Login to your account

Username *
Password *
Remember Me

Create an account

Fields marked with an asterisk (*) are required.
Name *
Username *
Password *
Verify password *
Email *
Verify email *
Captcha *
Reload Captcha

Makale: BİR ELMA MİSALİ!

Rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla!

Allah’ın selamı iman eden kullarının üzerine olsun!

Sevgili kardeşlerim, değerli Müslümanlar! Bugün sizlerle bir misal üzerinden sizler için tefekkür sebebi olabilecek bir konuya temas etmeye çalışacağım. Bu misal yazının başlığında da gördüğünüz gibi aslında tanımı çok basit. Bir elmadan yola çıkarak; bilmeyene nasihat, bilene de bir hatırlatma yapacağız. Bilenler kendilerini yüksek görüp en basit örnekleri ve nasihatleri boş verip umursamayıp geçip gitmesinler. Şüphesiz ki Kur’an’ı Kerim’de kendi içinde sürekli öğütlerini tekrarlar. Peygamber Efendimiz’de (s.a.v.) konuyu karşısındaki muhatabın önemini anlaması için bazen sözünü tekrarlardı.

 Bizim şu anda gündeme getireceğimiz konuda belki de birçok kez gündemimizde olmuş ve eminim hayatınızda benzer durumlara ve olaylara şahit olmuşsunuzdur. Fakat belki bildiğimizi zannettiğimiz bu ve benzeri konulara başka bir bakış açısıyla bakarsak. Aslında konuya hâkim olmadığımızı, konu hakkında daha çok şey konuşulması gerekildiğini fark edebiliriz. Günümüzde insanlarımıza soracak olsak herkes çok bilgili olduğunu ve her konu hakkında konuşabileceğini söylemektedirler. Gerçek ilim ve hikmet sahipleri; bilmediklerini en çok vurgulayan, ayrıca her konu hakkında konuşmayan insanlardır.

Sizlere bir elmayla iki insanın hayatını misal verelim. Birinci şahıs şehirde yaşar ve şehrin bir köşesinde çalışır, gün boyu çalışmanın ardından mesaisi biter ve evinin yolunu tutar. Evinin yolundayken bir dükkâna girer ve dükkândan bir elma satın alır. Sonra dükkândan çıkıp evine gider ve koltuğuna oturup elmayı yer. Elmayı yedikten sonra hayatına, yaşadığı bu duruma, varlığına veya kaderine lanet eder.

 Nedenini söylemeden önce bide ikinci bir şahıstan bahsedelim. Bu ikinci şahıs, birinci şahısın aksine şehirde değil, bir köyde yaşıyor. Bu şahıs tarlasında çalışırken yorgun düşüp dinlenmek için evinin yolunu tutuyor. Sonra evinin yolunun üstünde bir elma ağacı görüyor. Hemen ağacın üstüne tırmanıyor ve ağacın dalına oturup başka bir daldan bir elmayı koparıp yiyor. Yedikten sonra adam Allaha şükrediyor ve “Rabbim! Sen ne güzel bir sanatçı ne güzel rızıklar veren, ne merhametli bir ilahsın” diyor. Ve ağaçtan inip evine dönüyor.

 Müslümanlar! Misalleri kısaca açıklayacak olursak: Birinci şahıs, Allah’ın razı olmadığı ve O’nun emirleriyle yönetilmeyen bir sistemin içinde yaşamını sürdürüyordu. Onun yaşadığı yerde bir grup insanın çıkarları için kurulmuş bir düzen vardı. İnsanlar emeklerinin karşılığında para; yani verdikleri emeklerin çok az bir kısmını alıyor sonra da onunla aylarını geçindirmeye çalışıyorlardı. Onların etrafta gördükleri her bina, yollar, panolar, ışıklar yapaydı ve mutluluk, özgürlük, zenginlik gibi kavramlarla onları oyalayıp neticede verdikleri parayı geri alıyorlardı. O adam, o elmayı kendi parasıyla almış ve o elmayı almak için bir hayli çalışmıştı. O elmayı, oturduğu evi, yaşadığı şehri kendisinin çalışması sayesinde elde ettiğini zannetti. Ve etrafta gördüğü insanların, ünlülerin, başkanların sahip olduklarına karşın elindekinin çok küçük olduğunu düşünerek bulunduğu durumu lanetledi.

