isek yaratıcımız olan Rabbe ve onun sunduğu toplumsal sorumluluğu yapmakla olur ispatı. Sorumluluk sadece namaz kılmak, oruç tutmak gibi bireysel ibadetlerden ibaret olmadığını haykırıyor bizlere. İman ettiğiniz din toplumsal yaşam modelidir, bu modelin fakiri, yoksulu, yetimi olduğu gibi varlıklısı da olacak işte varlıklı varlığını kurtuluş, rabbinin rızasına ulaşmak için kendi toplumunda, bu dezavantajlı kesimlere adil bir şekilde dağıtmasıyla olacağını söylüyor desek yanlış olamaz.

Bu sureyi kendi beldenize indirin bakın bakalım, ayetlerin muhatapları kimler olacak! İstanbullu kendi beldesine, Diyarbakırlı kendi beldesine, Urfalı kendi beldesine, Trabzonlu kendi beldesine, indirsin okusun ve toplumda ayetlerin muhataplarını arasın. Bu ayetlerin muhatapları ister Müslüman olsun, ister yönetici olsun, ister tüccar olsun tehdit onlara olduğunu bilmeleri gerekiyor. Bizim insanımız bu ayetleri Mekke döneminde yaşayan peygambere karşı çıkan müşrikler olduğunu düşünüyor. Yani oraya hapsettik, bugüne getiremedik. Oysa doğru okuma her toplum kendi beldesine indirsin ve gereğini yapsın bakın bakalım toplum nasıl değişiyor. Tabi bunun için Allah’ın dininin bireysel den çok toplumsal bir yaşam modeli olduğunu kabullenmekle mümkün. Bugün yaşadığımız toplumda kendine Müslüman diyenler bile bireyselleşiyor. Toplumsallaşmak cem olmak yerine, bireyselleşmeyi model olarak sunuluyor topluma. İslam toplumunu kendi cemaatimizden ibaret görmekte bunun başka bir problemli yanı. Biz anlaya bildiğimiz kadarıyla anlatmaya gayret ettik, daha akademik ve ilmi yönleriyle incelemek toplumun önüne sunmak âlimlerin görevi olduğunu söylemiş olalım.

 Yaşadığımız toplumda Müslümanlar olarak şu hakikati unutmuş görünüyoruz. Allah bu ayetleri topluma iletmekle görevlendirdiği peygamber, bu ayetleri kendi toplumunun yöneticilerine okuyordu. Mücadelesinin temelinde bu yönetici kesim vardı, onların hangi dine mensup olduğuna bakmadan mazlumun yanında duruyor bu yöneticilerle mücadele ediyordu. Bugün toplumu aldıkları kararlarla, çıkardıkları kanunlarla sömüren yöneticilere karşı kimsenin sesi çıkmıyor.

Eğer bu ayetleri okuduğunuz beldede mazlumlar sömürülüyorsa bu ve benzeri ayetleri onlara götürmek bu beldelerin Müslümanların âlimlerine liderlerine düşmüyor mu? Yoksa onlar kendilerini Peygamber varisleri olarak görmüyorlar mı? Eğer görüyorlarsa buyursunlar varisi oldukları Peygamber’in hayata dokunan sünnetini yapsınlar. Tesbih çekme sünnetinden bedel isteyen sünnetleri yapmaya davet ediyoruz. Kendi beldelerinde yöneticilik yapan belediye yöneticilerine yaptıkları imar rantlarıyla mazlumların haklarını gasp ettiklerini haykırsınlar, mazlumların haklarını savunduklarını beldelerindeki yöneticilere haykırsınlar. En azından buralardan başlamalıyız. Tabi bu hakikatleri beldelerindeki yöneticilere, götürenler en azından varisi oldukları peygamber kadar emin kişilikler olmalılar. Toplum onların kendi haklarını eksiksiz teslim edeceğinden emin olurlar. Böyle kaç Müslümanız yaşadığımız beldelerde, bunu da oturup düşünmemiz gerekiyor. İnşallah beldenin eminleri bol olanlardanızdır.

Allah’ın mesajını okuyup, kendi beldesine indirip gereğini yapan, müminlerden olmamız duasıyla.

Bu yazımızda devrim yapanları ve devrim edebiyatı yapanları anlatmaya çalışacağız. Yaşadığımız toplum da insanlarımız devrim yapanları izliyor, birde devrim edebiyatı yapanları gözlemliyor. Geçmişten günümüze devrim yapanlar önce toplumu, bu gelecek olan düzene hazırladılar. Biz Müslümanlar bunları kitabımız Kur’an’dan okuyoruz, peygamberler birer devrimcidir bu anlamda. Gönderildikleri toplumları dönüştürmek ile görevlendirdiler, kimileri başarılı oldu kimileri başaramadı, kimileri canlarını bu uğurda feda ettiler. Hz. Musa (a.s.) Firavunu devirecek, Hz. İbrahim Nemrut’u devirecek, Hz. Yusuf (a.s.) Mısır yönetimini devirecek. Hz. peygamber (s.a.s.) Mekke site devletini devirecektir. İnsanlık tarihi kadar eski bir kavram devrim, kimi toplumlar devrim yaptı, kimi toplumlar devrim edebiyatı yaptılar. Asıl sorgulanması gereken kim, kime karşı devrim yaptığı. Tarih ve Kur’an bize öğretiyor ki insanlar haddi aşıp rablerine karşı devrim yapanlarla doludur. Devrimi kimileri bir topluluk için tasarlar yapar. Kimileri bütün dünyayı hedefler, yapacağı devrimde, kimileri büyük düşünür, kimileri küçük düşünür. Kimileri büyük toplumları parçalamak için devrimler yapar.

Hz. Peygamber Mekke ve Ortadoğu bölgesine yepyeni bir davet getirir, bu davetinde sadece Mekke’yi değil bütün dünyayı hedefliyordu. Bunun için gerekli kadroları oluşturuyor, bir yandan toplumu dönüşüme hazırlıyordu. Yönetim şeklinden sosyal hayata kadar toplumun her yönünü planlıyordu. Yaşadığı toplumda yanlışları, tuğyanları görüyor, bunlara itiraz ediyordu, gücü yetmese de içinde fırtınalar kopuyordu. Hak, hukuk, adalet, insana insan gibi yaşama hakkı verme, hür özgür bir toplum inşa etmek istiyordu. Bu yüzden kendi toplumu ona “el-emin” güvenilir kişi künyesi veriyordu. Allah bu toplumun ümit bağladığı emin kişiye rahmetiyle yetişiyor, vahiy ile yol gösteriyordu. Kendinden sonra asırlar boyu sürecek bir toplum inşa ediyordu. Öyle bir devrim ki insanlık onun inşa ettiği toplum için hala “asr-ı saadet” diyor. Dünyayı değiştiren devrim büyük düşünen aklın toplumu dönüştürmesi rabbinin yardımıyla sonuç veriyordu.

Kendinden asırlar sonra bu büyük devrimin izlerini silmek ve yerine yepyeni bir devrim projesi planlıyorlardı. Tarım toplumunda bu devrimi silmek çok mümkün değildi, bunun için sanayi diye yepyeni bir çağ inşa ediliyordu. Sanayi devrimi tarım toplumunun bütün değerlerini geride bırakması, geride kalan toplum olarak anlatılacaktır. Yeni gelen sanayi dedikleri sistem ilerici, yaşanan çağın devrimi olacaktır. Müslümanlar bu çağın gelişini kendi dönemlerinde okuyamadılar, gerekli alt yapıları kuramadılar, toplumlarını bu gelen çağa adapte edemediler. Bu çağı iyi okuyan İslam düşmanları kendilerini yenilikçi olarak tanıtacaktı bütün dünyaya. Oysa yeni dedikleri birçok şeyini Müslümanlardan çalmışlardı. Çağı inşa etmek için yola koyulanlar, bu sefer Müslümanlara karşı, İslam düşmanları olacaktır. Fırsatı yakaladılar konjonktürü oluşturdular propaganda gücünü ele geçirdiler, Müslümanları sindirdiler, kendilerini ilerici, çağdaş olarak dünyaya pazarlamayı başardılar. Bugün Müslümanların yaşadığı toplumlar bu propagandanın etkisi altında, yönetim şekilleri, finans sistemleri, sosyal hayat tasavvurları tıpkı onlar gibi. Çünkü onların ürettiklerini alıp hazır kullanıyoruz, yeni bir şey söyleyen yok denecek kadar az. Bu düzeni dünyaya pazarlıyorlar, aksine hareket edenleri terörist ilan edip yok ediyorlar. Allah resulü kendi çağına hitap eden düzeni topluma iyi anlatıyor, toplumu arkasından sürüklüyordu. İşte bunu silmenin başka yolu olmadığını bilen İslam düşmanları, Müslümanlara karşı sanayi devrimiyle gelecektir. Müslümanlar gelen çağı okuyamadıkları için kaybettiler. Bugün önümüzde yepyeni bir çağ geliyor, Müslümanlar bu çağı da okuyamıyor, gelecek çağda da kaybeden taraf olacaklar, görünen bu.

Yani yepyeni bir devrim hazırlığı yapılıyor, bu devrimi yöneten inşa eden maalesef Müslümanlar değiller. İnşa edemediğiniz, yönetemediğiniz çağda sadece yönetilen olacaksınız. Dijital çağ için Müslümanlara ait bir platform var mı? Bu çağa hitap edecek bir medya kuruluşumuz, Müslümanlara hitap eden sosyal medya platformları, veri merkezleri ve buna benzer alt yapıları var mı? Bunları inşa edemeyenler devrim edebiyatı yapmaktan öteye geçemezler. Bunları inşa edenler devrimleri yaparlar, bugün baktığımızda bunları yapanlar maalesef Müslümanlar değil. Adamlar dünya paralar harcıyor sosyal ağlar satın alıyorlar. Biz bunları okuduğumuzda bunlar kafayı yemiş diyoruz, oysa geleceğe yatırım yapıyorlar.

