İslam Başaran

İslam Başaran

Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra ABD’nin “terörle mücadele” ve “demokrasiyi yayma” söylemi altında başlattığı, ancak gerçekte İslam coğrafyasının siyasi, kültürel ve ekonomik haritasını yeniden çizme girişimidir.

Bu proje, 22 ülkeyi kapsayan bir yeniden yapılanma planıdır; hedef, bölgedeki sınırları değil, zihinleri ve değerleri yeniden şekillendirmektir.

BOP’un temelinde “ılımlı İslam” kavramı yer alır. Bu model, İslam’ın siyasal iddialarını törpüleyen, Batı ile uzlaşabilen ve ekonomik düzeni küresel sermayeye entegre eden bir anlayışı temsil eder.

Bu çerçevede Türkiye, model ülke değil, “dönüştürücü aracı” olarak görülmüştür. Çünkü Türkiye, hem laik bir devlet tecrübesine sahipti hem de İslamcı kadroların demokratik sistemle uyumlu bir biçimde iktidara geldiği bir örnekti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2004–2005 yıllarında yaptığı konuşmalarda açıkça “BOP Eş Başkanıyım” ifadesini kullanması, bu rolün sadece sembolik değil, bölgesel sorumluluk taşıyan bir görev olduğunu ortaya koymuştur.

Erdoğan, bu süreçte hem Batı’nın stratejik planına uyum sağlamış, hem de İslam dünyasında “adil, güçlü, vicdanlı lider” imajıyla bir yumuşatma işlevi görmüştür.

Ancak süreç, Türkiye’nin ve ümmetin kaderinde ikili bir kırılma yarattı:

Batı, Türkiye’yi “İslam dünyasını ikna eden aktör” olarak gördü; İslam dünyası ise Türkiye’nin bu rolünü uzun vadede “direnişi yumuşatma” aracı olarak deneyimledi.

 

1. Türkiye’nin BOP İçindeki Rolü ve İç Dönüşüm Süreci

Türkiye’nin BOP’taki rolü, yalnızca dış politikada değil, iç siyasetinde ve toplumsal kimliğinde de büyük bir dönüşüm yarattı.

1990’ların sonlarında sistem dışı görülen İslami hareketler, 2000’lerin başında Batı destekli reform süreciyle “ılımlı İslamcı yönetime” evrildi.

Bu dönüşüm, İslamcılığı devlete entegre etti ama aynı zamanda devletin İslamcıları dönüştürme sürecini de başlattı.

BOP’un mimarlarından Condoleezza Rice, 2003’te yaptığı konuşmada şöyle diyordu:

 “Ortadoğu’da 22 ülkenin sınırlarını değil, sistemlerini değiştireceğiz.”

Bu “sistem değişimi” Türkiye’de ekonomik serbestleşme, medya kontrolü, dinin kamusal görünürlüğünün sınırlandırılması ve dini söylemin siyasal iktidara tabi kılınması biçiminde gerçekleşti.

İslami duyarlılıklar devletin dili haline geldi, fakat vahyin egemenlik ilkesi tamamen beşerî demokrasi paradigması içinde eritildi.

Sonuçta, Türkiye İslam dünyasına “Batı ile çatışmadan İslami kimlik taşınabilir” mesajını vermeye başladı.

Ancak bu model, İslam’ın devrimci yönünü değil, Batı’nın onayladığı bir inanç biçimini temsil ediyordu.

 

2. Mısır, Suriye ve Hamas Üzerinden Dönüştürme Denemeleri

BOP’un ikinci aşaması, Arap Baharı döneminde uygulamaya kondu.

Tunus, Mısır, Libya ve Suriye’de halk ayaklanmaları “özgürlük devrimi” olarak sunulsa da, bu süreç kısa sürede Batı kontrollü bir rejim değişikliğine dönüştü.

 

Mısır ve Mursi Örneği

2012’de Mısır’da Muhammed Mursi’nin seçilmesi, İslam dünyası için bir umut doğurdu. Ancak Mursi, Batı’nın ve bölgesel aktörlerin beklediği gibi hareket etmedi.

Erdoğan yönetimi, Mursi’yi Batı ile uyumlu, “ılımlı İhvan” çizgisine çekmeye çalıştı.

Fakat Mursi, Şeriat temelli bağımsız bir yol izledi. Sonuç, 2013 darbesiyle İhvan’ın devrilmesi oldu.

Bu, sadece Mısır’ın değil, BOP’un “İslamcıları dönüştürme planının” da kırılma noktasıydı.