 Öte yandan ikinci şahsımız; her ne kadar bir köyde yaşasa da etrafı yemyeşil ve ekinlerle doluydu. Ne gördüğü ağaç için para vermişti ne de oturduğu dal için. Ne yediği elma için ne de gördüğü gökyüzü için. O yüzden birisi lanetledi, diğeri ise şükretti. Oysaki ikisi de aynı dünyada yaşıyordu. Ama biri Allah’ın yarattığı düzenin içinde olduğunun bilincindeydi. Diğeri ise Allah'ın yarattığı düzende olmasına rağmen etrafındaki şeytanların, insanların ve kendi nefsinin oyunlarına gelmişti. Orada gökdelenleri yaptılar, onlara bu şekilde binaları yapacak aklı ve zekayı Allah vermişti. O elmayı parasıyla satın aldığı yanılgısına kapıldı. Halbuki elmayı satın aldığı demir paradaki demiri de elmayı da yaratan Allah'tı. Kendi varlığını, hayatını, kaderini de Allah yaratmıştı. Ama o lanetledi ve kaybedenlerden oldu.

 Sevgili Müslümanlar! Bu iki kişinin bulundukları koşulların aslında pek bir önemi yok. Çünkü ikisi köyde de olsalar, dağda da olsalar, ormanda da olsalar, şehirde de olsalar önemli olan onların bulundukları ortam değil, hayatlarında ve kendi zihinlerinde kimin sistemini kabul ettikleriydi. Şehirde yaşayan şahıs, yaşadığı hayatta Allah’ın yaratıcı olduğunu, gerçek mutluluğun sadece yaratılışına uygun hareket etmesinde, insanların değil Allah’ın kanunlarını ve düzenini yaşandığı bir yerde olsaydı; “Allah’ım! Ne güzel yaratıcısın ki senin sayende insanlar her şeyi inşa ediyorlar, senin sayende nefes alıyorlar, senin sayende içinde bulunduğum toplum her ne kadar seni unutmuş veya inkâr ediyor olsa da sen bana hidayet verdin, Elhamdülillah” demez miydi? Yani aslında farklı olan mekân ve kişi değildi. Farklı olan insanın zihni ve hayata olan bakış açısıydı. Sadece bir elmayı yerken ki düşünceleriniz ve bakış açılarınız aslında çok önemlidir. Tabi sadece elma değil her türlü nimet karşısında bu şekilde hareket edilmeli. Şimdi; “Müslümanız”, “Allaha inanıyoruz” diyoruz ama bu inançta olmamız sizce bizi gerçekten birinci şahıs gibi olmaktan ayırıyor mu? Evet, Allaha inanıyoruz ve bunda şüphemiz yok, ama gündelik yaşayışımızda Allah’ın varlığını ve dinimiz olan İslâm'ı çok unutuyoruz. Sözlü olarak lânetleyip reddetmesek de bazı hareketlerimiz bunun aksini söylüyor.

 Bakış açımızı değiştirmek kolay gözükse de aslında zordur. Örnek olarak: Biz bir olaya sağdan veya soldan bakarız ve bu şekilde bakış açımızın değiştiğini düşünebiliriz. Halbuki kimi zamanlar olaylara tam tersi bakmamız de gerekebilir. “Allah’a şükür Müslümanız” diyoruz. Peki ya Müslüman olmasak ne olurdu? Herhalde şehirde yaşar ve maaşlı bir işte çalışır, haftada bir sohbete ya da cumaya gitmek yerine farklı arkadaş ortamlarına giderdi. Namaz kılmak yerine hobi edinir ve işe gitmek için sabah namazından önce kalkar, fakat namazını kılmazdı. Erken kalkıp işe gitmenin getirdiği her türlü zorluklara katlanır fakat nefsine zor geldiği için bu zorlukları aşarak Allah’ın emrini yerine getirmek için namaz kılmazdı. Allah için sadaka vermezdi, fakat vicdanı rahatlatmak için cebindekini verirdi. Abdest almaz, ama her gün duş alır veya en azından ellerini yıkardı.