Bizim yardım kuruluşlarımız yarınları inşa etmek perspektifinden çok uzakta, sadece insanların karınları az mı doysun, yoksa çok mu doysun veya aç mı ölsün, yoksa tok mu ölsünün ötesine geçemedik. Hiç düşündünüz mü bilmiyorum Müslümanların fonlarını paralarını Müslümanların coğrafyasında savaş çıkarıp yakıp yıkıyorlar. Müslümanlar bütün kaynaklarını kardeşlerine yardım için kullanıyorlar. Bu savaşlar genelde Müslümanların coğrafyasında oluyor, kaynaklarımızın buralara gitmesini istiyorlar. Biz kardeşlerimizi korumak ve gerekli tedbirleri almak, caydırıcı güç oluşturmaya fırsat bulamasınlar diye bizi buraya odakladılar. Onlar tersini yaptılar, paralarını güç oluşturmaya, caydırıcı güç oluşturmaya harcadılar. Onlar dünyayı yöneten biz ise yönetilen durumuna geldik. Yani biz yapmamız gerekeni yapmadık günün sonunda devrilen taraf olduk. Bosna da yapılanları gördük, ders çıkarmadık, Çeçenistan da yapılanları gördük ders çıkarmadık, Filistin de yapılanları izledik ders çıkarmadık, Irak’ı yaşadık ders çıkarmadık, Afganistan’ı yaşadık ders çıkarmadık. Bugün Suriye’yi yaşıyoruz hiçbir şey yapmadan müspet sonuç bekliyoruz. Yaşadığımız toplumun Müslümanları yardımlarıyla Suriye de büyük işler yaptılar, bu maddi yardım desteklerin, kaymağını Müslümanlar yiyemeyecek. Müslümanların fonlarıyla Müslümanların söz sahibi olmadıkları sonuçlar oluşacak. Çünkü Müslümanlar yardım ediyor ötesi yok, yardımlar karın doyurmadan öteye geçmiyor. Bizim hazır uygulanan bir devlet sistemimiz yok, sanayi çağına uyarlanmış bir İslam modeli mimiz yok, eğer olsaydı burada hazır model uygulanırdı. Amma biz destekliyoruz yardım ediyoruz, kaynaklarımızı buralara aktarıyoruz, sistemi batılılar kuruyor. Suriye’de bundan farklı bir şey olmayacak bu Suriyelilerin suçu değil tüm Müslümanların suçu, çünkü gerekli sistemleri oluşturmamışlar.

Afganistan’la ilgili çarpıcı bir örnek anlatılıyor, sizinle paylaşmış olayım: Afganistan da Müslümanlar ABD’yi kovdular, böyle olduğunu söylüyoruz. Molla Ömer ilk iktidara geldiğinde buda heykelleri vardı, patlattığı meşhur heykeller. Çin, Hindistan molla Ömer’e geliyorlar: “bunları patlatma sana Afganistan’ı inşa edeceğin parayı verelim, görmek istemiyorsan üstünü örtüyle kapat ama patlatma” diyorlar. Molla Ömer bunu akidevî bir sorun olarak görüyor ve patlatıyor Allah kendisine rahmet eylesin. Bugün Afganistan da milli savunma bakanı molla önerin oğlu, babasının patlattığı buda heykelleri Unesco korunması gereken kültürel varlıkları arasında. Yeni Afganistan yönetimi bunları restore etti, molla Ömer’in oğlu milli savunma bakanı burayı koruyor, yani mücahitler burada nöbet tutuyor koruyorlar. Yetmiyor burayı ziyarete gelen insanları beli bir ücret karşılığında gezdiriyorlar. Anlatılanlar doğruysa buraya giriş ücretli, yani önce yıktırdılar sonra yıktığınızı size yaptırıp birde sizi bunların başında nöbetçi yapan sistem kimin sistemi?

Biz İran devrimini gördük, Humeyni bütün dünyadaki Müslümanları davet etti gelin İslam cumhuriyeti kurduk diyordu. Bizim toplumda da yılarca İran güzellemeleri yapılıyordu. Bugün geldiğimiz noktada İran İslam devleti değil, Şii devleti kurmuş. Bütün Müslümanları da gözlerinin içine baka baka kandırmış. Bugün bu İslam devletinin kendi mezhebinden olmayanlara ne zulümler yaptığını yaşayarak görüyoruz. Yaşadığımız toplumda bir devrim yapıldı, İslam ve hilafet sistemi kaldırıldı yerine nasıl bir sistem geldi. Bugün bu toplum kendine biçilen bu sistemi benimsedi siz İslam devrimi deyin size terörist derler. Birileri devrimi dünya üzerinde planlıyor, toplumlara ihraç ediyor. Biz kendi içimizde hangi meşrep, hangi hoca, hangi lider, kişi etrafında yapıyoruz. Bir zalimi deviriyor yerine ne getiriyoruz? Biz deviriyoruz bu doğru amma yerine gelecek sistemi biz belirlemiyoruz, düzeni elinde tutanlar belirliyor. Bugün Suriye yakılıp-yıkılmış, kim gelirse gelsin burayı yeniden inşa edecek, bu kaynağı buraya sunacaklar nasıl bir sistem olması gerektiğini de belirleyenler olacaklar. Oysa biz bugünleri hesaplıyor olmalıydık, gerekli fonları oluşturmuş, gerekli kaynakları hazırlamış iktidara kim gelirse gelsin bizim fonlarımızı istiyorsa, bizim istediğimiz sistemi oluşturacaktı. Var mı böyle bir hazırlığımız, tüm dünya Müslümanları olarak söylüyorum, maalesef yok olanlarda kendi meşreplerine uygun olursa destekleyeceğiz diyecekler. Oysa Allah siz ancak kardeşlersiniz buyuruyordu, tabi olduğumuz kitabında. Allah’ın mülkünde Allah’tan başka hüküm koyanlar. Allah’ın mülküne çöküyoruz, ya kendi malımız olduğunu düşünüyoruz, yâda kendi çevremize paylıyoruz, oysa mülk Allah’ındı, o dilediğine verir dilediğinden çekip alır. Bu çağda Müslümanların nelerin çekilip alındığını oturup düşünmeleri gerekiyor. Allah kitabında devrimin nasıl yapılacağını bizlere öğretiyor. Kur’an başlı başına bir devrim kitabıdır okumasını bilenler için. Allah’ın yarattığı mülkte Allah’ın dediğinin olmadığı yeryüzünde Allah peygamberleriyle devrim yapıyor. Allah'ın hakkını gasp edenlere Allah büyük bir devrimle karşılık veriyor.

Asıl devrim yeryüzünde Allah’ın dediğinin olduğu devrimdir. Bütün bu yazdıklarımızın özeti olsun diye söyleyelim. Hz. Peygamber tarım toplumunun olduğu bir dünyaya gelmişti, Allah’ın mesajını bu tarım toplumuna uyarladı desek yanlış olmaz. Müslümanlar bunları okuyamadılar, tarım toplumlarında en mükemmel model İslam modelidir. Bunu değiştiremeyeceğini bilen İslam düşmanları sanayi devrimi yaptılar, çünkü Müslümanların sanayi toplumuna uyarlanmış bir modellerinin olmadığını çok iyi biliyorlardı. Sanayi devrimi İslam’ın yeryüzünde ki hâkimiyetini kaldırmak için yapmıştır desek yanlış olmaz. Bugün dünyanı okuyun şu soruyu sorun, Müslümanların Allah’ın hükümlerini en güzel şekliyle uyguladıkları bir toplum var mı? Müslümanlar sanayi toplumunda kurup model olarak uyguladıkları bir model var mı? Cevabını bulun üstünde düşünün. Bunun daha vahim olan tarafı gelecek olan dijital çağı nasıl modelliye çekler biz İslam’ı hala tarım toplumuyla modelliyoruz. Sanayi toplumuna uyarlayamadık, dijital çağa nasıl modelleyeceğiz, bunları iyi okuduğunuzda halimizi iyi anlamış oluruz. Bugün Suriye’de devrim yapanları selamlıyoruz, onlara dua ediyoruz, onları takdir ediyoruz, birde onlardan özür diliyoruz. Çünkü yaptıkları devrimin alt yapısını biz Müslümanlar oluşturamadık, onlara uygulayacakları bir model sunamadık, Allah bizi bu konuda affeder mi bilemiyorum. Amma onlardan bizi affetmelerini diliyoruz. İşte devrim yapanlarla, devrim edebiyatı yapanların aralarındaki muazzam farklar. Allah tüm Müslümanlara basiret, feraset ihsan eylesin.

Bu yazımızda geçmişten başlayıp bu günü ve geleceği anlamaya çalışacağız. Yazdıklarım okuyanlar için ütopya gibi gelebilir amma geçmişten bu günler için söylenenler de o toplumlar için ütopya idi. Allah, sünnetullahı gereği toplumları değişimden geçiriyor insanlığı imtihan ediyor. Hz. Adam (a.s.)’dan başlayıp Hz. Muhammed (s.a.s.)’e kadar gelen peygamberlerin bize öğrettiği bir hakikat var. Bu hakikat; toplumlar dönüşüyor, gelişiyor bu dönüşen ve gelişen toplumlarda Allah’ın öğretisi ve mesajı kayboluyor. Bunu yeniden düzeltmek için gelen peygamberler. Allah Kur’an da Hz. Musa (a.s.) üzerinden bize bunu haber veriyor. Bu değişimin nasıl olduğunu Kur’an bize haber veriyor “Firavun, küçümseyerek sindirici bir bakışla kavmine bir göz gezdirdi. Onlar da Firavun'a boyun eğdiler. Çünkü onlar doğru ve mantıklı düşünmeyi terkeden, fâsık, âsî, bozguncu bir kavimdi.” (Zuhruf, 54)

“Şöyle dediler: “Bakın, bu ikisi var ya, bunlar birer sihirbazdır; sihirleriyle sizi yurdunuzdan sürüp çıkarmak ve benimsediğiniz ideal hayat tarzınızı yok etmek istiyorlar.” (Taha, 63) Okuduğumuz bu ve benzeri ayetlerde toplumun nasıl dönüştüğünü ve kimlerin buna öncülük yaptığını anlıyoruz. O toplumların yöneticileri, kendi istedikleri gibi bir toplum inşa etmek için Allah’ın vahyinden nasıl döndükleri ve kendi isteklerine göre tahrifat yaptıkları anlatılıyor. O toplamlarda da vahyi bilen topluma götüren bilginler vardı, din bunların tekelinde olunca toplum dini bunlardan öğrenince onlar istedikleri bir din modeli topluma sunuyordu. Bunun benzerini Hıristiyanlar üzerinden bize hatırlatılıyor. “Biz Hristiyanız” diyenlerden de kesin ve bağlayıcı söz almıştık; fakat onlar da kendilerine bildirilen ilâhî hükümlerin büyük bir kısmını unuttular. Bu yüzden aralarına kıyâmet gününe kadar sürecek düşmanlık ve kin saldık. Allah, onlara bütün yaptıklarını bir bir haber verecektir.” (Maide, 14)

Onlarda bir toplum idiler, kendilerine vahyedilen dini öğrenmediler hayat nizamı yapmadılar. Onun bilgisi sadece bilginlerindeydi, onlarda toplumu kendi istedikleri gibi bir din anlattılar, kitabı tahrif ettiler. Dini hayat nizamı yapmaktan çıkarınca toplum kendine yeni bir yaşam biçimi yani din inşa ediyor. Allah’ın ne istediğini önemseyen insanlar bunu gidip bilginlere soruyor onlardan öğrenmeye çalışıyordu. Onlarda kendi ve yöneticilerinin razı olduğu bir din anlatıyorlardı toplumlarına. Biz Kur’an’a tabi olan Müslümanların da durumu bunun bir benzeri desek yanlış olmaz. Geçmişte o çağın ve toplumların ihtiyaçları için yapılan uygulamalar o toplumlarda çözüm oluyordu. Kendi çağı kendi toplumları için Âlimler müçtehitler çözümlemeler üretmişler. Çağ değişince kitaba yaklaşım değişince din ve kitap ikinci planda kalmış. Sanayi devrimi ve sanayi çağını öngöremeyen Müslümanlar, bu çağın getirdiği sorunlara ve yaşam modeline çözümlemeler yapamadılar. Bunu yapamadıkları gibi fıkhı, sosyal hayatı dondurdular, bu konulara yönelenleri kınayıp tekfir ettiler. Biz Müslümanlar 1400 yıllık tarihimizde yaşadıklarımızın bir benzerini insanlık tarihi yaşamış desek yanlış olmaz din ve vahiy, toplum anlamında. Büyük resmin küçüğünü yaşadık yaşıyoruz diyelim.

