Makale: SEÇİMİMİZ KİMDEN YANA!

Yaşadığımız toplumda yeni bir gündem var; seçim. Yeniden bir seçim yapacak yaşadığımız toplum. Kendi yerel yöneticilerini seçecek, diğer adıyla belediye yönetimlerini, muhtarlarını seçecekler. Bu seçim kimden yana olacak, toplum seçim yaparken temel kıstas ne olacak dersiniz? Örneğin seçime giren adaylar ne vaat ediyor. Bu toplum kendini Allah’ın kitabına nispet eden, kendini Müslüman olarak tanımlayan bir toplum olmasına rağmen yaptığı seçimde, Allah’ın rızasını gözetiyor mu dersiniz? Bu adaylar; namaz, oruç, zekât, hac, gibi konularda Allah’ın emirlerini dikkate aldıklarını söylüyor. Peki, gerçekten böyle mi, neyi ve ne için seçiyoruz? İnsan dediğimiz varlık zaten yaşamı boyunca hep seçim yapar, diğer bir deyimle hayat tercihlerden ibaret desek yanlış söylemiş olmayız. Yaradan iradeyi kuluna bırakmış kul hayatını tercih ederek yaşar. Ya hakkın razı olduğu tercihler veya kendi hevâ ve hevesinin tercihi, ikisini de tercihte özgür bırakılmış.

Ey insan! Neyi seçiyorsun kendine, yönetici mi? Seçtiğin yöneticinden beklentin ne, gerçekten sen mi seçiyorsun yoksa birilerinin belirlediği seçeneklerden birini mi tercih ediyorsun? Gelin yaşadığımız toplumda seçtiklerimize bir bakalım. Seçen biz olduğumuza göre bizim adımıza yöneticilik yapıyorlar, bizim hakkımızı hukukumuzu korumakla görevliler en temel görevleri bunlar olmalı. Peki, gerçek böyle mi?

Bir muhtar seçiyorsunuz, herkes aday olabiliyor, buraya kadar normal fakat seçildikten sonra kendini seçen insanların hakkını hukukunu savunup koruyan bir muhtar tanıyan var mı?

Bir belediye yöneticisi seçiyor toplumun mazlum yığınları, önlerine konulan isimlerden birini seçiyor zorunda bırakılıyor fakat kendini istediği seçimi yapmış olarak görüyor. Seçilen belediye başkanları veya yöneticileri hiç sorumlu olduğu halkın lehine çabalayan bir başkan tanıyor musunuz? Seçilene kadar projeler, vaatler, kendisine oy verecek insanların sözcüsü olacaklarını, onların haklarını, hukuklarını savunacaklarını söylüyorlar. Seçildikten sonra gerçekten böylemi oluyor gelin biraz irdeleyelim. Belediye imar planları yapar, yapılan bu planlar hiç mazlum yığınların lehine olmaz. Hep birilerinin zenginleşmesi, birilerinin istediği alanlarda özel planlar yapar. Toplumu sömürmek üzerine kurulu düzen,  yaşadığınız mahallelere bakın caddenin bir tarafı gökdelenlerle dolu diğer tarafında ise gariban insanlar yaşar. Bırakın gökdeleni gece kondular, üç-beş katlı binalar. Kentsel dönüşüm sloganları atılıyor tamamen sömürü, tamamen gariban vatandaşın malına mülküne yasal yollarla çökme yolları.

Gariban vatandaş parasını verip aldığı arsayı her gelen başkan farklı bir imar planı yaparak gasp etmeye çabalar. Zengine yüksek imar, garibana yatay mimari, örneğin yaşadığınız semtlere bakın şehrin en değerli yerlerinde gökdelenler yapılıyor, birileri köşeyi dönüyor. Gariban vatandaşın evini dönüştürmek istediğinde “imar planları böyle” diyerek evini elinden almanın yasal yolları bunlar. Size birkaç örnek yazayım; Kadıköy Fikirtepe’de dönüşüm yapıldı, iyi bakın orada ne kadar çok katlı gök delenler yapıldı. Hiç yatay mimari falan yok, Ümraniye’nin tam göbeğinde konut projeleri yapılıyor sanayinin yanı başında gökdelenler yükseliyor. Hemen yanı başında gariban vatandaşın eski yapıları yatay mimari deyip elindeki daireyi bile alıyorlar. Seçiyoruz! Kendimizi sömürecek yöneticiler seçiyoruz. Seçildikleri yerlerin sorunlarını çözmek yerine garibanın malına çökme derdinde yöneticiler seçiyoruz.

