Login to your account

Username *
Password *
Remember Me

Create an account

Fields marked with an asterisk (*) are required.
Name *
Username *
Password *
Verify password *
Email *
Verify email *
Captcha *
Reload Captcha
Hızır Yıldırım

Hızır Yıldırım

Filistin sen nasıl şehirsin ki: Yediden yetmişe sürekli şehit verirsin!

Küçüğü, büyüğü, kadını ve erkeğiyle şehitler şehri!

Toprağın kan kırmızısı, can veren, can alansın!

İmtihan burada, yaşam ve ölüm burada!

Cennetin burada, cehennemin burada!

Seçin beğenin; vicdanlı da burada, vicdansız da burada!

Zâlim burada, mazlum burada, ölüm burada, yaşam da burada!..

Kan kusan makinalar; ölümün acısını nasıl bilsin ki!?

Vicdanlar dumura uğradı, insansız yaratıklar kana doymadı!

Çocuk ne yapsın, çocukluğunu bilmeden göçtü ölümsüz diyarlara!

Filistin'de, yaşlanmadan genç körpecikler düşer toprağa!

Filistin'de vuruldum, bir avuç mülk için!

 

Doymaz ki kana zalim İsrail ve ABD!

Kanla beslenen zâlim yaratıklar;

Döktüğünüz kanda boğulmanız yakındır!

Sanmayın ki yaptığınız yanınıza kâr kalır; cehennem size öyle susamış ki sabırla bekler sizleri!

Orda ne ölür nede yaşarsınız!

Dünyadakiler filim gibi izler ölümleri!

Kendine dokunmadığı için rahatını bozmaz!

Ölen yine ben, acı çeken yine ben!

 

Ben Filistin'li şehit çocuk!

Vurdular beni Gazze Hastanesinde!

Sessiz olun dünya insanlığı; ölümlerimizi de sessiz izleyin!

Sahi suçum neydi? Yoksa Musa’lar, Ömer’ler, Yavuz Selim’ler, Selahaddin’ler doğar diye mi korktun ey zâlim!

Kıydınız masum canlara, insansız zâlim yaratıklar!

Dünya imtihanını bilmeden göçtüm bu diyardan!

Bu vahşetin içinde doğum da ölüm de bir arada!

Kanım toprağa düşünce, bereketleniriz biz, bir ölürsek bin diriliriz!

Korkun ey zâlimler! Sonunuz yakın, ebedi cehennem azabı sizleri bekler!

Selam sizlere ey ümmetin onuru ve şerefi; Kassam’ın yiğitleri ve Ebu Ubeydeleri!

Ümmet ne zaman kendini hatırlar bilinmez ama bir ve birlik olunursa önünde hiçbir güç duramaz.

Kendini İslâm'a nispet eden İslâm coğrafyasındaki ülkelerde yaşayan bireylerin söylemi: “Kusura bakma sağ yanım Filistin! Bizlerde hem esir hem de mahkûm konumda yaşıyoruz.”

Bu zilletten çıkmak gerek, birlikte mücadele etmeden olmaz.

Batılıların birçok tükettikleri ürünler, sömürdükleri İslâm ülkelerinden gidiyor. Sömürge çarklarına çomak sokmak gerek.

Teferruat meselesini öteleyip Kur'an hakikati üzerine birlik ve beraberlik sağlanması her Müslümanın görevidir.

Batılı zalimlerin azgınlaşmasının sebebi bizlerin pasif bir yaşantıya sahip olmamız sebebiyledir.

Batının ve küreselcilerin yaramaz çocuğu siyonist İsrail, zalimlikte level atlayıp kan içmeye devam ediyor. Bunu bütün dünya izliyor ve cılız kınamalar azgın İsrail'i frenlemiyor. Kendi dilinden anlatacak yiğitler aranmakta. İslam coğrafyasına sömürgeci İngilizler İsrail'i habis ur bıçağı gibi ümmetin kalbine sapladı. Kızılderili sözü: “İki balık nehirde kavga ediyorsa oradan kırmızı çizmeli İngiliz geçmiştir.”

“Belki Rabbiniz size merhamet eder; fakat siz eğer yine (fesatçılığa) dönerseniz, biz de sizi yine cezalandırırız. Biz cehennemi kâfirler için bir hapishane yaptık.” (İsrâ, 8)

Batılı zalimlerin yalanları ve katliamları bitmez. Laiklik ideolojisini üretirler ve insanların dine nasıl inanılacaklarını kendileri belirler, demokrasi üretip, İslam coğrafyasına çökerler yani işgal edip yağmalarlar. Bunlar yalan hayatı yaşar, yalan hayatı empoze ederler. Yeryüzünde fitne ve fesat çıkarıp ekini ve nesli de ifsad ederler.