Bugün yarınları öngörerek artık yepyeni bir çağ geliyor, dijital çağ. Geçmişte nasıl bugünleri bu çağı öngöremediyse geçmişlerimiz, bugün bizimde yarınları öngörüp yarınları gelecek nesiller için hazırlamalıyız. Bugün Müslümanlar kendi toplumlarına cüzümler üretmekte zorlanıyor. Çoğu konuda çözümler bulamıyorlar. Bugün bizim yaşadığımız toplumun Müslümanları yarınları öngörüp gelecek nesiller için çözümler üretmeli, yarınları bugünden inşa etmeliler. Bunun karşılığını Allah Kur’an da bize haber veriyor “Ashâb-ı Kehf kıssası “üzerinden bizim gündemimize getiriyor. Bu kıssada uykuya yatan 300 küsur yıl uyuyup uyandıklarında kendilerinin toplum için önerdikleri çözümlerin o toplumun inancı olduğunu görüyorlar. Bu kıssayı okuyan Müslümanlar bugünden yarınları inşa etmeyi öğreniyorlar aslında. Allah biz Müslümanlara yarınları inşa edin diyor. Yepyeni bir çağ geliyor dijital çağ. Bilginin çok kolay ulaşıldığı insanlığın artık dinini öğrendiği bir çağ. Yemek tarifinden yaşam biçimine, toplum nizamından değerler eğitimine her şeyin bulunduğu bir mecra. Artık eğitim toplum ve insanın merak ettiğini kolay ulaşacak.

Kısaca yeni bir din inşası veya yeni din bilginleri geliyor. Yapay zekâ diyorlar adına; sorunuzu soruyorsunuz o size cevabını veriyor. Teknik alanlarda yüzde yüze yakın doğru bilgi veren bu mecra insanların algılarında din konusunda da en doğruyu söylüyor olacak. Yeni dünyanın yeni âlimleri, hocaları, din görevlileri geliyor buna hazır mıyız? Bunun öncüleri bugün önümüzde duruyor, sosyal ağların fenomenleri bu gelen dünyanın ön görünümü diyelim. Bu dijital çağ artık hukuku yönlendiren devletleri yönlendiren istediğini suçlu istediğini masum gösteren bir dünya, biz bunun neresindeyiz. Unutmayın Müslümanlar dün bu mecralara deccal diyordu, şeytanın yeri diyorlardı. Buraları kullananlar tekfir edilir, tövbe etmeleri söylenirdi. Müslümanların buralardan uzak durmaları önerilirdi. Oysa bugün geldiğimiz noktada Müslümanlar bu dünyadan uzak değil, buraların inşa edeni olmalıydı. Biz kaçtık birileri buraları inşa etti. Bugün karşımızda nasıl bir sosyal medya ve türevleri var hep beraber görüyoruz. Savaş başlatıp savaş bitiren mazlumu zalim, zalimi mazlum olarak dünyaya yutturan bir mecra. Oysa buraların inşa edenleri biz olsaydık bunlar olmayacaktı, olsa bile çok düşük olacaktı. Bugün sosyal ağları yöneten Müslümanlar olsaydı, Gazzeler yaşanmazdı. Soykırım yapmaya cesaret eden olur muydu bir düşünelim. Ürkütücü âmâ, gelecek hakikat bu artık. Dini anlatan, dini tanımlayan yeni bir mecra var yapay zekâ. Bu mecranın nasıl bir yorumlayacağı biz Müslümanlara bağlı, eğer doğru dini bu mecralara anlatır ve yorumlarsak, bunun için gerekli teknolojik altyapıları kurarsak gelecek nesillere doğru dinin ulaşmasını sağlamış oluruz. Peki, soru şu bunu düşünen bunun geleceğini gören ve bu alanlara yatırım yapan Müslüman var mı? Bizim toplumda pek yok desek yeridir.

Bunları kurgulayan, buralara yatırım yapan Müslümanlar yapay zekâya dini yorumlatacak, bu konuda hiçbir şey yapmayanlar kaybolup gidecek veya terörist olacak. Artık tanımları yapan yapayzeka olacak hukuk alanında, vergi dairelerinde, hukuk bürolarında, devlet yönetimine kadar her alanda referans olacak, diğer bir deyimle bilirkişi artık yapayzeka, bu çok uzakta değil. Toplumu yönlendirecek topluma hangi alanda ne kadar hukukçu, ne kadar öğretmen, ne kadar kimyacıya ihtiyaç olduğunu yapay zekâ belirleyecek. Üniversitede tercih ettiğiniz bölümden mezun olunca işsiz mi kalacaksınız yoksa iş bulabileceksiniz bunları planlayan, size söyleyen yapay zekâ olacak. Bunları yapay zekânın kullanımına kimler sunacak temel sorun burada yatıyor.

Hırsızın oluşturacağı veri tabanı yapay zekâ tarafından yorumlanacak, o hırsızın istediği yönde yorumlayacak. Tefecinin oluşturacağı veri tabanı tefecinin istediği şekilde yorumlayacak yapay zekâ. Kısaca hayatın her alanında aktif bilirkişi yapay zekâ olacak desek yanlış olmaz. Hayatın bütün alanlarında bu kadar aktif olan bu platform tatbiki din konusunda suspus olmayacak. Bunu öngöremeyen Müslümanlar yarın dinlerinin nasıl tahrif edildiğini yapayzekâ dan öğrenmiş olacaklar. Bugün bu çağda devletler eliyle yapılan uygulamalar bunun geleceğini haber veriyor. Küresel ısınma, karbon ayak izi, karbon salınım ve buna benzer uygulamalar artık vergilendirilerek insanların uzaklaşmasını sağlamak için yapılıyor. İnsanlar bir yöne doğru yönlendiriliyor, artık kitap, kalem ve buna benzer materyaller çok pahalı olacak, vergilere tabi tutulacaklar. İnsanlık dijital dünyaya yönlenecek. Bu dünya kime ne sunuyor, işte önem arz eden burası olacak. Müslümanlar buraları inşa edemezlerse gelecek nesiller farklı bir din ve İslam ile karşılaşacaklar. Tıpkı Kur’an’ın haber verdiği gibi nasıl her toplum peygamberden sonra değiştiyse ve kutsalı kaybettiyse işte bizi bekleyen tehlike burası.  Müslümanlar artık geleceği iyi okumalılar yarınları gelecek nesilleri bugünden başlayarak inşa etmeliler. Gelecek bu çağın hazırlıklarını bugünden başlayarak yapmalılar. Nasıl geçmişlerimiz sanayi çağını hesaplayamadılarsa, bu çağın gereklerine uygun çözümlemeler yapamadılarsa, bugün bizim yarınları onların yaptıkları hatalara düşmeden yarınların inşasını yapmalıyız. Buralara yatırım yapmalı, gelecek nesillere bırakabilmeliyiz.

Bütün Müslümanlara çağrımız yarınları inşa etmek için çalışın, paralarınızı buraları inşa edenlere verin. Karz-ı Hasenlerinizi, zekâtlarınızı, infaklarınızı buralara yatırım yapanlara yönlendirin. Yarınlar için veri tabanları, datalar oluşturun. Unutmayın yapay zekâ bizim verilerimizi işleyecek biz bu verileri oluşturamaz isek yarınlarımızı kaybetmiş oluruz. Geçmiş kavimlerin başına gelenler bizimde başımıza gelmiş olacak.

Allah bu konuda çabalayan yarınlarını inşa eden toplumuna hakkı hakikati götüren öncülerden olmamız duasıyla.

Allah yoktan ver ettiği kullarından yeryüzünü inşa etmelerini istiyor. Hz. Âdem (a.s.)’dan son peygamber, Hz. Muhammed (s.a.s.)’e kadar, gelen bütün Peygamberler bu temel amaç için mücadele etmişler. Yeryüzünde, yeryüzünü, var eden rabbin istediği düzeni inşa etmek, yaratıcı ve hüküm koyucu olarak tek ilah olan Allah’ın yasalarının uygulandığı toplumu inşa etmek. Bizim toplumda ise Allah’ın kitabı sadece ibadetleri ve sevap toplamaya hizmet eden bir kitap olmuş. Oysa okuduğumuz kitap bizden temel bir amaç istiyor, kendi hükümlerinin uygulandığı bir toplum inşa etmemizi istiyor. Kitabı bir bütün olarak ele alırsak bize bir yaşam modeli, toplum modeli sunuyor. Biz bu kitabın sadece ibadetler kısmını almışız, kitabı bundan ibaret sayıyoruz. Oysa bu kitap, bizden ibadetten önce nasıl bir insan olmamız gerektiğini, yani ahlak alanını inşa etmemizi istiyor. Allah’ın istediği ve razı olduğu temel ahlakı kuşanırsak arkasından bize yol göstereceğini söylüyor. Bu temel ahlaka sahip olursak vahyiyle bize yol göstereceğini söylüyor.

Bunu Hz. Peygamber (s.a.s.) üzerinden bize öğretiyor. Hz. Muhammed (s.a.v.), Peygamberlik öncesi; ne kitap var, ne vahiy, cahiliye döneminde, o berbat toplumun içinde herkesin gıpta ettiği bir ahlaka sahipti. Onun künyesi “el-emin” idi. Allah mesajını kendi toplumunda emin kişi olarak tanınan kişi üzerinden topluma gönderecek, o emin kişiye yol gösterecektir. Bu temel ahlakın üzerine “taç” olarak “La ilahe illallah’ı” koyacak. Bu tacın altında bir toplum nasıl inşa ediliri öğretiliyor.