Mazlum garibana yatay mimari imar planı, zengin varlıklı yandaşlara dikey mimari gökdelenler. Hani seçtiklerimiz bizim adımıza karar verecekti, bizim hakkımızı hukukumuzu gözetecekti? Seçildiği yerin insanlarına karşı eşit olduğunu söylüyorlar. Bu eşitlik neden semtten semte, yerden yere farklı imar planları olarak karşımıza çıkıyor? Daha burada bile adil ve eşit olmadıklarını gösteriyor. Unutmayın bütün bunları oy verip seçtiklerimiz yapıyorlar. Peki, bütün bu yapılanlardan Allah razımı dersiniz, bırakın Allah’ın razı olmasını o bölgede yaşayan vicdanlı halk bile razı değil.  Seçim zamanı Muhammed kılığına girip destek isteyenler, seçimden sonra Ebu Leheb gibi yönetiyorlar. Biraz güncel olduğu için bir örnek yazacağım, İsrail’e kızıp lanetleyenler, toplumlarını İsrailliler gibi yönetiyorlar. Onlarda mazlumların mallarına yasalar çıkararak çöküyorlar, bizim yöneticilerimiz de imar planlarıyla kendi gariban vatandaşının malına çöküyorlar. İsrail’i tasvip etmek gibi olmasın, İsrailliler en azından düşman olarak gördükleri Filistinlilerin mallarına çöküyorlar, bizim yöneticilerimiz kendisini seçenlerin, kendi vatandaşlarının mallarına çöküyorlar. Bir arsa alıyorsunuz 300m2, konut imarlı belediyeye gidip bakıyorsunuz doğru, buraya ev yapmak istediğinizde belediye geliyor buraya %50 sine bina yapabilirsin diyor. Neden dediğinizde “imar böyle, yeşil alan otopark yol payı” deyip arsanızın yarısına el koyuyor. Oysa bu arsayı satarken bunları yapsa, satan 300 değil 150 m2 olarak satacak, alanda ona göre para ödeyecek. Belediye bunları yaparken el koyduğu yarısının bedelini bile ödemiyor. İsraillilerde Filistinlilerin mallarına böyle çökmüyor mu dersiniz yorumu size bırakıyorum.

Siz bu seçimleri hayatınıza genelleyin, hepimizin hayatında seçimler var. Ya haktan yana veya şeytandan yana. Ya aklımızı kullanmıyoruz veya aklımızı birilerine kiraya verdik. Düşünün kendinize yönetici seçiyorsunuz, seçtiğiniz yönetici bulunduğunuz ilin, ilçenin nüfus sayısına göre maaş alıyor. Ne kadar kalabalık şehir o kadar yüksek maaş, yetmez size hizmet etsin diye seçilen belediyeleri gezin araştırın seçildiği şehirde yaşayan kaç tane garibanın çocuğu buralarda işe alınmış. Eğer varsa da emin olun çöpçü falandır. Çünkü oralara layık görülür. Buraları parselleyen genelde yöneticilerin yakınları, yandaşları oluyor.