 

Hamas ve Filistin Örneği

Türkiye, 2006’da Hamas’ın seçim zaferinden sonra hareketle temas kurdu. Ankara, Hamas’ı uluslararası arenada “ılımlılaştırmak”, Batı’ya entegre etmek istedi.

Ancak Hamas’ın silahlı direnişi bırakmaması, Türkiye’nin diplomatik çabalarını başarısız kıldı.

Batı bu noktada strateji değiştirdi: Hamas’ı izole ederken Türkiye’yi “diyalog aracı” olarak kullandı.

Bu politika, Filistin davasının İslami kimliğini zayıflatırken, Batı’nın “barış masası” söylemini güçlendirdi.

Sonuçta Türkiye, farkında olmadan Batı’nın Filistin üzerindeki planlarını kolaylaştıran bir “bölgesel ikna merkezi” haline geldi.

 

3. Gazze–İsrail Ateşkesi (2025): Batı’nın Yeni İslam Politikası

Ekim 2025’te Gazze’de ilan edilen ateşkes, Batı medyasında “tarihi barış” olarak sunuldu.

Ancak anlaşmanın maddeleri incelendiğinde, bunun bir “direnişin susturulması belgesi” olduğu açıkça görülmektedir.

Ateşkes, Filistin tarafında “sivil yönetim” ve “uluslararası gözetim” şartlarını içerirken, İsrail’in güvenlik alanlarını koruma hakkını genişletmiştir.

Türkiye, Katar ve Mısır bu anlaşmada arabulucu rolü oynadı. Ankara’nın çabası, Batı tarafından “bölgesel barışın İslami yüzü” olarak sunuldu.

Gerçekte ise Türkiye, Batı’nın ılımlı İslam modelini Gazze’ye uyarlama aracına dönüştü.

Bu ateşkes, üç stratejik hedefi birlikte taşımaktadır:

1. Hamas’ı ılımlılaştırmak: Direniş yerine “siyasi temsil” ön plana çıkarıldı.

2. İran’ı uzaklaştırmak: Direniş ekseninin lojistik desteği kesildi.

3. Türkiye’yi merkez yapmak: Batı’nın Ortadoğu planlarında meşruiyet sağlama görevi Ankara’ya verildi.

Bu durum, BOP’un yeni evresidir.

“İslam’ı kontrol altına alma” stratejisi artık doğrudan askeri değil, diplomatik ve dini kimlik manipülasyonu üzerinden yürütülmektedir.

 

4. Kur’an Merkezli Eleştiri: Gerçek Barışın Anlamı

Kur’an’a göre barış, zulmün onaylandığı yerde barış değil ihanettir:

“Onlara meylemeyin (zulme), sonra ateş size dokunur.” (Hud, 11/113)

Gazze’deki “barış” masası, bu ayetin tarif ettiği zulme meyil etme hâlidir.

Çünkü bu masada Allah’ın hükmü değil, İsrail’in güvenliği esas alınmıştır.

İslam’ın barışı, yalnızca adalet ve hakkaniyet temellidir.

Direnişin meşruiyeti, Kur’an’ın “emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker” ilkesine dayanır.

Gazze’nin gerçek kurtuluşu, Batı’nın anlaşmalarında değil, İslam’ın adalet sisteminde saklıdır.

“Allah, kendi nefsinde olanı değiştirmedikçe bir kavmin durumunu değiştirmez.” (Ra’d, 13/11)

Yani kurtuluş, dış aktörlerin planlarında değil, ümmetin içsel dönüşümünde yatar.

 

Sonuç

Türkiye, BOP’un eş başkanlığını üstlendiği günden bugüne kadar Batı’nın bölgesel planlarında dengeleri sağlamakla görevli bir ülke hâline gelmiştir.

Gazze ateşkesi, bu rolün güncel örneğidir.

Bugün Türkiye’nin arabuluculuğu, Batı’nın çıkarlarına hizmet eden bir “İslami vitrin” halini almıştır.

Ancak tarih bize gösterir ki, ümmetin kurtuluşu hiçbir zaman Batı’nın inisiyatifiyle gelmemiştir.

Kur’an’ın çağrısı, mazlumları direniş ve sabırla yeniden ayağa kalkmaya davet eder.

Gerçek barış, sadece zulmün sona erdiği, İslam’ın egemenliğinin yeniden kurulduğu gün mümkündür.

Gazze’nin zaferi, batının ateşkes masasında değil, imanın yeniden hâkim olduğu bir dünyada doğacaktır.