Şunu sakın unutmayın; o toplumda bir “El-Emin” vardı, birde “Ebu’l-Hakem” vardı. Vahiy yoksa toplumun Ebu’l-Hakem dediği kişilik, vahiy sonrası Ebu Cehil olacaktır. Amma “El-Emin” vahyin kılavuzluğunda toplumu inşa edecek. Toplumu Allah’ın istediği yurdu inşa etmeye başlamış olacaktır. Vahiy öncesi Ebu’l-hakem olan vahiyle Ebu cehil oluyordu, bugün bizim toplumda kendine emin diyenler, Ebu’l-Hakem’e dönüşüyor. Unutmayalım vahiy, Ebu’l-hakemlerin Ebu Cehil olduklarını söylüyor topluma.

Allah resulleri kendisine inen ayetlerle yol buluyor, onların ışığında Allah’ın kendilerinden istediği yurdu inşa etmeye başlıyorlar. Allah’ın kitabı bundan sonraki toplumlara bir mesaj veriyordu. Sizde bu kitabı kendinize kılavuz yapın ve Allah’ın istediği yurdu inşa edin diyor. Biz yaşadığımız toplumda Allah’ın bizden istediği yurdu inşa etmeyi çoktan unutmuşuz. Bu kitabı okuyup bir toplum inşa eden peygamberden, kitabı sadece ibadetler için okuyan bir ümmet oluverdik.

Ortada büyük bir problem var! ya peygamber anlamadı, biz daha doğru anladık, yâda biz ne Peygamber’i neden kitabı anlayabildik. Eğer Peygamber yanlış yapsaydı Allah onu uyarır ve düzeltirdi, böyle bir şey yok. Biz yanlış yapıyorsak bizi kim uyaracak yâda düzeltecek?

Gelin birkaç soru soralım kendimize Allah bu kitabı ve peygamberi bize ibadetleri öğretsin diye mi gönderdi? Kesinlikle hayır ibadetler kitabın sadece ufak bir kısmı. Allah bizden kitabında yapın ediği ibadetleri özgür ve rahat yapacağımız bir yurt, bir toplum istiyor öncelikle.

Allah bu kitabı okuyanlara sadece helal ve haramları öğrenelim diye mi gönderdi? Bu helal ve haramları okuyalım öğrenelim amma uymayalım!!!

Allah bu kitabı okuyanlara nasıl evlenip nasıl boşanmalarını öğretmek için mi gönderdi?

Allah bu kitabı okuyanlara miras nasıl taksim edilir bilelim diye mi gönderdi?

Sorular sorun ve soruları çoğaltın amma bu soruların cevaplarını da gönülden bulun ve yanıtlayın. Bu kitabı okuyanlar şu hakikati görecekler, bu kitap bir toplum modeli sunuyor insanlığa. Bu kitabın sunduğu modeli oluşturamayan toplum da kargaşa, terör, zulüm olur. Dönüp çevremize baktığımızda bunların her türlüsünü görüyoruz. Herkes bir çare arıyor, amma kimse kendilerini yaradan rablerinin ne dediğine dönüp bakmıyor bile. Allah bizden sadece ibadet etmemizi, sadece sevap kazanmamızı istemiyor. Bunları melekler zaten yapıyorlar, bizden istediği çok daha temel bir görev var, Allah’ın istediği toplum modelini Allah’ın razı olduğu ve Peygamber’in örnekliğinde inşa etmemizi istiyor. Tıpkı Hz. Peygamber’in kendi toplumunda uygulayarak yaptığı gibi, onlar vahyin rehberliğinde Allah’ın istediği toplum modelini inşa ettiler. Bize de kendi toplumumuza bu örnekliği okuyup onun örnekliğini model alarak uygulamamızı istiyor. Biz buna “Kur’an’ın Yurdu”nu inşa etmek diyelim. Kur’an’ın bizden istediği yurdu, toplumu inşa etmemizi istiyor desek yanlış olmaz. İşte bizim toplum bu temel ve asıl olan ödevi unutunca, fırkalara, cemaatlere, meşreplere bölündük. Kur’an’ın yurduna insanlığı çağırmayı unuttuk, kendi cemaat, meşrep ve hocalarımıza çağırmaya başladık. Her yapı kendini Allah’ın yurdu burası diye tarif etmeye başladı. Oysa bunların hepsi toplumu Kur’an’ın yurduna çağırmalıydı. Ortada böyle bir yurt kalmayınca, her yapı kendini Kur’an’ın yurdu olarak tarif etmeye başladı.

Gelin biraz açalım konuyu, vahiy öncesi Mekke toplumuna gidelim, o toplumda üstünlük yarışına giren kabileler vardı. Kendilerini en üstün en faziletli gören bu amaç için yarışan kabileler. O kabileler ve toplum da, hac var, kurban var, zekât var, farklıda olsa oruç var. Yani bugün bizim toplumda olduğu gibi. Bugün kabilelerin yerini cemaatler almış hepimiz üstünlük yarışındayız. Cennet satanımızdan, yanmayan kefen pazarlayanımıza varana kadar. O toplumda böyle değil miydi?

İnsanlık tarihi bize şu hakikati hatırlatıyor, Kitaba sırtını dönenler hep kaybettiler, kitaba tabi olanlar kazandılar. Bugün bizim toplumda bir karar veriyor kitaba sırtını dönüyor ve kaybediyor. Kurtuluşun kitaba tabi olmakla olacağını topluma anlatmak zorundayız. Bunu topluma anlatacağız amma kim ve nasıl olacak? Bunu da Allah bize rahmet edip öğretmiş. Toplumun emin olduğu kişilikler oluşturacağız, o emin kişi veya kişiler topluma mesajı götürecekler ki, toplum dinlesin kulak versin. Bunu Mekke toplumunda Allah bize modellemiş önümüze koymuş başlamamız gereken yer burası. Bakın bugün toplum Müslümanlara güvenmiyor, hatta hırsız, devleti soyan, yolsuzluk yapan olarak görüyor. Mekke toplumu da biraz böyleydi desek yanlış olmaz. Başlamamız gereken yeri çok ama çok iyi bilmeliyiz. Geçmişte bu toplumda kendini topluma emin olarak tanıtan kişilikler vardı, bir yorgan bir hırka diyenler, malı mülkü olmayanların reklamı yapılıyordu bu toplumda. Günün sonunda bu kişiliklerin nasıl bir servete hükmettiklerini hep beraber izledik ve izliyoruz. Burada sorun olan onların servetleri değil bir hırka bir yorgan muhabbeti yapıp toplumu buna inandıran, insanların birer yalancı oldukları. Bu algının toplumda yerleşmesini ve insanların bütün Müslümanlara bu algıyla bakmalarını sağlamaktır problem. Oysa bu oyunu iyi görmeliydik bu tuzağa düşmemeliydik, bu algıyı oluşturmak isteyenlere fırsat vermemeliydik.

Bakın bugün ibretle izliyoruz tahrif edilmiş de olsa kendi kitabının veya kutsalının etrafında toplanan bir avuç Yahudi, dünyayı sallıyor insanlığı ve bütün insani değerleri yok ediyor, karşısına çıkıp dur diyecek bir toplum olmuyor. Çünkü onların kötülüklerine karşı duracak hak kitabın mensupları kendi kitaplarına çoktan sırtlarını dönmüşler. Kitaba, vahye sırtını dönenler hep kaybediyor ve edecekler. Mekkeli müşrikler vahye, kitaba sırtını döndüler ve kaybettiler. Firavunlar, Nemrutlar, Calutlar kitaba, vahye sırtını döndüler ve kaybettiler. Bizim atalar, yani Türkler kitaba yüzünü döndüklerinde dünyevi nasıl bir başarı elde ettiklerini okuyoruz. Bugün sırtlarını kitaba döndükleri için nasıl bir zillet içinde olduğumuzu yaşayarak görüyoruz. Kur’an’ı okuyup onun istediği yurdu inşa etmek için yola çıkanlar dünyaya hükmettiler. Bugün aynı toplum Kur’an’ı sevap kazanmak için okuyor, nasıl bir zillet içinde ibretle izliyoruz.

Konuyu şöyle toparlayalım, bizim artık asıl amaca ve asıl hedefe odaklanmamız, Allah’ın bizden istediği yurdu insanlık için inşa etme hedefine kilitlenmeliyiz. Topluma önderlik edecek emin kişilikleri oluşturmalıyız, tıpkı peygamberlik öncesi Mekke toplumunda oluşan el emin kişilik gibi. Vahiy öncesi Mekke toplumu bir kişiliğe “El-emin” künyesi vermişti. Allah toplumun “El-Emin” dediği kişiliğe şunu söyleyecektir. “Senin üstün ahlakın Tevhit ile birleşince anlam kazanacak ve Allah’ın razı olduğu bir kişilik olacak”.  

Kelimeyi tevhit sancağı altında anlam kazanacak ahlakı kuşanmalıyız. İçimizdeki kirlenmiş bu temel ahlaki değerleri kuşanamamış önderleri, kişileri temizlemekle işe başlamalıyız. Toplum çaresizlik içinde kendilerini bu haksızlıktan, sömürüden kurtaracak eminleri bekliyor. Bütün Müslümanlara çağrımız olsun! Allah rızası için bu eminlik vasfına sahip olmayanlar ceketlerini alsın çekilsinler. İki hayra hizmet etmiş olsunlar, bir Allah’ın dinine kendileri üzerinden gelen kötülükleri kessinler. İkincisi de emin kişilere yol açsınlar. Toplum İslam’ın nuruyla tanışmış olsun. Artık fırkaları, cemaatleri terk edip hep beraber Allah’ın bizden istediği yurdu inşa etmeye başlayalım.

Hepimizin görevi ve sorumluluğu Kur’an’ın yurdunu insanlığa armağan etmek olması duasıyla!

Yaşadığımız bu toplumda, yani Türkiye’de 6284 sayılı kanunu sizce kimler yaptı?

Bu topluma kendilerini Müslüman olarak tanıtan, yaptıkları siyasete Hz. Yusuf (a.s.)mı referans gösterenler değil mi?

Peki, kadının beyanı esastır hükmü hangi toplumun kanunu bilen düşünen var mı?

Ben söyleyeyim kadının beyanı esastır, hukuku firavunun uyguladığı kanundur. Hz. Yusuf’u haklı olduğunu bile bile hapse attıran kanunun ta kendisidir. Çünkü melikin hanımı soylu kadındı ve onun beyanı esastı doğru mu?

Peki, kadının beyanı esastır kanununu koyanlar, nasıl oluyor da Hz. Yusuf’u kendilerine referans gösteriyorlar?