“Bu gibileri, işbaşına geçti mi, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekonomik ve sosyal düzeni bozmaya çalışırlar. Ama Allah bozgunculuğu sevmez.” (Bakara, 205)

Müslümanların kıyamı ile bâtıl zihniyetlerin çöküşe uğrayıp tarihin çöplüğüne atılacakları günler çok yakındır. Kur'an, hayat kitabımız olur ve Allah'ın gerçek kulları olursak; Allah'ın ilahi yardımı gelecek zalimler nasıl bir inkılâpla devrileceğini anlayacaklar.

“İman edip salih ameller işleyen, Allah’ı çokça zikreden, zulmedildikten sonra düşmanına karşı mukabele etmek isteyenler hariç. Ve onlara zulmedenler, nasıl bir inkılâp ile devrileceklerini bileceklerdir (göreceklerdir.)” (Şuara, 227)

Olan ise oranın Müslüman halkına olmakta ve en büyük zararı görmekte, adeta kendilerine soykırım uygulanmakta, dünya ise sadece izlemekte. Batılı kâfirlerden geçtim, Müslüman ülkelerde bu zulmü izlemekteler. Müslümanlar kendi ülkelerinde İslâm'ı hakkı ile yaşayamıyor, elinden geldiğince bir şeyler yapmaktalar; boykot, yürüyüş ve sloganla destek verebiliyor ama yeterli de olmuyor. İsrail ve ABD zalimlikleri tüm hızıyla devam ediyor.

Müslümanlar kıyama kalkmazsa bu zalimler durmayacak ekini ve nesli ifsad etmeye devam edecekler. İsrail belli ki çok azdı lakin sonu inşaAllah yakındır. ABD'nin cürümleri belli; Irak'ta, Suriye'de, Afganistan'da demokrasi adına birçok katliama imza attı. Durduramazsak, durmayacak bu zalim yaratıklar. Müslümanlar kendi iç meselesini ertelemeli ve bu zalimlerle nasıl mücadele edilir diye bir araya gelmeli ve kafa yormalı, yoksa o kafamız da kalmayacak.

"Ey Rabbimiz! Ey göklerin ve yerin sahibi! Biz müslim kullarına birlik beraberlik ve feraset ver; bizi bu zalim ve azgın kâfirlere karşı bizlere yardım et, bizleri bu zalimlere karşı galip getir!

"Bekle bizi ey FİLİSTİN!.."

"Bekle bizi ey Filistin, dünyevileşmekten kurtulursak geleceğiz!"

"Bekle bizi, hele bir pahalılıktan kurtulalım, geleceğiz!"

"Bekle bizi, Mehdi gelsin geleceğiz!"

"Bekle bizi, hilafeti kuralım geleceğiz!"

"Bekle bizi, prangalardan kurtulursak geleceğiz!"

"Bekle bizi, Kur'an'ı hayat kitabı haline dönüştürürsek geleceğiz!"

"Bekle bizi, ölülere okuduğumuz Yâsîn sûresini dirilere okur ve onunla dirilirsek geleceğiz!"

"Bekle bizi, Yâsîn sûresindeki Habib-i Neccar’ın nasıl şehit olduğunu anlar istek geleceğiz!"

"Bekle bizi bekle ey FİLİSTİN!"

 

"Bekle bizi, horozlar sabah namazına kaldırırsa geleceğiz!"

"Bizim buralarda horozlar ötmüyor, herhalde horozlar küstü bize!"

"Bekle bizi, hocalarımız Kur'an hakikatlerini öğretirse geleceğiz!"

"Bekle bizi, ihtilaflardan kurtulursak geleceğiz!"

"Bekle bizi, Müslümanlar kardeşliği hatırlarsa geleceğiz!"

"Bekle bizi, hala ilmihâl meselesini çözemedik, çözersek geleceğiz!"

"Bekle bizi, nefisle cihadı yapar ve nefsimizi ıslah edebilirsek geleceğiz!"

"Bekle bizi, bekle ey FİLİSTİN"

 

"İslâm ülkeleri kıyama kalkarsa, geleceğiz!"

"Batılı zalimlerden kurtulursak, geleceğiz!"

"Söz geleceğiz; hele şu Şiî ve Sünnî meselesini halledelim, geleceğiz!"

"İslâm ülkelerin başındaki, tâğût ve Firavunlardan kurtulursak geleceğiz!

"İslâm ülkeleri İslâm'a kesin dönüş yaparsa geleceğiz!"

"İslâm topraklarında yaşayanları “vehen” hastalığı sardı, tedavi olursak geleceğiz!"

"Sloganlarımızı eyleme dönüştürürsek geleceğiz!"

"Keler deliğine girdik, oradan çıkarak tekrar İslâm yoluna dönebilirsek geleceğiz!"

"İç benliğimizde Yahudilere benzemez; Kur'an İslâm'ına dönüş yaparsak geleceğiz!"