Bu nedenle bugün ümmetin görevi açıktır:

Batı’nın sunduğu “ılımlı İslam” tuzağını reddetmek, vahyin bütünlüğüne dayalı bir direniş bilinci inşa etmektir.

Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), 2000’li yılların başında özellikle 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından ABD tarafından gündeme getirilen, daha sonra Batılı müttefikler ve İsrail’in de destek verdiği jeopolitik bir yeniden yapılanma girişimidir. ABD tarafından resmi adıyla “Greater Middle East Initiative” (Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Girişimi) olarak ilan edilen bu proje, bölgenin siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel yapısını yeniden dizayn etme amacını taşımaktadır.

Projede Görev Alan Aktörler

1. ABD:

George W. Bush yönetimi (2001–2009) döneminde BOP en üst düzeyde dile getirildi.

Projede Pentagon, CIA, Dışişleri Bakanlığı ve Beyaz Saray aktif rol oynadı.

ABD’nin hedefi; enerji kaynaklarını kontrol etmek, terörle mücadele adı altında bölgede kalıcı varlık sağlamak ve İsrail’in güvenliğini garanti altına almaktı.

2. Avrupa Birliği:

Fransa, İngiltere ve Almanya başta olmak üzere AB ülkeleri projeye ekonomik ve diplomatik destek verdiler.

Özellikle NATO üzerinden askeri katkılar sağlandı.

3. İsrail:

Projenin en büyük stratejik kazanımı İsrail’in güvenliğinin kalıcı hale getirilmesidir.

Filistin meselesinin çözümü yerine İsrail’in çıkarlarını koruyacak bölgesel düzen hedeflendi.

4. Yerel Ortadoğu Yönetimleri:

Bazı Arap ülkeleri (örneğin Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır) çıkarları doğrultusunda BOP’un belli yönlerine destek verdi.

Ancak Türkiye de “eş başkanlık” meselesi üzerinden projede zaman zaman anıldı.

Projenin Siyasi Amacı

BOP’un siyasi amaçları üç temel başlıkta özetlenebilir:

1. Bölgeyi Yeniden Şekillendirmek: Ulus-devlet sınırlarını etnik ve mezhepsel çatışmalar üzerinden yeniden çizmek. Irak ve Suriye örneklerinde bu politika uygulandı.

2. Batı’ya Bağımlı Rejimler Kurmak: Demokratikleşme söylemi altında Batı’ya muhalif yönetimlerin devrilmesi. Arap Baharı sürecinde Tunus, Libya, Mısır ve Yemen’de görüldü.

3. İsrail’in Güvenliği: Bölgenin parçalanması ve güçsüzleşmesi, İsrail’in bölgesel üstünlüğünü sağlamlaştırdı.

BOP ile Kaosa Sürüklenen Ülkeler

Irak: 2003 ABD işgali sonrası ülke etnik (Kürt–Arap) ve mezhepsel (Şii–Sünni) çatışmalara sürüklendi. Milyonlarca insan hayatını kaybetti veya göç etti.

Suriye: 2011’de başlayan iç savaş, ülkeyi fiilen üçe böldü. Büyük güçlerin vekalet savaşına sahne oldu.

Libya: 2011 NATO müdahalesi sonrası Kaddafi’nin devrilmesiyle birlikte devlet otoritesi çöktü, ülke milisler arasında bölündü.

Mısır: 2011’de Mübarek’in devrilmesiyle başlayan süreç, kısa süreli demokrasi girişiminin ardından askeri darbe ile sonuçlandı.

Yemen: 2011 sonrası ülke iç savaş ve insani krizle karşı karşıya kaldı.

Afganistan: BOP kapsamına dahil edilen ülkelerden biri olarak işgal ve istikrarsızlık yaşadı.

Bu süreçlerin ortak noktası, ülkelerin demokrasi ve istikrara değil; kaos, iç savaş ve parçalanmaya sürüklenmesidir.

BOP’un Siyasi ve Bölgesel Hedefleri

1. Enerji Kaynaklarının Kontrolü: Ortadoğu petrol ve doğal gaz rezervleri dünya enerji piyasasının belkemiğidir. BOP, bu kaynakların Batı denetiminde kalmasını hedefledi.

2. Yeni Haritalar: “Büyük Ortadoğu Haritası” adıyla sızdırılan belgelerde mevcut ulus-devletlerin bölünmüş halleri gösterildi. Amaç, küçük ve yönetilebilir devletçikler yaratmaktı.

3. Kültürel ve İdeolojik Dönüşüm: İslam dünyasının Batı değerleri ile uyumlu hale getirilmesi, İslami hareketlerin etkisizleştirilmesi.