Hz. Yusuf bu kanunun veya kuralının mağduru, bunu bize Kur’an söylüyor.

Biz ne zaman aklımızı başımıza alacağız ve gerçekten tefekkür edeceğiz?

Bu kanunu yapanlar bu ayetleri hiç okumadılar mı? Eğer okuduysalar nasıl Firavun uygulamalarını kendini İslam’a nispet eden topluma dayatıyorlar. Bu kanunlar mazlum, müstezaf, kesimlere dayatılırken neden kendine Müslüman diyenler itiraz etmiyor, toplumu bu yanlıştan haberdar etmiyor. Ben bunlara itiraz edip sokaklara, meydanlara dolan Müslümanları nedense hiç görmedim. Bakın bugün bu kanunla yüz binlerce insan ya hapislerde veya onuruna yediremeyip intihar edip toprağın altında. Siz birde bunların ailelerini bir düşünün rakamların nerelere vardığını hayal edin.

İşin garip tarafı nedir diye sorarsanız, böyle bir kanunu ne cumhuriyeti kuranlar bu topluma dayatmaya cesaret edebildi, nede cumhuriyet savunucusu partiler ve bunlara benzer yapılar böyle bir kanun yapmayı hayal ettiler. Ya cesaret edemediler veya ters tepeceğini bildikleri için hiç böyle bir işe soyunmadılar. Bu büyük ifsadı bu topluma kendine Müslüman diyenlerin elleriyle yaptırdılar. Bakın bugün bu kanunun yanlışlığını görüyorlar yapanlar kaldırmak istiyor amma savunuculuğunu kimlerin yaptığına dikkat edin, kimlerin kimleri kullandığını göreceksiniz. Bu konuyu bize Allah kitabında anlatıyor gelin bakalım.

Olacak bu ya, evinde bulunduğu kadın onun nefsinden murat almak istedi, kapıları iyice kilitledi ve: “Haydi, gelsene!” dedi. Yûsuf hiç tereddüt etmeden: “Böyle bir şey yapmaktan Allah’a sığınırım. O, benim efendimdir. O bana güzel bir mevki verdi ve bana çok iyi davrandı. Doğrusu bunu kötüye kullananlar asla kurtuluşa eremezler” dedi. Yusuf 23.

Yûsuf’a da: “Yûsuf! Sen bu olaydan kimseye bahsetme!” tavsiyesinde bulundu. Tekrar eşine dönüp: “Ey kadın sen de günahın için af dile. Çünkü sen gerçekten büyük bir hata yapmışsın” dedi. Yusuf 29

Kral, kadınları toplayıp: “Ne idi Yusuf’la aranızda geçen? O’nun nefsinden murat almak istediğinizde Yûsuf size nasıl davranmıştı?” diye sordu. Onlar da: “Hâşâ! Allah için söylemek gerekirse, ondan herhangi bir kötülük görmüş değiliz” dediler. Bunun üzerine Aziz’in hanımı: “Artık gerçek açık seçik ortaya çıktı: Ben onun nefsinden murat almak istemiştim; o ise şeksiz şüphesiz sadık ve dürüst insanlardandır” itirafında bulundu. Yusuf 51.

Yukarda yazdığım ayetlerle Allah bize bir hakikati anlatıyor. O hakikat o toplumda soylu kadının beyanı esas alınarak hüküm veriliyor. Bu uygulamayı çok iyi bilen kadın kocası olan üst düzey yönetici mevki makam sahibi melik bile olsa ona çok rahat ihanet edebiliyor. Bunu bize insanlar anlatmıyor, aksine Allah vahiyle kitabında bize haber veriyor. Bunları anlatmasının bir sebebi olmalı, burayı iyi düşünmek tefekkür etmek gerekiyor, biz bu ayetleri sevap kazanmak, hatimler yapmak için okuyoruz. Hakkını verelim birde ölen olursa mezarının başında okuyoruz.

Oysa biz kitabın muhatapları, şu hakikati görmeliydik, Allah kitabında bize kadının beyanı esastır derseniz, bu kandın karşısındaki kim olursa olsun bunu kullanacak. Tıpkı Hz. Yusuf a.s. örneğinde olduğu gibi.

Benim aklımın almadığı bu kanun yapılırken bu toplumun din işlerinden sorumlu kurumu ve diğer Müslümanlar neden buna isyan etmiyor olmaları. Bunun zararını toplumun bütün katmanları yaşayacak, Allah’ın beyanını dikkate almadığınız takdirde toplumda önü alınmaz toplumsal sorunlara sebebiyet verecek. Bugün karşımızda duran toplumsal vahşet bunların eserleri değil midir?  Haberlerde eşini sevgilisini öldürenlerin haberleri yapılırken bu kanun yapılıyor kadını korumak için doğru mu? Bu kanundan sonra artık Ailecek katliamlar görmeye beşledik, artık sadece kadın değil çoluk çocuk hepsi öldürülüyor, bunları yapan sonrasında kendi canına kıyıyor.

Hz. Yusuf’u siyasetlerine referans gösterenlere birde şu soruyu sorun; Hz. Yusuf melikten iktidarı devraldıktan sonra hapis haneler doldu mu yoksa boşaltıldı mı? Ben bildiğim kadarıyla kaynaklar suç oranlarının düştüğünü hapis hanelerde suçsuz yere yatanlar serbest kaldılar, hapis haneler boşaltıldı desek yanlış söylemiş olmayız.

Peki, bugün onu siyasetlerine referans gösterenler, bu toplumda iktidardalar neden hapishaneler dolup taşıyor. Burada bir sorun yok mu? Yusuf’u referans gösterip Firavun’un uygulamalarını yapıyorlar demek olmaz mı?

Hz. Yusuf diye çıktıkları yolda vardıkları nokta Firavun uygulamaları oldu.

Gülen yüzü, tebessüm eden çehresiyle bir Ahmed kalkan geçti bu toplumdan. Yaşam biçimiyle, samimiyetiyle, Allah için yaşamak, Allah için ölmek düsturuyla yaşayan bir dava adamı. Sözleriyle yaşamı uyum içinde olan, yapamadığını başkalarına tavsiye etmeyen bir ahlak erdemi ve örnekliğiyle bir Ahmed kalkan geçti bu toplumdan. Konuşmalarında, yazılarında, sineklerle uğraşmayan aksine çöplüğü kurutmaya gayret eden bir kişilik. Hayatını Allah’ın dinini doğru anlama ve anlatmaya vakfeden, bu uğurda 10’larca hastalığa rağmen koşuşturan bir dava adamı. Ben Âlim değilim, ben Kur’an talebesiyim diyen, nezaket ve tevazu dersi veren, ahlakıyla bir Ahmed Kalkan geçti bu toplumdan.

Mütevazı yaşam tarzıyla, kendisini tanıyan herkeste etkiler bırakan bir ahlak ve erdem timsali geçti bu toplumdan. Sorunu, sıkıntısı olan ve her isteyenin istediği zaman ulaştığı, çoğu zaman geceleri bile insanların dertleriyle dertlenip, uyumadığı ve bundan hiç şikâyet etmediği bir ahlak sahibi. Yaşadığı semtten oturduğu eve kadar, mütevazı olmayı tercih eden bir ahlakı kuşanan biriydi. Talebelerinin her türlü sıkıntısıyla dertlenen, onların sıkıntılarını onlarla beraber yaşayan güzel bir insan geçti bu toplumdan.

Ailesinde örnek bir aile babası, çevresinde sorun çıkaran değil sorun çözen hayata hep olumlu taraftan bakan bir kişilik. Yazdığı eserleriyle övünen kibirlenen değil sanki onları kendisi yazmamış anlayışıyla sıradan bir vatandaş gibi yaşayan bir karakter.

Çok iddialı bir söz olacak amma kendisini tanıyıp görüşen, beraber zaman geçiren kim varsa “ben ondan şu zararı gördüm” diyen bulamazsınız.

Dönüp kendinize bakın ve şu söylediğim sözleri sizde arkanızdan söylete bilecek misiniz? Bu söylediğim söz Mekke de İslam öncesi yetim Muhammed içinde söyleniyordu. Çünkü o toplum ona el-Emin diyordu. Bugün, bu temel insani erdemleri ve ahlakı kuşanmış kaç hocamız, kaç cemaatimiz veya insanımız var. Ben kendisiyle yaklaşık 20 yıllık tanışıklığım vardı, yeri geldi maddi sıkıntı çekti, yeri geldi 10’larca hastalıkla mücadele etti. Ailesiyle soba gazından zehirlendi ve çocuğunu kaybetti, kendisi aylarca hastanelerde yattı. Hiç isyan eden olumsuz bir söz söylediğine şahit olan olmamıştır. Hep şükreden, tebessüm eden, imtihan diyen bir kişilik vardı karşımızda. Derslere sohbetlere kendi imkânlarıyla saatlerce otobüs, toplu taşıma araçlarıyla gider gelirdi. Hiç geç kaldığına şahit olan olmamıştır. Biriyle sözleştiği zaman saatinden önce giderdi. Onu tanıyan görüşmek için sözleştiğinde geç geldiğini veya unuttuğunu söyleyen pek bulamazsınız.

Bu dünyada bir makam mevki için hiç çabalamadı, kendisine teklif edildiğinde şu arkadaş buna daha yetkin o yapsın derdi. Kendi işini kendisi görürdü, kimseyi kendisine hizmet ettirmezdi, talebelerine bile hizmet ederdi. Yazdığı eserlerinde telif hakkı koymaz, basılıp dağıtılmasını, çoğaltılmasını isterdi. Toplumda bu kadar tanınmış olmasına rağmen onun bir makam aracı veya bir şoförü yoktu. Konferanslara, derslere kendi imkânlarıyla giderdi, kimseden bir ücret talep etmezdi, aksine gittiği yerlerde bir ihtiyaç hâsıl olduğunda kendisi imkanı ölçüsünde katkı sağlardı. Daha sayamayacağım nice erdemlere sahip bir insandı kendisi. Onun bu toplumda karşılık bulması işte bu temel ahlaki değerlere sahip olmasındandı.