"Bekle bizi ey FİLİSTİN!

 

Onlar hayatı sevdikleri kadar; bizde ölümle barışık bir hayatı önceliklediğimizde hem Filistin hem de Mescid-i Aksa kurtulacaktır inşaAllah!.."

“(Resulüm!) De ki: "Rabbim size ne kıymet verir duanız olmasa? (Ey inkârcılar! Size bildirdiklerini) kesinkes yalan saydınız; o halde azap yakanızı bırakmayacaktır!” (Furkan, 77)

İnsan aciz bir varlık olduğu için sürekli duaya ihtiyacı vardır. Duanın kabul olması için neye, nasıl ve kimden isteyeceğini bilmesi gerekir. Kendisi gibi aciz varlıktan isteyenler kulluk bilincini kavrayamamış veya fıtratını bozmuştur.

Ölmeyen, Hay ve Diri olan, hayat bahşeden âlemlerin yegâne tek sahibi olan Allah'tan istemek gerekmektedir.

"Allah (c.c.) en çok sevdiğin olsun, sevincini O'nunla paylaş ve samimi ve içten yakar, üzüntünü O'na arzet ve sakın isyan etme ve güzel bir sabırla sabır göster." Kazanan hep sen olacaksın.

Bir âlimin dediği gibi: "Allah verdi, ben O'nun yolunda verdim; bu yarışım ölüm gelinceye kadar sürdü."

Allah'a borç veren ve içten dua edenin hiç kaybı olmadığı gibi onu cennete sayısız sürprizler bekliyor olacak.

Sıkıntı ile karşılaştın ve çaresizce yol alıyorsan Musa (as)'ı hatırla ve şöyle dua et:   “...Ey Rabbim! Doğrusu bana göndereceğin her türlü hayra, muhtacım” (Kasas, 24)

Yeni evlenecek olan bekârlar için ise: “(Ve o kullar): Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl! derler.” (Furkan, 74)

Cahilce günah işleyince Nuh (as)'ı hatırla: “Nuh dedi ki; «İçyüzünü bilmediğim bir şeyi yapmanı istemekten sana sığınırım. Eğer sen beni affetmez, bana merhamet etmezsen hüsrana uğrayanlardan olurum.” (Hûd, 47)

Yakınlarımızdan inkâr da direnen ve öğüdü dikkate almayanlar için; İbrahim (as)'ı hatırla ve şöyle dua et: “...Ey inananlar deyin ki: «Rabbimiz, sana güvendik, sana yöneldik, dönüşümüz sanadır.» Rabbimiz! Bizi, inkar edenlerle imtihan etme; bizi bağışla, doğrusu sen, güçlü olan, Hakim olansın.” (Mümtahine, 4-5)

Anne ve baban senin yanında yaşlanırsa onlara öf bile deme onlara şöyle dua et: “Onlara karşı besleyeceğin acıma duygusunun etkisi ile önlerinde alçak gönüllülük kanatlarını indir ve de ki; «Ey Rabbim onlar küçükten beni nasıl büyüttüler ise, sen de öyle merhamet et.» Rabbiniz kalplerinizdeki duygularınızı herkesten iyi bilir. Eğer iyi kalpli kimselerseniz, O kendisine başvuranların günahlarını affeder.” (İsrâ, 24- 25)

Namaz kılan her mü'min anne-babasına ve mü'minlere dua etmeden namazdan ayrılamaz. “Ey Rabbimiz, hesaba durulacağı günde beni, ana- babamı ve tüm mü'minleri affeyle.” (İbrahim, 41)

Günümüzde putlar değişti. Kavram ve ideolojiler artık birer put oldu. Kendimizi ve neslimizi korumakla mükellefiz. Atamız İbrahim (a.s.) duası bizimde duamız olmalı: “Hani İbrahim dedi ki; «Ey Rabbim, bu beldeyi güvenli kıl, beni ve çocuklarımı putlara tapmaktan uzak tut.” (İbrahim, 35)

Gereksiz yere canlı hayvanları öldürme ve ezip geçme: “Süleyman, karıncanın dediklerini işitince gülümseyerek dedi ki; «Ya Rabbi gerek bana ve gerekse ana babama bağışladığın nimetlere olanca gücümle şükretmemi ve hoşnut olacağın iyi işler yapmamı nasip eyle, rahmetinle beni iyi kullarının arasına kat.” (Neml, 19)

Cahiller sataşınca onlara tebessümle selam vererek ayrıl: “Rahman'ın hâs kulları o kimselerdir ki, onlar yeryüzünde yumuşak adımlar atarak yürürler. Kendini bilmezler onlara sataştıklarında yumuşak sözlerle karşılık verirler.” (Furkan, 63)

Müslüman olarak yaşadığımız bu hayatta Müslüman gibi de ölmeyi, Rabbim biz kullarına nasip etsin.

