FİL VAKIASI ÜZERİNDEN GAZZE OLAYLARINA BAKIŞ

Tarih tekerrür ediyor, kişiler farklı olsa da olaylar aynı. Kendi döneminin süper gücü Ebrehe Yemen’den fillerden oluşan ordusuyla Kâbe’nin kapısına dayanıyor. Ebrehe’nin geldiğini duyan Mekkeliler dağlara, çöllere kaçışıyorlar. Ebrehe Mekke’ye yürürken yolda Abdulmuttalib’e ait olan develere de el koyuyor. Abdulmuttalip Ebrehe’nin karşısına çıkıyor ve kendisine ait olan develerinin kendisine teslim edilmesini istiyor. Bunu duyan Ebrehe şaşkınlık içinde: “Ben senin kutsal evini yıkmaya geldim sen develerini istiyorsun” diyor. Abdulmuttalip: “O Allah’ın evidir onu O korur, ben develerin sahibiyim ve onları istiyorum” diyor. O günkü Mekkeli kabileler, bugünkü Müslüman devletler gibiydiler. Burada Abdulmuttalibi eleştirmiyoruz, aksine o dönemin tasavvurunu sunuyoruz. O dönemin Mekke’sinde kabileler vardı, bugün onların farklı versiyonu olan ulus devletler var.

Bunun bir farklı versiyonunu; Hz. Musa (a.s.) döneminde yaşanıyor. Hz. Musa (a.s.) İsrailoğulları’nı Firavun’un zulmünden kurtarmak için Kızıl Deniz’in kıyısına getiriyor. Firavun ve ordusunun onları takip ettiği bir durumda Allah Kızın Deniz’i yararak onların karşıya geçmemelerini sağlıyor ve Firavun ve askerlerini de denizde boğuyor. Demem o ki; Kızıl deniz yarılıyor İsrailoğulları denizi geçiyor ve bununla da kalmıyor gittikleri yerde Allah onları rızıklandırıyor. Onlar ise bir süre sonra Hz. Musa’ya (a.s.): “Bize yerin bitirdiklerini getir ey Musa! diyorlar. “Hz. Musa: Haydi şu kapıdan Mısır’a girelim orda sizin istedikleriniz var” diyor. Onlar ise: “Onlar ordayken biz oraya girmeyiz, sen ve Rabbin gidin savaşın” diyorlar. Olaylar benzer kişiler ise farklı, tarih tekerrür ediyor. Bugünde çok farklı değil. Aynı kitaba, aynı Peygamber’e, tâbi olanlar Gazzelilere adeta: “Siz savaşın, biz onlar ordayken gelemeyiz” diyorlar. Gazze üzerinden olayları bu pencereden yorumlayalım. Dünyanın süper gücü, yani fil ordusu dayanmış Mescid-i Aksa ve çevresine. Bombalıyor, yakıyor, yıkıyor, katliamlar yapıyor, aradaki tek fark; bugün karşısında duranlar İsrailoğulları değil. Ya hürriyet ya da onurlu ölüm diyen bir nesil var.

Dikkat edin, Ebrehe geldiğinde kaçışan insanlar, bugünde aynı durumda; yine korku, yine vehm hastalığı. Bugünün Abdulmuttalibleri biraz daha fazla, hatta devletlerde bu şekilde diyebiliriz. Kaldırın kafanızı ve çevrenize bakın! Fil ordusu yani ABD, müttefikiyle beraber bir avuç Müslümanı yok etmek istiyorlar. Çevrelerindeki kardeşleri, diğer adıyla din kardeşleri olan devletler, bu fil ordusunun sahibiyle başlıyorlar pazarlığa. Herkesin kendi çıkarları var ve bunlar her şeyden daha önemli, tıpkı Abdulmuttalibin develeri gibi. Gazze halkına adeta; “siz savaşın, hatta ölün biz size gönülden destek veriyoruz, senin yanındayız fil ordusunun sahibiyle pazarlılar yapıyoruz” diyorlar. “Bir yandan sizi destekliyor, bir yandan kendi develerimizi kurtarmaya çabalıyoruz” diyorlar. Gazze’nin din kardeşleri sokaklarda, meydanlarda, toplanıyor Gazze’yi selamlıyorlar.