Ben bunu İslam öncesi Mekke dönemindeki yetim Muhammed’in ahlakına benzetiyorum. Yaşadığınız toplumda öyle bir ahlaka sahip olacaksınız ki toplum size emin kişi desin, unutulmuş insani değerleri sizin üzerinizde bulsun, örnek olsun topluma. Siz bu temel insani değerleri kuşanınca Rabbiniz sizi yalnız bırakmayacak rahmetiyle koşacak. Vahiy bu ahlakın üzerine inecek, bu ahlaka sahip olmayanlara inen vahiy, ahlaksız Müslüman tiplemesi oluşturacak. Bizim toplumun en temel eksiği işte tamda budur desek yanlış olmaz. Siz temel insani değerleri ve ahlakı kuşanın ki, vahiy sizinle hayat bulsun, ete kemiğe bürünsün, topluma adalet ve huzur taşısın. Eğer bu temel ahlaka sahip değilseniz topluma adalet değil aksine kaos taşıyorsunuz. Hem de Allah’ın adıyla başlayarak kendi ahlaksızlığınızı Allah’ın adıyla boyayıp topluma yutturuyorsunuz. Bunu Ebu Lehepler, Ebu Cehiller de yaptılar.

Rabbim bu toplumda hoş bir seda bırakan, arkasından tanıyanlar “güzel insandı” dedirten Ahmed Kalkan hocamıza rahmet eylesin. Biz bu dünyada onu tanıyanlar onun Rabbinin istediği ahlakı kuşanan bir dava adamı olduğuna yaşayarak şahitlik ettik, rabbim de şahit olsun.

Abese suresi,  kitaba tabi olan bizlere şu mesajları sunuyor. Sûre Mekke döneminde nazil olmuş olup içerdiği uyarılar evrensel değerler taşıyor. Müslüman Âlimler bu uyarıları o günün Mekke yöneticilerine yönlendirse de asıl muhatabın kitaba tabi olanlar olduğu bir hakikat. Tefsirciler bu surenin ilk ayetlerinin muhatabı Velid bin Muğire olduğunu aktarıyorlar. Oysa biz anlamak ve hayata taşımak için okuyorsak muhatap değişecektir. Asıl muhatap kitaba tabi olanlar yani Müslümanlar olacaktır. Çünkü bu kitap Müslümanlara iniyor ve onu okuyup hayata, topluma hâkim kılmak Müslümanların görevi.   Kitabın tehditlerini sadece geçmiş çağlarda yaşamış kişilere hasretmek bizi görevimizden ve sorumluluklarımızdan uzaklaştırır. Oysa bu surenin ilk ayetlerinde anlatılan, kınanan kanaatimizce Hz. Peygamber değil, karşısındaki topluluktur. Bir iki kişi değil aksine sayılan olumsuzlukları barındıran topluluklardır. Bugün kendi toplumumuzda bu sayılan olumsuzlukları barındıran insanlar bu tehdidin muhatapları olacaklar demektir. Gelin ayetleri beraber okuyalım.

﴾1﴿Yüzünü ekşitip başını çevirdi

﴾2﴿ Görme engelli o kişi geldi diye.

﴾3﴿ Ama (ey Peygamber!) Sen nereden bileceksin, belki o kendini arındıracaktı.

﴾4﴿ Yahut o bir öğüt alacak, bu öğüt kendisine fayda verecekti.

﴾5-6﴿ Sen ise kendini her bakımdan ihtiyaçsız görenle ilgileniyorsun.

﴾7﴿ Onun arınmamasından sen sorumlu tutulmayacaksın ki!

﴾8-10﴿ Gönlünde Allah korkusu taşıyarak koşup sana geleni umursamıyorsun!

İlk ayette yüzünü ekşitti başını çevirdi ifadesiyle, bunu yapanın âmâ kişinin Hz. Peygamber’in yanına geldiğinde onu beğenmeyen, onları insan yerine koymayan Mekkeli elitler olduğu görünüyor. Çünkü vahyin başından beri Müslümanları ve Hz. Peygamber’i aşağılayan iman edenlere ayak takımı diyen bir zihniyet var. İşte bu zihniyeti temsil edenlere tebliğ yapan Hz. Peygamber’in olduğu ortama aniden giren âmâ kişiyi gören bu müstekbirler yüzlerini ekşitiyor, başlarını çeviriyorlar.

Burada bir mesaj da sanki tüm ümmete geliyor. Dikkat edin içeri giren âmâ görmüyor, kimin ne yaptığını görmüyor. Yani gaybi bir konu onun için amma Allah sanki bugünün Müslümanlarını ta o günden uyarıyor. Size arınmak için gelen yüreği Allah korkusuyla dolu bir âmâyı, bir garibanı makam mal, mülk sahipleri için ötelemeyin diyor.

Bu sureyi okuyan Müslümanlar hele bir de liderse uykuları kaçmalı, çünkü eğer genel kanaati alırsak bu uyarıların Hz. Peygamber’e olduğunu söylüyor ki bu durumda onun varisi olanlar aynı uyarıların muhatabı oluyorlar. Biz bu ayetlerde yüzünü ekşiten, sırtını dönen o toplumun elitleri olduğu kanaatindeyiz ki böyle olsa bile yine muhatap Müslümanların yöneticileri oluyor. Uyarılar bunlara yapılıyor.

Gelin biraz güncelleyelim, bugün yaşadığımız toplumda cemaatlerimiz ve onların yöneticileri bu ayetlerin muhatabı değil mi?

Oturun düşünün siz bir cemaate gidiyorsunuz arınmak için, size yapılan muamele veya karşılama nasıl oluyor, bir de zengin varlıklı biri geldiğinde ona yapılan muamele nasıl oluyor.

Bir makam sahibi geldiğinde ona yapılan muamele nasıl , size yapılan muamele nasıl!.  Bir milletvekili, vali gibi insanlar geldiğinde onlara yapılan muamele nasıl , bir de size yapılan muamele nasıl !.

Cemaat liderlerimiz zengin bir finansör bulmak için neler yapıyorlar, bir de yanında dava arkadaşlığı yapmış sıradan insanlara nasıl muamele yapıyorlar!  Tek çırpıda yanındaki dava arkadaşını silip atıyorlar, amma imkân sahibi birini kendi cemaatinden olmasa bile ne ikramlar hürmetler sunuyorlar. Bu ayetlerin tehdit ettiği aslında bunlar değil mi?

Size yaşadığım bir anımı anlatayım, bu konuyla bağlantılı olduğu için yazıyorum. Yıllar önce bir cemaatin faaliyetlerine katılıyorum,  İslam’ı yeni tanıdığım dönemler. Bir gün sohbet için gittiğim mekânda yöneticiler toplantı yapmışlar biz de üstüne gitmiş olduk, biraz da erken gittik. Bende sakal namaz sorunundan dolayı işimi bırakmıştım. İşten ayrıldığımı duyan yöneticilerden bir kaçı kendi aralarında konuşurken işitmiştim. Aynen şu cümleyi kurmuşlardı bizim aramıza gelenler işsiz güçsüz olanlar, işi olanlar da işini bırakıyorlar sanki biz bunlara iş vereceğiz diyorlardı. Hiç unutamıyorum bu anıyı, bugün bu sureyi okuyunca bağlantı kuruyorum, galiba bunları söyleyenler bu ayetlerin anlattığı veya uyardığı kişiler diyorum. Yanlış bir okuma değil ayeti kendi yaşadığınız topluma indirdiğinizde karşılığı geliyor önünüze. Bu arkadaşları kınamak için yazmadım realiteyi yazdım, bugün yaşadığımız toplumda maalesef bu uyarılara muhatap olmayan Müslüman yok denecek kadar az. Hele Müslümanların yöneticileri arasında bile bulmak çok zor. Çünkü biz ayetin muhatabını 1400 yıl öncesinde yaşayan bir şahıs olduğunu söyledik işin içinden çıktık. Oysa unuttuğumuz bir gerçek var yaradan Allah bütün yarattığı kullarına eşit mesafede duruyor. Hz. Musa a.s.’a “firavuna git o haddi aştı ona yumuşak söz söyle belki öğüt alır” diye buyuruluyor. Aynı durum Velid bin Muğire için de geçerli onun da yumuşak söze ve uyarılmaya ihtiyacı var. Buradaki muhatap bu kişiden çok sıralanan olumsuzlukları yapan bütün insanlar olduğunu bilmemiz gerekiyor. Biz işin kolayına kaçıyoruz ibret almak hayata taşımak yerine birinin üzerine yıkıp kurtulduğumuzu sanıyoruz. Biraz da yahudilerin günah keçisi bulup işi ona yüklemeleri gibi.

Bu toplumun Müslümanları olarak tuhaf insanlarız, yüzünü ekşiteni, sırtını döneni 1400 yıl öncesinin Mekkesinde arıyoruz. Kendi hayatımızda aramamız gereken olayı yüzyıllar öncesinde arıyoruz. Bizim kendi hayatımızda, haz etmediğimiz insanlar yanımıza geldiğinde yüzümüzü ekşiltip sırtımızı dönmüyor muyuz?

Bizim cemaat liderlerimiz başka cemaatlerin yöneticileri kendilerinden ilmi bir konuyu münazara etmek istediklerinde onlara sırtını dönmüyorlar mı?

Bugunun Müslümanları kendilerinden olmadıkları için kardeşlerine bırakın sırtını dönmeyi onları hain, ilan etmiyorlar mı?

Bizim toplumun Müslümanları beraber dava arkadaşlığı yaptığı kardeşlerine menfaatleri için sırtını dönmüyorlar mı?

Soruları çoğaltmak mümkün bu ayetlerin uyardığı kişiler bunları yapanlar değil mi? Okuduğumuz ayetleri güncel hayatımıza taşırsak karşılığı oluyor. Karşılığını bulan ayetler bize yol gösteriyor olacak. Bizim arınmamızı sağlayacak, biz nedendir bilinmez hayata indirmek yerine tarihe hapsediyoruz. Bizim görevimiz kendi toplumumuzda bu ayetlerin muhataplarını bulmak ve uyarmak olmalıydı.

Bu ayetleri kendi toplumumuzda güncellemeliyiz, uyarılarını güncel karşılıklarını bulup hayata indirmeliyiz, tarihin geçmiş sayfalarında hapsetmemeliyiz.

Allah tüm Müslümanlara feraset, basiret ve arınma yolunu nasip etsin. 

Peygamber varislerinde aranması gereken vasıflar.!!

Kendi cahiliye toplumunuz da, kendiniz üstün bir ahlaka sahip olmanız gerekir. Tıpkı Hz. Peygamber’in kendi toplumunda emin kişi olduğu gibi. Bırakın düşmanlarınızı kendi cemaatinizde veya Müslümanların haklarını tıpkı Allah Resulü gibi teslim ediyor mu? yoksa kendi malıymış gibi üstüne mi çöküyor? Daha Müslümanların haklarını teslim edemeyen nasıl Allah Resulünün varisi olduğunu iddia edebilir, bunu sizlerin İslam ve Kur’an bilginize bırakıyorum.