4. Küresel Sistem Entegrasyonu: Ortadoğu ülkelerinin küresel neoliberal düzene eklemlenmesi ve Batı sermayesinin önündeki engellerin kaldırılması.

Elbette. Aşağıda, önceki makaleye uygun biçimde sonuç kısmını genişletilmiş, güncel, Gazze-İsrail savaşı bağlantılı ve çözüm önerileri içeren şekilde yeniden yazdım. Bu versiyon, akademik makale bütünlüğüne ve üslubuna uygun biçimde düzenlenmiştir:

Sonuç

Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), görünürde bölgeye demokrasi, özgürlük ve refah getirme iddiasını taşımış olsa da, uygulamada emperyalist çıkarların örtülü bir stratejisi haline gelmiştir. Proje, bölge halklarının inanç, kimlik ve direniş dinamiklerini zayıflatarak, Batı merkezli bir siyasal ve ekonomik düzenin tesis edilmesini amaçlamıştır. Bugün Ortadoğu’da yaşanan her büyük çatışma, bu uzun vadeli planın farklı bir aşamasını temsil etmektedir. Irak, Suriye, Libya ve Yemen’de devlet otoritelerinin çökmesi, bu planın sonuçlarıdır.

BOP’un en dikkat çekici yansımalarından biri ise Gazze-İsrail savaşı üzerinden günümüzde açıkça görülmektedir. 7 Ekim 2023’ten itibaren Gazze’de yaşanan vahşet, yalnızca iki taraflı bir çatışma değil, Büyük Ortadoğu Projesi’nin yeni fazının somut göstergesidir. İsrail’in, ABD ve Batı desteğiyle yürüttüğü askeri operasyonlar, “terörle mücadele” kisvesi altında Filistin direnişini bastırmak ve bölgeyi tamamen İsrail merkezli bir güvenlik mimarisi altına sokmak amacını taşımaktadır.

Bu süreçte, Gazze bir laboratuvar işlevi görmektedir: Batı, hem askeri teknoloji hem de medya ve bilgi savaşları üzerinden yeni kontrol yöntemlerini denemekte, bölge halklarının tepkilerini ölçmektedir. Bu, yalnızca Filistin’i değil; Lübnan, Suriye, İran, Türkiye ve Mısır gibi ülkeleri de kapsayan daha geniş bir bölgesel dönüşümün habercisidir. İsrail’in Gazze üzerindeki tahakkümü, kısa vadede bir “zafer” gibi sunulsa da, uzun vadede tüm bölgeyi daha büyük bir mezhepsel, etnik ve politik kaosun içine sürükleme potansiyeline sahiptir.

Dolayısıyla BOP, artık yalnızca 2000’li yılların bir projesi değil; bugünün Ortadoğu’sunda yeniden şekillenen küresel güç dengelerinin aktif bir aracıdır. Bu bağlamda, ABD ve Batı’nın bölge üzerindeki hegemonik çabaları sürdükçe, adalet, özgürlük ve bağımsızlık kavramları gerçek anlamlarına kavuşamayacaktır.

Çözüm Yolu

Bölgenin kurtuluşu, dış güçlerin müdahalesiyle değil, İslam coğrafyasının kendi iç bütünlüğünü yeniden kurmasıyla mümkündür. Bu da ancak:

1. İslam ülkelerinin birlik bilinciyle hareket etmesi, mezhepsel ayrılıkların üstüne çıkmasıyla,

2. Adalet merkezli, halk iradesine dayalı yerli yönetimlerin güçlenmesiyle,

3. Kültürel ve ahlaki yeniden dirilişin, yani Kur’an ve vahiy eksenli bir toplumsal bilincin yeniden inşasıyla sağlanabilir.

Seyyid Kutub’un ifadesiyle, “Bir toplum Allah’ın kanunları dışında kanunlar koymaya devam ettikçe, özgürlük değil esaret içinde yaşar.” Bu bağlamda BOP’un karşısına konulacak en güçlü direniş hattı, iman, adalet ve ümmet bilinciyle inşa edilmiş bir İslami dayanışma modeli olacaktır.

Gazze’nin direnişi, bu bilincin en somut örneğini temsil etmektedir. Zulüm karşısında direnen bir halkın iradesi, yalnızca Filistin’in değil, tüm İslam coğrafyasının yeniden uyanışına öncülük etmektedir. Bu uyanış gerçekleştiğinde, dış müdahalelere, harici projelere ve dayatılmış haritalara gerek kalmadan, bölge kendi adalet düzenini yeniden kurabilecektir.

İslam BAŞARAN