Birde “sen ve rabbin gidin savaşın” diyenlerin tarafından bakalım. O gün peygamberlerine “sen ve rabbin gidin savaşın” diyen insanlar, bugün de aynı yerdeler sadece isimleri, unvanları, farklı değil mi dersiniz? İsrail’e, koşarak yardıma gelen müttefikleri, dikkat edin ibadet hanelerde, meydanlarda: “Ey Musa’nın ve bizim rabbimiz! Sen Gazzelileri kahru perişan et mi” diyorlar? Bizim durumumuzu özetleyen bir manzara, Allah kitab-ı keriminde “Onlarla savaşın ki Allah, ellerinizle onları azaplandırsın, aşağılatsın onları, onlara karşı yardım etsin size ve inanan topluluğun göğüslerini ferahlatsın.” (Tevbe-14.) buyuruyor. Biz; “Ey Rabbim! Sen git onlara yardım et” diyoruz.

Allah, kitabın muhataplarını görevlendiriyor, kitabın muhatapları, Allah’ı görevlendiriyor (haşa), düşündüğümüzde işin buraya vardığını anlayacağız. Tabi bu hükümler güç sahipleri için, müstezaflar için değil elbet. Müslümanların yöneticileri, bu güç sahipleri midir, değil midir, orasını ilim ehli söylesin. Allah’ın; “düşmanlarınıza karşı güç toplayın” hükmünü okuyan bu günün Müslümanları, kendilerine güç toplamaya başlamış, gücü Allah için mi toplayacaktık, yoksa kendimiz için mi? Eğer gücü Allah için toplasaydık, bugün zafer elde etmiş, Rahmânın yardımına muhatap olmuş izzetli, bir topluluk olurduk. Yok, eğer izzet elimizden gitmiş ise, demek ki gücü Allah için değil, kendimiz için toplamışız. Çünkü Allah vadinden dönmez.

Müslümanlara, dikkatli baktığınızda şunları görmekteyiz: Katledilen, öldürülen insanların tok ölmelerini temin etmekten başka bir şey yaptıkları yok. Gazze’ye yardım cümlesi, sadece orada ölen insanlar, aç mı yoksa tok mu ölsünler anlayışından ibaret. Yardım denilince, bütün Müslüman âlemi para, erzak, ilaç, vb. yardımlar peşindeler. Gazze’ye yardım denilince tüm İslam âlemi elinde olan silahı, askeri ve insanî ne varsa, “haydi ordular Gazze’ye” deseydi, zafer kimin olurdu dersiniz?  Müslümanların oluşturduğu devletler, iyi okuduğunuz zaman aynen şuna benziyor. Büyük uluslararası şirketler gibiler, temel anlayışları kendi çıkarları, menfaatleri. Bu ülkelerin kendileri birer şirket, vatandaşları müşteri mertebesinde, şirket ne sunarsa, o hakikattir. İyi okuyun ve düşünün, hakikat bu değil mi dersiniz?

Bir avuç Müslüman, kendi topraklarını korumak ve halkına daha rahat bir yaşam sunmak için çabalamaktadır. Onlar düşmanları gibi olmadılar, esir aldıkları düşmanlarına zulüm etmediler, inancı ne olursa olsun insan, olduklarını bilerek insan muamelesi yaptılar. Allah onlara her iki dünyada da rahmet ve zafer nasip eylesin. Düşmanları kendi akrabalarını, hapsedip işkenceler yaparken, onlar düşmanlarına benzemediler. Düşmanları, engelli ve hasta demeyip tekerlekli sandalyede olanları bile hapsedip zulmediyorlar. Onlar esir aldıkları yaşlı, ihtiyaç sahibi, kadın ve çocukları, misafir gibi ağırladılar. İlk fırsatta ailelerine, evlerine dönmelerini temin ettiler. İşte Allah ve O’nun Resûlü’nün yiğitleri! Allah sizden razı olsun! Onlar Gazze’de bir avuç Müslüman, din kardeşleri bile yardımlarına koşmadı, kendilerinden esir düşen kardeşlerini düşmanları, çırılçıplak soyundurup işkence ediyorlar. Ölülerine bile işkence eden düşmanına benzemediler. Onlar, “Allah’ın Kitabı’nda bize nasıl davranmamız gerektiğini bildiriyor ise, biz öyle davranacağız” dediler. Daha düne kadar insan hakları, hak, hukuk, savaş hukuku, temel insan hakları, evrensel hukuk normları diyenler, bakın vahşetin yanında saf tuttular. Rusya, Ukrayna savaşında bir yılda öldürülmüş çocuk sayısından fazlasını, bir haftada öldürdüler. Rusya’yı “savaş sucu” işledi diyerek yargılayanlar, bugün bu vahşet karşısında sus pus olmuş, yetmemiş vahşeti yapanların yanında yer almışlar.