“Rabbim, sen bana egemenlikten pay verdin, beni olayları (ya da rüyaları) yorumlamaya ilişkin bazı bilgiler ile donattın. Ey göklerin ve yerin yaratanı! Gerek dünyada, gerek ahirette tek dayanağım sensin; canımı Müslüman olarak al ve beni iyi kulların arasına kat.” (Yusuf, 101)

Sürekli kınadık; bilgili, bilgisiz, kulaktan dolma, zanla, vs. Delilsiz birçok meseleyi çok iyi araştırmadan dilimizle dövdük, kinle öldürdük. Sırça köşklerde dünyeliveştik, komşuluk ilişkileri kopma noktasına geldi, komşu, komşunun külüne muhtaçtır ata mirasını çar-çur ettik. Komşusu açken, tok yatan bizden değildir Muhammed (s.a.v.) sözünü de unuttuk.

Sürekli kınamak ve hiç bir şey yapmamak zayıf ve mahrum bırakılmış insanların işidir. Üreten ve el-Kitab (Kur’an) ile hayatı okuyan kişi erdemli, onurlu, samimi bir kişiliğe sahiptir.

Mahrum bırakılmış halkı ayağa yani (kıyama) kaldıracak yiğitlere şiddetle ihtiyaç vardır.

Maalesef eleştiri kültüründe sınıfta kaldık. Programsız, düzensiz bir hayat, savruk bir hayattır. Kur'an ile ilmini artıracak, Resülün ahlâkı ile insanlara merhametle yaklaşacak, ilk yapılması gereken neyse ona odaklanılacak, sıra-sıra, basamak-basamak çıkılacaktı. Yani tedrici bir süreci takip edecektik.

Çok okumuyoruz, okuyanımız da onunla amel etmiyor. İman=Salih amel bütünlüğünde hayatı okumak en güzel okuma biçimi olmalıydı.

Gelin bu hastalıklarımızı tedavi edelim desek; ne kadar insan bulabiliriz? Yaşantılarını dahi bilmediğimiz cemaatleri, olur olmaz birilerin sözleri ile sürekli kınadık durduk. Ya o onlar bizden daha hayırlı ise diye de düşünmeden sloganik sözlerle onları sürekli dövdük. Ahirette ağır fatura bizi beklemekte; farkında mıyız?

Hucurât sûresini hakkıyla okusaydık; iftiradan, zandan, fasık olan haberleri, alay ve tahkiri, gıybeti anlardı Müslümanlar! Müslümanlar ancak kardeştir sözü hayatımızda yer bulurdu. Biz Kur'an'dan uzaklaştıkça; İzzet elimizden gidecek ve neticede zillete düşmüş olacağız. Halbuki izzet ve şerefi Allah ve Resûlü, mü’minlerde arayacaktık.

Araştırma gereği duymadan bir kişiyi ve topluluğu eleştirmek; sadece günah sayfamızı doldururuz.

Su-i zan değil, hüsn-ü zan ile hareket etmek kişinin hanesine sürekli sevap yazılır. Biz aksi olanı tercih edip günah galerisini doldurmanın peşindeyiz farkında olmadan!

Kur'an ‘şevkatli ve merhamet sahibi’ adıyla diye başlamakta. Biz daha bunu bile yeterli bir şekilde anlayamadık veya anlamak istemedik.

İnsanlar sevgi ve merhameti kaybederlerse geriye sadece kaosla beslenen, bağırıp-çağıran ruhsuz cesetler ile dolu insanlar olur. Sevmeyi ve sevgiyi unuttuk, araya sevgisizlik duvarı ördük sürekli kızarak bağırıyoruz, o yüksek ses bile sevdiklerimize ulaşmıyor.

Kızarak, bağırarak konuşan insan aslında yalnızdır; elde bir şey edemediği gibi, elindekilerini tek tek kaybeder. Halbuki biz Müslümanlar ahirete güzel kardeşler biriktirip beraber olacaktık. Kaybetmekte elimizde, kazanmakta. Kazandıklarımızı kolay kaybetmemek için Kur'an ve sünnete kulak vermeliyiz. Anlaşamadığımız meselelerde Kur'an hakem olacak.

Kınadık ve kınanacak duruma düştük, bizdeki birçok güzellikler gayri Müslimlerin eline geçti. Müslümanlar güveni kaybetti. Şunu dedirttik: “falan Yahudi, falan Hristiyan çok adaletli. Çalıştığımın hakkını veriyor ve fazla çalıştırmıyor. Müslüman işadımı ise hakkımı yiyor” diyorlar. Oysa işçinin anlının teri kurumadan hakkı verilecek diyordu Resûl (s.a.v.)!

Geldiğimiz yeri siz düşünün. En yakınlarınız dahi olsa adaletli olun diyen Rabbimiz! Adil olmayan, ceplerini dolduran bir ümmet haline geldik.