Yaşam biçimi Allah Resul’ünün yaşam biçimi gibi olmalı. Yaşamında kimsenin hakkını, hukukunu ihlal etmemiş, kendisi hakkında böyle bir algının olmaması, çünkü Allah Resulü Mekke toplumunda böyle bir algıyı topluma vermişti. Toplum onun ister Müslüman olsun ister başka inanca sahip olsun, kimsenin hakkını hukukunu asla zedelemeyeceğini biliyor ve söylüyordu. Onun varisleri de kesinlikle böyle olmak zorundalar.

3. Söylemleriyle amelleri tutarlı olmalı, söylediklerini kendisi bir yaşam biçimi yapmak, başkalarına bir şeyler söylerken önce bunları kendisi yaşıyor olmalı. Tıpkı Hz. Peygamber’in İslam öncesi Mekke döneminde sahip olduğu ahlak gibi çünkü o ahlak Allah’ın taktirini almıştır. Söylemlerinde Allah Resulünü dilinden düşürmeyen ve onun varisi olduğunu söyleyen, önce kendisinin bu temel ahlaki değerlere sahip olalı. Söylemlerinde ahlaktan, haktan, hukuktan, vahdetten bahseden önce kendisi bu konuda kendisinin Allah’ın Resulünün ahlakına ne kadar benziyor diye sorgulamalı. Eğer kendisinde bunlara benzer zaaflar varsa en azından bunları sloganlaştırmamalı.

4. Yaptığı ticaretinde, hiç kimseye zarar vermemiş, kendisine teslim edilen emanetleri eksiksiz sahiplerine teslim etmiş olmalı. Tıpkı Hz. Peygamber’in hicret sırasında düşmanlarının bile emanetlerini teslim etmesi gibi. Medine de bir Yahudi ile bir Müslümanın anlaşmazlığını Allah Resulüne götürdüklerinde yahudiyi haklı görüp hakını teslim etmesi gibi. Eğer Müslümanların cemaat lideriyse, elinde olan imkanların birilerinin emanetleri olduğunu bilmeli ve hak sahiplerine eksiksiz teslim edilmelidir. Unutmamalı ki Allah onu bu imkanlarla imtihan ediyor, Allah’ın Peygamber’i bile olsanız bu imkanların sahibi olamazsınız, onları hak sahiplerine teslim etmekle yükümlü ve sorumlusunuz. Çünkü örnek aldığınız Peygamber aynen böyle yaptı. Eğer onun varisi iseniz sizde böyle yapmak zorundasınız. Cemaatinizde bir gurup insan veya bir dernek sizden ayrılıyorsa onların haklarını çağırıp eksiksiz teslim etmelisiniz. Bunu kendinizi yerine koyduğunuz Allah resulü olsaydı nasıl yapardı demelisiniz. Çünkü o bunların nasıl olacağını bize yaşayarak örnek olarak bıraktı.

5. Çevrenizde birilerinin ailevi sorunlarını çözmek istiyorsanız ve bu konuda öncülük yapıyorsanız, sizin aile hayatınız örnek aldığınız Hz. Peygamber’in aile hayatıyla uyumlu olmalıdır. Çünkü yaptığınız tavsiyeleri önce kendi aile hayatınızda yaşıyor olmalısınız. Yaşamadığınız şeyleri başkalarına tavsiye etmeniz tutarsızlık olur. Bir cemaatin lideriyseniz ve çevrenizde ailevi konularda size gelenler oluyorsa en azından Allah resulüne benzemelisiniz. Eğer hem lider hem uçkur düşkünüyseniz bu konulara asla girmemelisiniz. Çünkü toplum sizin her yönünüze bakacak ona göre değerlendirecektir, sizin durumunuz tıpkı Allah Resulü gibi bütün hayatınız topluma mal olacak ve bu konuda çok ama çok hassas olmalısınız. Eğer değilseniz o zaman bu konuma asla talip olmamalısınız, çünkü bu zaaflarınız Müslümanlara zarar verecektir.

6. Yanınızda çalışan, hizmetliniz bile olsa ona örnek aldığınız Hz. Peygamber’in davrandığı gibi davranmalısınız. Enes bin Malik bu konuda size model olarak sunulmuştur. Kaynaklarda yeterince bilgi mevcuttur. Bırakın hizmetçinizi yanınızda duran cemaat mensubu veya okullarınızda eğitim gören öğrencilerinizi kendinize hizmet ettirmemelisiniz. Çünkü örnek aldığınız Hz. Peygamber aynen böyle yapardı, bunlara zaafınız varsa sakın bu konumlara talip olmayın Müslümanları zor duruma düşürüp zarar vermeyin.

7. Eğer Müslümanların liderliğini yapmak istiyorsanız, dünyevi bütün rütbe, menfaat, şan ve şöhret gibi istek ve arzularınız olmamalıdır. Yani Müslümanların liderliğini kendiniz için bir basamak olarak kullanmamalısınız. Eğer böyle bir arzunuz varsa bu konuma asla soyunmamalısınız. Eğer bu konuda zaafınız varsa sizden günün sonunda Kral, Melik veya padişah olacaktır. Bugün içinde bulunduğumuz parçalanmışlık bunların sonucudur.

8. Eğer bir cemaatin lideriyseniz yakın çevremize buradan menfaat sağlamamalısınız. Müslümanların emanetçisi olduğunuzu bilmeli ve yakın çevrenize buradan iş, ticaret vb. Konuları asla yapmamalısınız. Hz. Ömer’in oğlunu Halifelik için önermelerini istediklerinde verdiği cevap bunun modelidir. “Bizim aileden bir kurban yeter” diyordu.

Bütün bunlarla beraber yukarda yazdığımız, ve yazmaya güç yetiremediğimiz konularda geçmişi sorunlu ve problemli şahsiyetler kesinlikle Müslümanların liderliğine soyunmamalılar. Kendilerine böyle bir teklif geldiğinde geçmişindeki problemlerin gelecekte, kendisi üzerinden Müslümanlara zarar vereceğini söyleyip elinin tersiyle itmelidir.

Eğer bütün bu problemleri olduğu halde bu konuma soyunuyorsa, ya kişisel hırsları ve ihtirasları için yapıyordur veya Müslüman’ların menfaatlerini kendi şahsi menfaatleri için kullanıyor demektir.

Değerli Müslümanlar sizde çevrenizde sizi cemaatine Çağıran birilerini görürseniz işte Allah Resul’ünün vahiy öncesi Mekke dönemindeki ahlak’a sahip mi sizi davet eden kişiler bunlara dikkatli bakmanızı tavsiye ederim. Eğer Allah Resul’ünün varisleri olduğunu söyleyenlerin en azami Mekke dönemindeki Muhammed’in ahlakına sahip olmaları gerektiğini bilmeliyiz.

Eğer biz bu hassasiyeti gösterirsek bizim liderliğimize soyunanlar, bu temel ahlak’a sahip olmaları gerektiğini bilirler. Kendilerini böyle yetiştirirler.

Unutmayalım bütün bu değerlere sahip kişi Alim vasfını alır. Çünkü vahiy bu değeri barındıran kişiliğin üzerine inmiştir. Bu vasıfları barındırmayan kişiler hep birilerini kendine kalkan yaparlar meşrulaşmak için. Bunu ya bir meşhur tanınan kişinin yanında resim vererek yaparlar. Veya kendinden önce toplumda karşılığı olan bir hocanın adını kullanarak yaparlar. Bu tiplerin gözden kaçırdığı hakikat şu bu yaptığını Allah resulü yapmadı, toplum bunları görecek ve neyin peşinde olduğunu anlayacaktır.

Asıl problem bu tür kişilerin günün sonunda Müslümanlara verdiği zararın onarılamaz yaralara sebebiyet verdiği hakikatidir. Bugün Müslümanların bölük pörçük olmasının en temel sebeplerinden biri işte budur.

Bu yazımızda, yaşadığımız toplumda, karşı iki cinsin birbirlerine karşı verdikleri iktidar yarışını gündemleştireceğiz. Yapacağımız analizler, kendi okumalarımızdan elde etmiş olduğum çıkarımlarımdır. Biz konuyu Allah’ın kitabı ve onun Resulünün yaşayarak bize örnek olarak bıraktığı sahih sünnetinden yola çıkarak anlamaya gayret edeceğiz. Yaşadığımız toplumda genel olarak bir deyim kullanılır, “biz ataerkil bir toplumuz.” Aslında bu deyimin hiçte öyle olmadığını göreceğiz. Ben bu toplumun, “anaerkil” bir toplum olduğuna inanıyorum. Bu kanaate varmak için ailenizi, akrabalarınızı ve yakın çevrenizi analiz edin, bu gerçeği göreceksiniz. Çocukların evliliklerinden tutun da yaşam bicilerine kadar müdahale eden anneler… Erkekler için “ana kuzusu” sözleri, kız çocukları için “anasının kızı” sözcükleri boşuna değil. Aynı anne ve babanın çocukları hep bir arada yaşarlar tâ ki evlilik dönemine kadar, evlilik olunca kardeşler birbirine hasım kesilir, bunun temel sebebi evlendikleri eşleridir, birinci derecede. Bizim toplumda yukarda söylediğim ataerkil deyimi bilinçli olarak kullanılıyor. Kadınları erkeklere karşı iktidar yarışının içine çekmek için yapılıyor. Bu tuzağa bu toplumun insanları maalesef kolay düştüler. Allah kendilerine “siz birbirinizin örtüsüsünüz” diyorken bunu hiç düşünmeden yarışın içinde bulduk kendimizi. Bu yarış son 20 yılda kendilerine Müslüman diyen bir kesimin iktidar olmasının temel saç ayağı oldu. Bu partinin politikalarına bakın temelde tamamen kadın üzerinden yürütülüyor. Kadınları kışkırtıp erkelerin üzerine musallat eden bu çirkin politikalar, Müslümanların bir birine örtü olması bir yana birbirinin hasımı haline büründü. Çok tuhaftır ki, bu toplumun Müslüman olduğunu haykırarak söyleyen örtülü kadınları yapılan bu politikalara hiç itiraz etmiyor, aksine sıkı sıkıya sarılıyorlar. Oysa Rahmanın Rahmetine ancak birlikte ulaşacaklarını unutmuşlar. Kıyasıya bir iktidar yarışıdır almış başını gidiyor.

Oysa biz bu dünyaya iktidar yarışı için eğil birbirimizi cennete götürmek için gönderilmiştik. Bu temel gaye unutulunca kim iktidar, kim daha güçlü algılarıyla birileri bizi ifsat ediyor. Verilen haklar alınan haklar, kim kime ne hak dağıtıyor? Allah bunları Müslüman için kitabında dağıtmış, neden beğenmeyip kendimizi Allah’ın yerine koyup yetki gaspına soyunuyoruz. Siz Allah’ın hudutlarını aşarsanız O’da sizi işte böyle zelil eder. Tesettürlü kadınlarımızın yanına mini etekli kızlar koyarlar, bunu da gayet normal bir olgu olarak kabul ederiz. Sakallı, namazlı/niyazlı babaların yanına dövmeli, dar pantolonlu gençler oluştururlar. Bu bizim kendi ellerimizle yaptıklarımızın bu dünyada ki tezahürü. Siz birde bunun ebedî olan ahiret gününü ve hesap gününü düşünün.