Bu toplum kendini İslam’a nispet ediyor, kendilerini Müslüman olarak tanımlıyor, yukarda yazdıklarımız inandıkları İslam’ın neresinde var? Eğer varsa biz bilmiyorsak birileri çıkıp bize de anlatsın, bizde öğrenelim. Allah’ın kitabını, O’nun Peygamberini bilen, tanıyan, okuyan azıcık vicdan sahibi, bunların Allah’ın dinine, peygamberlerine en hafif tabirle iftiradır. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki bu toplum ne inandığı dini, ne Peygamberi, nede Allah’ı gereği gibi tanımıyor. Allah’ı unutanları Allah böyle zelil eder. Eğer biz kitabi hakkıyla okuyor olsaydık, bu düzenin tamamen firavunların sistemi olduğunu kaynağından öğrenirdik. Çünkü yukarda yazdıklarım, onların özellikleri, halkını sömüren onlardı. Halkın malına kanunlar, imar planları yaparak çöker, sonrada bu mazlum halkı kendine köle ederlerdi. Gariban vatandaşın verdiği vergilerle maaş alanlar yaptıkları işlerde bir değil bin düşünmeli tüyü bitmemiş yetimin hakkı olduğunu bilmeli. Çünkü iman ettiklerini söyledikleri din bunu emrediyor.

Allah’ın Peygamberlerine bakın, onların toplumlarına bakın ve onların mücadele ettikleri yönetimlere bakın hepsi yaşadığımız toplumda yaşanıyor. Tuhaf olanı, bu toplum kendini Müslüman olarak tanımlar. Hiçbir peygamber yoktur ki bu toplumda yaşananlarla mücadele etmemiş olsun. Peygamberlerin mücadele edip yanlıştır dediği ne varsa bu toplumda var bu toplum buna rağmen kendini Müslüman olarak tanımlıyor. Allah’ın kitabını okuyan şunları görecektir; Faiz, hırsızlık, sömürü, şirk, ahlaksızlık, zina, eşcinsellik, iftira, adam kayırma, rüşvet, yalan söyleme, vb. sorunlarla mücadele etmiş, toplumu hakka doğruya davet etmişler. Farkında mısınız? Allah’ın peygamberlerinin mücadele ettiği ne varsa bu toplumda var ve bu toplum kendini Müslüman olarak tanımlıyor.

Bu toplumun insanları, seçtikleri insanlara; “madem Müslümansınız neden onun Peygamberine benzemiyorsunuz. Madem Müslümansınız neden yukarda yazdıklarımız sizde var. Neden ümmeti olmakla övündüğünüz Peygambere benzemiyorsunuz?  Madem bu kadar önemli değerli sizlerin hayatınızda ve yönetim anlayışınızda bunun örnekliği neden yok.  Ya söylediğiniz sözler yalan yâda toplumu kandırmak için bunları söylüyorsunuz” diye soramıyorlar?

Medine’de Müslümanlar; Hz. Peygamberin vefatından sonra yönetici seçtiler. Hz. Ebu Bekir (r.a.) seçildiğinde söyledikleri; Hz. Ebû Bekir Allâh’a hamd-u sena ettikten sonra şöyle buyurdu: “Ben sizin en hayırlınız olmadığım halde sizin başınıza halife seçildim. Ancak
Kur’ân nazil olmuş, Hz. Peygamber (s.a.v.) dinin hükümlerini açıklamıştır. Sizin en zayıfınız, hakkı alınıncaya kadar benim yanımda kuvvetlidir. Ey insanlar! Ben ancak Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yoluna uyarım. Kendiliğimden bir şey icat edici değilim. Eğer iyilik yaparsam bana yardımcı olun. Eğer sırat-ı müstakimden kayarsam beni düzeltiniz. Ben bu sözümü söyler, hem kendim için hem de sizler için Allâh’ın affını talep ederim.”