Allah çalışanın hakkını verir; Müslüman-kâfir ayrımı yapmaz. Kim neye müstahaksa, özümüzü değiştirmediğimiz müddetçe Allah durumumuzu değiştirmeyecek, Rad sûresi 11. ayeti önümüzde duruyor. Biz neden bu haldeyiz diye sormak yerine; biz Allah ve Resulün emrini takvayla kuşanmadığımız müddetçe bu zilletten kurtulamayacağız.

Araştırıyoruz gibi görünüyor ama okumuyoruz, kaynağı doğru yerden almıyoruz, her söze sazan gibi atlıyoruz, kalitesiz sözler bizleri bitiriyor. Farkında olmadan batıl sözleri bizler de fısıldıyoruz. Kur'an bizden hikmetli davranmamızı ister, biz ısrarla hikmetsiz davranıyoruz.

“Ey inananlar! Bir topluluk başka bir toplulukla alay etmesin. Belki alay ettikleri kimseler, kendilerinden iyidirler. Kadınlarda başka kadınlarla alay etmesin. Belki onlar kendilerinden iyidirler. Birbirinizde kusur aramayın; birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İnandıktan sonra fasık (yoldan çıkmış) olmak ne kötü bir addır. Kim tevbe etmezse, İşte onlar, zalimlerdir.” (Hucurât, 11)

“Gerçek mü'minler ancak Allah'a ve Resulüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanlardır. İşte iman sözlerinde doğru olanlar onlardır.” (Hucurat 15)

İman edip salih amel işleyen, imanından ödün vermeyen, Kur'an ile ahlâklı, hayatı dosdoğru okuyan ve

“Onlar, bir ümmetti, gelip geçti; onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz, onların yaptıklarından sorumlu değilsiniz.” (Bakara, 141) ayetini kendine düstur edinen, şuurlu ve samimi, birbirlerini Allah için seven fedakâr mü'minler olmak duasıyla!..

Baba evlattan, evlat babadan memnun değil!

Anne kızından, kız anneden memnun değil!

Karı kocadan, koca karıdan memnun değil!

Esasında aile olamadıklarında birbirlerinden memnun değiller!

 

İşçi kalfadan, kalfa işçiden memnun değil!

Memur amirden, amir memurdan memnun değil!

Şef müdürden, müdür şeften memnun değil!

Hasta doktordan, doktor hastadan memnun değil!

Sanık savcıdan, savcı sanıktan memnun değil!

Avukat karardan, hakim avukattan memnun değil!

Vatandaş vekilden, vekil vatandaştan memnun değil!

Bakan başkandan, başkan bakandan memnun değil!

Cami cemaati hocadan, hoca cemaatten memnun değil!

Müftü diyanetten, diyanet müftüden memnun değil!

Ey güzel Allah'ım! Bu toplum senle olan muhabbeti bıraktığı için birbirinden memnun değiller!

 

Şikayetim var ey Rabbim..!

Gönderdiğin İslâm dininden kimse memnun değil!

Dille iman ettiğini söylediler; bâtıl ve hurafe din yaşadılar!

Mushafa iman ettiler, içeriğini anlamak istemediler!

İman eder gibi göründüler; yaşadıkları hayatta iman hiç görülmedi!

Rızanı kazanacak amellerden uzak durup, dünya hayatına daldılar!

 

Muhabbetini, yani Kur'an'ı anlamadan okudular!

Namazları zayi ettiler!

Bâtıla dalanlarla daldılar!

Yoksulu gözetmediler!

O kadar çok helâl varken, haramların peşine düştüler!

Ölüm yanı başlarında iken; ölmeyecek gibi yaşadılar!

 

Muhammed (s.a.v.) güzel ahlâkını alacakken; ahlaksızlığını aldılar!

Gül peygamber deyip ifrata; kılıç peygamberi deyip tefrite saptılar!

Âlim kılıklı bel’amlar, dinde tahribat yaptılar!

Din diye insanlara afyon sundular!

 

Ne bayan tesettürü; ne erkek takvayı anladı!

Tevhîd dini olan İslam'dan kopuk yaşadılar!

Şirki, tağutu hiç anlamak istemediler!

Ellerinde kitap varken; kitapsız yaşadılar!

"Şikayetim var ey Rabbim..!"

Üzerimizde taşıdığımız, bizlere emanet olarak verilen bedenimizi tanıyor muyuz?

Pekala, ruh nedir ve görevleri nelerdir?

Ruh olmasaydı beden, beden olmasaydı ruh bir anlam ifade eder miydi?

Ölüm gerçekleşince ruhun tekrar Allah'a dönmesi ve bedenin ise tekrar toprak olması, tekrar dirilme ile sonsuz hayatta ceset ve ruhun tekrar birleşmesini nasıl anlamak lazım?