O zaman bir Müslümanla bir gayr-i müslimi ayıran sadece amelleri mi, bilinci mi, soyu mu yoksa daha çok sadece Allah’a teslim olup ömrünü Allah’ın dilediği şekilde düzenleyen günümüz normal insanlarının tanımlayamayacağı bir insan olması mı?

Sözde Müslüman olup; hem namaz kılıp hem de yalan söyleyen, hem bir şeyler yapmalıyız deyip hem de hiçbir şey yapmayan, hem tüm Müslümanlar kardeşimdir deyip hem de etrafındaki hiçbir Müslümandan haberi olmayan, hem ben Müslümanım dediği halde görünümünün bir gayr-i müslim'den farkı olmayan, hem Müslümanım deyip hem de kafir gibi bilgisiz ve inkârcı yaşayan insanlar mı, Müslüman olduklarını iddia ediyorlar?

Gerçek Müslümanlar; Kur’an’ı Kerim’in bize kıssalar yoluyla anlattığı şekilde farklı zamanda, mekânda ve durumlarda olsalar da kendi Müslümanlıklarından taviz vermeyen, Allah'ın razı olduğu ve onların da Allahtan razı olduğu kimselerdirler. Hayatları ve ölümleri Allah için olan insanlardır. Peki sizce bu Müslümanlar, içerisinde yaşadıkları toplum gibiler miydi yoksa o toplumun dışındalar mıydı? Şimdi insanlara bu tür misalleri verince onlar, yaşadıkları çağdan bu misalleri uzak sanıyorlar. Bu anlayış sahipler aynı elmayı kendi parasıyla satın aldığı için Allah’tan gelmediğini zanneden kişi gibi değiller mi? Bizler Müslümanların ya da insanların hiç günümüzdeki gibi durumlara düşmediğini zannediyorsak, tarihi yeterince okumamışız demektir. Kur’an’da ki misalleri anlamamışız demektir. Bu misalleri ve konuları daha anlayamadıysak, nasıl hepimiz: “Ben Müslümanım” kelimesinin gerçekten hakkını verebiliyor ya da gönül rahatlığı ile söyleyebiliyoruz? İşte en ufak gördüğümüz misaller bile aslında derinlemesine düşünüldüğünde bizi çok farklı konulara götürüyor. Aslında bizler Müslüman olduğumuzu söylüyorsak, bu ve benzeri misallerle beraber hayatlarımızdaki her türlü konuyu gözden geçirmeli ve bakış açımızı değiştirip en çok bu ve benzeri konuları başka kimseler için değil kendimizi düzeltmek için düşünüp-taşınmamız gerekmektedir.

Artık günümüzde en imanlı, en bilgeli insanlar veya bizler bile, yukarıda misalini verdiğimiz sözde Müslümanlar olabiliyoruz, farkında olarak veya olmayarak. Vermiş olduğum bu misal sizlere faydalı olabildiyse birazcık tefekküre vesile olduysa ne mutlu. Bizlere, Allah için gidilmesi gereken yolda bir nebze yardım sağlamışsa ne mutlu bize ve ne mutlu ben Müslümanım diyerek Allah’ın gündemimize getirdiği misallerden ibret alanlara. Sizleri, kendisinin varlığında hiçbir şüphe olmayan en güzel övgülerin kendisine ait olduğu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a emanet ediyorum. Allah'ın yardımı iman edenlerin üzerine olsun! Okuma zahmetinde bulunduğunuz için de Allah sizden razı olsun! Velhamdu lillahi Rabbi’l âlemin.

Son değişiklik Çarşamba, 31 Ocak 2024 07:59

Yorum yapın

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuzdan emin olun. HTML kodları kullanılamaz.