Halife olduğunda irad ettiği bir başka hutbesi ise şu şekilde nakledilmiştir: ”Hz. Peygamber (s.a.v.)’in irtihâlinin ertesi günü Hz.Ebû Bekir (r.a.) kalkıp Allâh’a hamd ve sena ettikten sonra şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Ben de sizin gibi bir insanım. Bilmiyorum, belki Hz. Peygamber (s..v.)’in yapabildiği işleri bana da teklif edeceksiniz. Halbuki Allâh’u Teâlâ, Hz. Muhammed (s.a.v.)’i âlemlerden üstün kılmış ve onu afetlerden korumuştu. Ben ise ancak Hz. Muhammed(s.a.v.)’e tabi olan birisiyim. Hz. Peygamber (s.a.v.) vefât ederken, hiç kimsenin, onun üzerinde bir çöp darbesi kadar bile hakkı yoktu. Benimse, bir şeytanım vardır. Zaman zaman bana galebe çalar. Ey insanlar! Siz, ne zaman biteceğini bilmediğiniz bir ömür süresinde sabah ve akşamlarınızı geçiriyorsunuz. Eğer bu süreyi sâlih amellerle geçirebilirseniz, bunu yapın. Ecel gelmeden, elinizdeki fırsat kaçmadan, sâlih amel yapmakta acele ediniz. Çünkü ecelini unutan, amelini başkasına bırakan kimseler vardır. Sakın onlar gibi olmayın. Çok acele edin. Çünkü arkanızdan gelen ve size yetişmek isteyen bir şey vardır ki, o da çok hızlı gelen ecelinizdir. Ölümden korkun. Yaşayanlara değil, öldükten sonra arkada bırakacakları güzel şeylere gıpta edin.” (Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahâbe, 3.c., 175-178.s.)

Hz. Ömer Müslümanlara yönetici seçilince buna benzer sözler söyler. Dört halife bu ve benzeri sözler söylerler, Müslümanlara. Bunları şunun için yazdım; Allah’ın kitabına tabi olduğunu söyleyenler onun Resûlünü örnek aldıklarını söyleyenler, ondan sonra gelen dört halife, Müslümanların yöneticileri nasıl iktidara gelmiş ve onları nasıl yönetmişler önümüzde duruyor.  Kaynaklarda bırakın Müslümanı gayr-i Müslim bile olsa hakkının gasp edildiğini söyleyen tek bir kişi bile bulamasınız. Buradan yola çıkarak şunları söylüyoruz Müslüman, kendinden emin olunan kişidir. İster yönetici olsun ister yönetilen, kimseye haksızlık yapmaz, kimsenin hakkını gasp etmez. Çünkü şunu çok iyi bilir o bir dinin temsilcisidir, toplumuna örnektir, insanlar ona bakarak inandığı dini değerlendirirler. Kendisinin yaptığı yanlışlar Allah’ın temiz dinine mal edilir. Böyle büyük bir fecaatin müsebbibi olmamak için çabalar.

Bugün Müslümanların en büyük sorunu, Allah’ın dinini kendi çıkarlarına basamak yapan yöneticilerdir. Onlara bakanlar “işte sizin İslam diye anlattığınız dine inanan Müslümanlar bunlar, bakın bizden daha berbat durumdalar. Biz onlardan daha adil veya daha iyiyiz” diyorlar. Bunu söyletenler Allah’ın din-i mubin’ini bu duruma düşüren yöneticilerdir. Şu soruyu bütün yöneticiler kendilerine sorsun! Allah’ın bizim için indirdiği ve O’nun Peygamberinin yaşayarak örnek olduğu İslam dininin bizlerden istemiş olduğu insanlara ne kadar benziyoruz?  Bu soruyu bu toplumun muhtarından, belediyesine, milletvekiline kadar eğer kendinizi Müslüman olarak tanımlıyorsanız, Allah’ın kitabına, Resulüne, onun halifelerine ve tayin ettiği valilerine benziyor muyuz, diye sorması gerekmez mi? İnsanı yoktan var eden Allah, yarattığı varlığın dünya imtihanını başarması için gönderdiği kitap ve peygamberleriyle yol gösteriyor. Biz insanlığa düşen onun gösterdiği yolda yürümek olmalı. Tecrübelerle sabittir ki beşerin yasaları insanlığın felaketi olmuştur.

Son değişiklik Çarşamba, 27 Aralık 2023 07:45

Yorum yapın

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuzdan emin olun. HTML kodları kullanılamaz.