 

Bu gibi birçok sorular, akleden insanların aklını hep meşgul edegelmiştir. Dünyaya gönderilişimizin amacını iyi anlar ve kavrayabilirsek birçok meseleyi de çözeriz.

“O hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için, ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür, bağışlayandır.” (Mülk, 2)

“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyât, 56)

“Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz.” (Enbiyâ, 35)

“Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık.” (İnsan, 2)

 

Bu ve buna benzer ayetler, bizlere şunu anlatmaktadır: imtihan için gönderildiniz ve asıl olan kimliğinize kavuşmak için, her türlü meşakkatten sonra hak ederek sonsuz ve ebedi, ölmeyen bedene kavuşmak için sınava tabi tutuluyorsunuz. Sınavı verip başaranlar cennette ebedi kalacak, sınavdan başarısız çıkanlar ise cehennemde ebedi kalacaklar.

Bu sınavların başında sizlere emanet olarak verilen bedenimizdir. Bedenimizin anatomisini iyi tanımalıyız.

Rabbimiz bizlere, ruhun bendende yaşaması için birçok donatılar sunmuştur. Bunlar: akıl ve irade başta olmakla beraber; ıslah edilmeyi bekleyen nefis ve şeytandır. Fıtratımıza iyilik, kötülük, korku ve sevinç vs. kodlanmıştır.

Beden ise azalarıyla birlikte bizleri kayıt altına alıyor. Göz, kulak, burun, ağız ve dil, el ve ayaklar, beyin ile bağlantılı bir şekilde iyi ve kötü amelleri kayıt altına alırlar. Hafaza Melekleri de yapmış olduğumuz her bir ameli kaydederler.

“Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” Zilzal, 7-8)

 

Gezdiğimiz ve kaldığımız mekânlar; nesneler ve tarih kısacası her şey ya aleyhimize şahit, ya da lehimize şahit olacaktır.

“O gün ağızlarını mühürleriz, elleri bize söyler ayakları yaptıklarına şahitlik eder.” (Yasin, 65)

"Bu kadar çok kayıt altında ve şahitler huzurunda; gel de günah işle, Allah'a asi ol ve ebedi hayatını mahvet, olacak şey değil!"

 

Ruha ölmeyen dünya bedenini kısa süreliğine emanet, yani kullanımına verilmiştir. Vücut hasta olunca, acıyı duyan ruhtur. Ölüm acısını ve dünya bedeninden ayrılma vaktinin geldiğini fark eden ruhtur. Cehennem bedeni ölümsüz olacak ve ruh ise azabını duyacak olandır. "Keşkelerin fayda vermeyeceği o gün için tedbir almamız gerekmez mi?"

"Keşke şunu yapmasaydım, şu hayrı yapsaydım, şu harama bulaşmasaydım, şu helal dairesinde olsaydım, cimrilik etmeyip Allah yolunda sürekli infâk etseydim!"

İbadetlerimizi gösterişsiz, Allah için yapsaydım vs. dememek için. Dünya hayatında telafisi var tabi ki! Bunun telafisi ancak samimi tevbe ile gerçekleşir.

“Bu dünya hayatı oyundan ve eğlenceden başka bir şey değildir. Asıl hayat ahiret yurdundaki hayattır. Kâfirler keşke bunun bilincine varsalardı.” (Ankebût, 64)

 

Zamansız ve sonsuz âlemde, tarih sayfaları olmayacak. Tarih saniye, dakika, saat, hafta, ay, yıl ve yıllar bizlerin yaptıkları ve gerçekleşen olaylar kayıt altına alınmak için var.

Hiç bir şey inkâr edilemeyecek, gizli yapılanlar, yalan söylenenler, yalan şahitlikler her şey önümüze gelecek. "Hâkimler hâkimi olan Allah, adil-i mutlak bir şekilde kulun hakkını da verecektir!"

İki kişi ahir hayatta çok pişmanlık duyacak; kâfir keşke peygamberle yol tutup iman etseydim, Müslüman ise keşke daha çok hayır yapsaydım diyecek.

 

Yaşlanmış, hasta, uzuvları eksik, beden toprak olacak, ruh Allah'a dönecek, İsrafil (a.s.) sûra üflemesiyle beden ve ruh birleşip hesap verip gerçek mekânına; yani ya cennette mükâfat görecek, ya da cehennemde ceza görecek.

İnsan hiç bir şeyi kaçıramayacak; vücut azalarımız ile melekler yaptığımız amellere şahit olacak. Nesneler şahit, tarih her anımıza şahit, güneş, ay ve yıldızlar şahit, gece ve gündüz şahit olarak Allah'ın huzurunda hesaba çekileceğiz.

O, zor hesap gününde, şahitlerin lehimize şahitlik yapmalarını biz inanan kullara Rabbimiz nasip eylesin!