Artık Ebrehelerin sistemi çöküyor. Adaleti, hakkı, hukuku inşa edecek Muhammed (s.a.s.)’in varisleri neredeler? Firavunların sistemi çöküyor, insanlığı inşa edecek Musa (a.s.)’lar neredeler? Yüz yılardır insanlığa, aydınlığı temel insan haklarını, uygar bir dünya diyerek oluşturdukları kuralları, hemen “helvadan put” misali yiyen, kana susamış vampirler, tıpkı Mekkeli müşrikler gibi. “Allah sabredenlerle beraberdir”, buyuruyor Rabbimiz. Biz sabrı oturup beklemek olarak algıladık, oysa sabır aslında, direniştir, isyan etmektir, haksızlığa ve tüm hukuksuzluklar.

Yeni bir dünya düzeni kuruluyor! Müslümanların oluşturduğu ülkeler, kendi ulus çıkarları peşinde koşuyor. Kurulacak bu yeni dizenin Müslümanların eliyle kurulması şarttır. Artık İslam âlemi, nebevî bir yol inşa etmeli. Kur’an’ın ışığında, Hz. Peygamber’in rehberliğinde, bütün dünya insanlığına umut olmalılar. Yeni bir düzen kurmalılar; adalet, temel insan hakları, hak, hukuk, insanca bir yaşam için. Bu düzen, kimseyi ötekileştirmeyen, dini, ırkı, inancı sorgulanmayan mazlumun hamisi, zâlimin hasmı olan bir düzen olmalı. Güçlünün yanında saf tutan değil güçlüye karşı mazlumun yanında saf tutan bir düzen kurulmalı. Gelinen noktada Müslümanlar bu fırsatı tepmemeliler, ayağımıza gelen bu fırsatı insanlık için adil ve yaşanır bir dünya inşa etmek için neyimiz varsa ortaya koyma vaktidir, deyip top yekûn seferber olmalılar.

Artık dünya, Ebrehelerden, Firavunlardan, Karunlardan, Nemrutlardan, Samirilerden, kurtulmalı. Bunun yolu bellidir. Okuduğumuz ve muhatabı olduğumuz kitabımız bize bu konuda rehberlik ediyor. Artık yeter! İbrahimler, Musalar, Yusuflar, Muhammedler olma vaktidir. Firavunlara dur diyen, Musa’ydı. Nemruda dur diyen İbrahim’idi. Tüm İslam âlemi ve tüm yazarçizer aydınlarımız topyekûn yola koyulmalıdırlar. Batının uyduruk kurallarının, nasıl safsata olduğunu, tüm dünyaya haykırma vaktidir. Batı yıkılıyor kendini var eden değerlerini yok ediyor, işte burada biz Müslümanlara görev düşüyor. Müslüman ülkelere, yönetimlere ve toplumlara. Mekke toplumu fil vakıasını yaşadıktan sonra artık hiçbir şeyin, eskisi gibi olmayacağını anlamıştı. Ama neyi nasıl yapacaklarını bilmiyorlardı. İşte Hz. Peygamberin bundan sonra gelip insanlığa yol göstermesi olacaktı. Fil vakıası bir dönemi kapatıp yeni bir dönem açmıştı Mekke toplumunda. desek yanlış olmaz. Bugünde durum çok farklı değil. Bugün doğru okuma, doğru yol ve yöntemler ortay koyma vaktidir.

Yorum yapın

(*) ile işaretlenmiş zorunlu alanların tümünü doldurduğunuzdan emin olun. HTML kodları kullanılamaz.