Şöyle bir soru soralım bu yukarda yazdıklarımızı gerçekten Allah’ın kitabına O’nun Resulüne tabi olan bir Müslüman yapar mı? Eğer yapıyorsa buna Müslüman denir mi? Kanaati sizlerin Kur’an bilgisine bırakıyorum.

Gelin birkaç örnek yazalım, çevrenize iyi bakın dün yanlış diyerek isyan eden insanımız, bugün dün yanlış dediğine nasıl sarılıyor. Çevrenizde çok görmüşsünüzdür yengesini, kız kardeşini, annesini yabancı bir erkeğin sadece yanında gördüğü için akla hayale gelmeyecek tepkiler gösterenlerin, bugün aynı durumu bizatihi kendisinin yaptığını görüyorsunuz. Bütün bunların aslında toplumun iman ettiğini söylediği dini hiç bilmediğinin bir göstergesi olduğudur. Biz son 20 yılda gördüklerimiz geçmişte yaptığımız yanlışların sadece bir gerçeği. Unutmayın yapılanlar bir sonraki nesilde sonuç olarak karşımıza gelecek. Şu öz eleştiriyi yapalım; demek ki geçmişte Müslümanlar eğitim, iman, din olarak uyguladığımız müfredat yanlışmış bugün sonucunu görüyoruz.

Unutmayalım toplumlar eksik ve yanlış yaptıkları yerlerden çökertilir. Bizim toplum geçmişte kadınları çok ihmal ettiler. Onları Kur’an kurslarında yetiştirenler, medreselerde yetiştirenler hep aynı yanlışı yaptılar. Kadınlarımıza, kızlarımıza sevap kazanma, en çok kim hatim yapar, en erken kim hafız olur yarışlarıyla hayatı bir yarış alanı algısı yükleyenler bugünü hesaplayamadılar. Çocukluktan itibaren yarıştırılan kızlarımız hayatı iktidar yarışı olarak algıladılar. Cahil bırakılan kadın Müslümanların çocuklarını/nesillerini yetiştirdi, işte bu istismar edilen kadınlar bugün karşımızdaki nesilleri yetiştirdiler. Bunun müsebbibi kim deriniz? Tabi ki bütün bu yanlışları yapan biz Müslüman olduğumuzu iddia edenleriz. Hiç hesaplamadığımız aklımıza gelmeyen yanlış uygulamalarımız ihmal ettiğimiz kadınlar eliyle yetişen nesillerimiz ancak bu kadar olurdu. İşte biz Müslümanların bu yanlışını gören birileri bizleri tamda buradan vurdular desek yanlış olmaz. Bugün iktidar olanlar işte bizim bu açık karnımızdan vurdular. Bütün politikalar burası üzerinden inşa edildi. Karşı çıkan ya kadın düşmanı veya istismarcı oldu, hakikati dillendiren neredeyse hiç kalmadı çünkü yaşayacağı sonu iyi biliyor. Onunda evinde aynı durumda olan bir kadın veya anne var neye nasıl karşı çıkacak, çıksa bile ilk itiraz kendi evinden gelecek. Gelin biz bunu yumuşatalım ilk muhalefet kendi yanında ki eşinden yükselecek. İşte burayı iyi analiz eden sistem biz Müslümanların evlerinin içini bile istediği gibi dizayn ediyor. İstediğiniz kadar itiraz edin hakikat bu, inanmıyorsanız dönün evinize bakın, söylediklerim çıkacak karşınıza. Bu hakikati kabullenmeyenler boşanıyorlar boşanmaları bile bir yarış kim kimden ne kadar dünyalık çıkar koparacak yarışı. Artık Müslüman kadınlarımız bile evlenirken Allah’ın emri Peygamber’in kavliyle başlıyor, medeni hukukun verdiği haklarla sonuçlanıyor. Kimse Allah’ın emriyle başlayıp Allah’ın emriyle sonuçlanmasını düşünmüyor bile tabi istisnalar hariç istisnalar genel kaideyi bozmaz.

Kadınlarımız bu yarışın içine düşünce asıl görevlerini çoktan unutmuşlar, çünkü istenen ve elde edilecek sonuç buydu, yarışa odaklanıp hakikati unutmak. Allah kitabında Lut kavmini ve düştüğü sapkınlığı bize haber veriyordu. Eğer toplumun kadınları yaradanın onlara biçtiği rolü ve hakikati görmezlerse karşı cins olan erkeklerin onlara karşı olan ilgisi bambaşka yerlere gideceğini. Bizim Müslüman kadınımız artık toplumda erkeklerden ilgi görmüyorsa bunun müsebbibi kendilerinin yaptığı yanlışlar değil midir? Müslüman erkeklerimiz, bu kadın örtülü Allah’ın hukukunu biliyor diyerek evleniyorlar, günün sonunda nasıl boşanıp kurtulurum derdine düşüyorlar. Oysa evlendiklerinde kendilerinde huzur bulmalıydılar, öyle söylüyor Allah’ın kitabı “ Rum suresi 21. Ayeti kerimesinde. Bugün geldiğimiz noktada bunun tersi oluyorsa, ya biz kitabı okumadık ki bu hakikat yâda okuduk anlamak istemedik ki bu çok daha vahim. Toplumun geldiği durumdan birinci dereceden kadınlar sorumlu olduğunu unutmamalı. Eğer Allah’ın hukukuna riayet edip üzerine düşeni eksiksiz yapan kadınlar olsaydı toplum bu halde olmazdı. Tabi istisnalar genel kaideyi bozmaz. Biz geneli analiz ediyoruz.

Toplumda kocasının kendisini başka kadınlarla aldattığını haykıran kadın aslında şunu söylüyor, ben kocamın haklarını vermedim, onun huzur kaynağı olmadım oda bunu başka yerlerde aradı diyor okumasını bilirsek. Aynı durum erkek içinde geçerli, tabi fıtratı bozulmamış sapkınlığa uğramamış insanlar için söylüyoruz bunları. Eğer bu sapkınlıklar birinde varsa o Müslüman değildir. Tuhaflık şurada ki bu sapkınlık dediği işleri bugün kendine Müslüman diyen çevreler yapıyor olması. Siz birde bunların yetiştireceği nesilleri düşünün vay ki ne vay. Dün Müslüman olsun olmasın toplumda kızını, kız kardeşini erkeklerle bir arada görmek istemeyen insanımız bugün kızının erkek arkadaşının olmamasını, erkeğin kız arkadaşının olmamasını tuhaf karşılıyor doğrumu. Nereden nereye oturup düşünmek gerekiyor. Eğer bu yeni neslin yaptığı doğruysa eskilerin çektiği zulüm değil midir? Eğer bunların yaptıkları yanlışsa doğruyu yapanlar bunlara nasıl sessiz kalıyor veya bu durumu onaylıyor. Neresinden tutsanız elinizde kalacak bir durum.

Allah kitabında Allah’ın Resulünde sizin için güzel bir örnek vardır buyuruyor Ahzap 23. Ayeti kerimesinde. Bu ayete bakarsak onun oluşturduğu toplum bizim için örnek alınması gerekiyor çünkü onu bize örnek gösteriyor Allah. Bugün biz bu ayeti sevap kazanmak için okuyoruz, oysa bu ayet bize bir model sunuyor. Hayatımızı topluluğumuzu oluştururken bir örnek ve model sunuyor. Biz modeli örneği bıraktık sevabın peşine düştük. Yarıştayız kim daha çok sevap kazanacak yarışı. Oysa bu kitaba tabi olanlar onun hükümlerini uyguladılar hem bu dünyada hem ebedi olan hayatı kazandılar. Dönün evlerinize, oturun düşünün, gerçekten aklıselim olarak tefekkür edin. Bir yarışın içine atıldınız, eve alacağınız bir eşya bile yarış sebebi, ihtiyaç giderme anlayışından uzak. Eşyanızın durumunu bile belirleyen çevreniz komşularınız oluyor. Bunu alabilmek için verdiğiniz bedelleri düşünün, birde size örnek olarak sunulan Peygamber’i düşünün onun yanlarında hasır izleri olduğu anlatılıyor kaynaklarda. O isteseydi Allah onu en lüksüne sahip kılmaz mıydı?

Bu yarış hayatın her yönünde karşımıza geliyor, haz peşindeyiz oysa Allah bize bunun tehlikesini lut kavmi üzerinden veriyordu. Haz odaklı yaşayan toplum evliliğinden sosyal hayatına haz almak için çabalıyor, bununda bir sınırı yok. Hazzın kurbanı olan toplum eşini yeterli görmüyor yok mu daha diyor. Buda bir yarış kim kazanacak kadın mı yoksa erkek mi? biz yarışa duralım, helak yanı başımızda duruyor. Kur’an da okuduğumuz helak sebepleri hep buralara dayanıyor insanın haddi aşması, kendisine verilen sorumluluğu ya yetersiz bulup ileri gitmesini veya görmezden gelmesine dayanıyor. Bugün bizim toplum da bunu yapıyor, ya yetersiz görüyor veya umursamaz bir tavır koyuyor.  Helak olan kavimlerde bir yarışın içindeydi, bu yarış onları doğru yoldan saptırdı. Bugün bizim toplumu da bu yarış iktidar yarışı doğru yoldan uzaklaştırdı.

Bu öyle bir yarış ki toplumda Müslüman, Müslüman olmayan herkesi etkiliyor, iki karşı cinsin birbirine üstünlük kurma yarışı. Herkes elinde olanı silah olarak kullanıyor, kadınlarımız kadınlıklarını, erkeklerimiz maddi ve bedeni güçlerini, silahlar aynı insan aynı helak olanlarda aynıydı. Oysa biz Müslümanlara bu yarışı sonlandırmamız ve yaradan Rabbe kulluk yarışı emredilmişti. Biz yaradan tek olan Rabbin rızası için mi yarışıyoruz yoksa şeytanın güzel gösterdikleri için mi? oysa okuduğumuz kitap bize yarışacağımız bir yol sunmuştu takvada yarışın diyordu, biz takvayı mı yanlış anladık acaba. Takvada yarışı kaybedenler hem dünya hayatını hem de ebedi olan ahiret hayatını kaybediyor.

Allah bizleri takva yolunda yarışanlardan eylesin. Amin.