Nefsin seni kandırıyor!

Atan, anan, baban seni kandırıyor!

Liderin, siyasetçi, patronun seni kandırıyor!

Din adamı, imam ve profesör dedikleri seni kandırıyor!

Arkadaşın ve kardeşin, seni kandırıyor!

 

Eşin ve çocuklar seni kandırıyor!

Öğretmen, müdür, seni kandırıyor!

Mal ve mülk, zenginlik seni aldatıyor!

Şeytan ve dostları seni kandırıyor!

 

“Allah affeder” diyenler tarafından kandırılıyorsun!

“Allah seni affetmez” diye umutsuzluk aşılayanlar tarafından kandırılıyorsun!

Medya yalan haberle kandırıyor!

Sihirli sahte kutu, televizyon tarafından kandırılıyorsun!

 

İzim'ler, hizib'ler, particiler tarafından kandırılıyorsun!

Sihirbaz liderler tarafından kandırılıyorsun!

Ne çok kandıranlar var seni!

Kur'an'a dönüş vakti gelmedi mi?

Rasûlün ahlakını kuşanma zamanı gelmedi mi?

 

Neyi bekliyorsun, dünyadan kandırılarak gitmeyi mi?

Kandıranlar belki de kandırdığının farkında değillerdir!

Farkında olma zamanı gelsin artık!

Yoksa; yokları yaşayacağın sonsuz âlemde, zor bir hayat seni beklemekte!!!

Yaşadığımız hayatta, Kur'an bizlere sunmuş olduğu ve Resûlün yaşadığı hayatı ve ahlâkını kuşanır isek saptırıcılar bizi saptıramaz. Uyanık ve akıllı olmamız gerekiyor çünkü bir tek dünya hayatımız var ve ölünce telafisi olmayan sonsuz hayata geçiş yapacağız.

Mahşerde kendi kitabımızı okuyacağız, Kur'an'ın onaylamış olduğu ve adına “amel defterleri” denilen kitabı.

Kendi kendimizin şahidi olacağız. Ne akraba, ne dost, ne arkadaş, ne lider edindiğimiz kişi ve kişilerin bize faydası olacak. Tek başına olacağız, eller konuşacak, ayaklar ise şahitlik edecektir. Sana tahrif edilmiş din anlatanlar da aciz ve çaresiz olacaklar. Kimseye haksızlık yok, kişi dünyada kazanmış oldukları ile baş başa olacaktır.

Şu insan denilen; canlı ayet, hiç kendini okumaz ve tefekkür bile etmez mi? Sen kendini okumazsan; birileri senin yerine seni okur ve sonrada canına okurlar!

Hayatım birilerin tekelinde olmaması lazım. Akıl nimetini vahiy ekseninde kullanan kişi kaybetmez. Zafer odaklı değil; daha ziyade hak yolunda ölüm gelinceye kadar mücadele etmemiz gerekir, zafer gelirse de ne âlâ. Velhasıl araştıran, okuyan, inceleyip sık dokuyan toplum değiliz maalesef.

Birileri bize anlatsın; hele bir de toplum üzerinde belirli bir etiketi varsa yani liderse tam teslimiyet gösteriliyor. Bunlar beni kandırdı mı, saptırdı mı, yaldızlı sözlerle uyuttu mu araştırma gereği duymadan teslim oluyoruz. Belki de birileri bizleri cehenneme sürüklüyor, araştırmazsan nerden bileceksin?

Bizi ancak tüm yönleriyle Allah bilir. O zaman Allah'ı dinleyeceğiz ve kitabı olan Kur'an ile yolumuzu bulacağız. İdeolojiler her zaman saptırıcı rol oynamıştır. İnsanlar kendilerine ve cemaatine mi çağırıyor, yoksa Allah'a mı, diye iyi araştırmalıyız.

Yoksa yaşadığımız hayatı din zanneder ve neticede kaybedenlerden oluruz.

Tevhid ehli olmalı, şirk koşmamalı, İlâh, Rab, tâğût kavramları iyi bilinmeli çok iyi anlamalıyız. Dedim ya; “Bir hayatımız var ve telafisi olmayabilir!”

Ölüm ile birlikte amel defterimiz kapanacak. Defterimiz kapanmadan ve ölüm gelmeden tevbe etmeliyiz. Firavun ölüm anında tevbe etti ama geç kaldı bu sebeple tevbesi kabul olunmadı. “Yaşlanınca tevbe ederim, emekli olunca yaparım” pazarlığı işe yaramaz.

Şu insan denen garip yaratık; mesleği öğrenmek ve nemalanmak için yaklaşık 20 yıl okur ve en az 300 kitap okur, araştırır ve neticede mesleği elde eder. Şunuda ifade edelim ki yaptığı bu gayretler doğrudur. Fakat şuası çok gariptir ki ebedî hayatı için aynı hassasiyeti niçin göstermez anlamak mümkün değil! Neden dinini araştırma gereği duymaz da kulaktan dolma bilgilere inanır? Atalarının da dini olan o hakikatini araştırmaz? Sözde din alimi denilen bel’amlara körü kürüne neden inanır?

Ebedî hayatım heba olur diye hiç mi düşünmez? Niye geldim dünya hayatına, ne yapmalıyım, nasıl yaşamalıyız, helaller ve haram niçin var? Her canlı için neden ölüm var diye uzun uzadıya düşünmez.

Dünya; sonsuz hayatı kazanmamız için bir vesiledir ve ebedî hayata geçiş yeridir. İmtihan için gönderildiğimiz bu dünya âlemini iyi tanımalı ve çok iyi anlamalıyız. Zulümler, kargaşalar, kaos, buhran, açlık, zenginlik, mal ve mülk hep biz insanlar için bir fitne ve imtihan vesilesi olduğunu iyi kavramalıyız.

Dünyaya kalıcı gözle bakan imtihanı anlamamış ve kavrayamamıştır. Tam adalet, ahirette tecelli edecek.

Her şey iyi olsa ve yolunda gitse, dünya imtihanı olmazdı. İyiler ve kötüler dünya hayatında tescil edilecek ve ahirette kim neyi hak etmişse onun karşılığını görecek. İnsan iradesi ile kötülük yaparken bir kez daha düşünecek. Hiç kimsenin yaptığı yanına kâr olarak kalmayacak.

Okullarda, üniversitede ve işyerlerinde bir çok kez imtihan edilmişizdir; iyi bir iş ve imkanı elde etmek için. Ebedî hayatın imtihanı olmasın mı? İyiler hep ezilecekse, kötüler ceza görmeyecekse, adalet olmayacaksa yaşamın bir anlamı olur muydu?

Allah'ın kitabını hakkıyla okuyup, anlamayı ve yaşamayı, Rasûlün güzel örnekliğini hayata aksettirmeyi, mü'mince yaşayıp ve mü'mince ölebilmeyi Rabbim biz iman eden kullarına nasip etsin!

"SÖYLESENE EY DÜNYA!.."

 
"Seni yalan saydılar, yalan hayat yaşadılar!"
"Günah işlediler, suçu sana yüklediler!"
"Sana boş dediler, boşluktan hiç çıkamadılar!"
"Üç günlük dünya dediler, üçyüzyıl yaşamak istediler!"
"Sana alçak dediler, kendileri alçaldıkça alçaldılar!"
"Sana kötü dediler, kötülükleri yaydıkça yaydılar!"
"Söylesene ey dünya, nasıl sabretin böyle insansızlara!.."
 
"Zenginlikleri hep sundun, aldılar, aldılar cimrileştiler!"
"Sana zulüm yeri dediler, kendi yaptıkları zülmü görmediler!"
"Güzelliklerini görmediler, gözleri hep çirkinliği gördü!"
"Seni kötülerken, kendileri kötü bir hayat yaşadılar, yaşattılar!"
"Doğunca mazlum, büyüdükçe zalim oldular!"
"Kendi ırkına düşman oldular, katliamı meşru gördüler!"
"Yaktılar yıktılar, yeryüzünü fesada uğrattılar!"
"Üstünde yaşayan, böyle insansızlara nasıl sabrettin; söylesene ey dünya!"
 
"Sözde namaz kılan, kıldığı namazdan haberi olmayan!"
"Fuhşiyattan alıkoymayan, ritüelden öteye geçmeyen namaz!"
"Dostlar alışverişte görsün misali, kullar görsün diye namaz!"
"Gerçek dost Allah ile bağlantısı kesik namaz!"
"Tağutları reddettmeden kılınan namaz!"
"Yalnız sana kulluk ederim diyecek, çoklar benliğinde içi boş namaz!"
"Söylesene ey dünya nasıl dayandın böyle namazsızlara!"
 
"Günâhkarlar yani (mücrimler) günahı alışkanlık haline getirenler!"
"Fıskı fucuru yayanlar (fasık) hakikat yoluna dönemeyenler!"
"(Münafıklar) iman ve küfür arasında yaşayanlar!"
"(Kâfirler) hakikati sürekli örtenler!"
"(Sapıklar) saptırıcılığı sürekli yayanlar!"
"(Yalanlayanlar) yalanı yaşam tarzı haline getirenler!"
"(Belhum adal) hayvanlardan da aşağı insansız mahluk!"
"(Bel-am) dinde tahrifat yapan sözde din alimi!"
"(Tağut) Allah'a rağmen beşer kanunlar ihdas edenler!"
"(Zalimler) zülmü ilke haline getirenler!"
"Söylesene ey dünya nasıl dayandın böyle insansız insafsızlara!"